Yer Zeytinburnu ilçesi Kumkapı Liman caddesinde bir ev. 65 yaşından büyük olduğu tespit edilen adam bıçaklanmış vaziyette bulunmuştu. Sağlık ekipleri kenara çekilmiş her şeyi polise bırakmıştı. Olay artık acil müdahale gerektiren bir durumdan cinayet soruşturmasına dönüşmüştü. Kimliğini buldular, adı Mustafa Çelik’ti. Takvimler 18 Şubat 2002’yi gösteriyordu ve öldürülen adamın yanağında diş izleri, yanında bira şişesi, darmadağın eşyalar vardı. Polis için hummalı bir çalışmanın başladığı neredeyse kesindi.
Mustafa Çelik yalnız yaşayan bir adamdı. Yakın çevresinde Turan Amca ya da Turan Dayı olarak adlandırılıyordu. Kimseye zararı olduğu bilinmeyen bu adam İstanbul’un göbeğinde güpegündüz ölü bulunmuştu. Olay yerinde bira şişesi, üzerinde meni bulunan bir atlet, masa üzerinde tencere, tencerenin içinde de sigara izmariti vardı. Cinayet işlenirken kullanıldığı düşünülen kanlı bıçak ise dışarıdaydı. Cenaze Adli Tıp Kurumu’na kaldırıldı ve ardından da otopsi yapıldı. Mustafa Çelik bıçaklanmış, üstü soyulmuş, atleti ve külotu hariç bir şey kalmamış, kafasına künt bir cisimle vurulmuştu. Ama asıl detay yanağındaydı. Altlı üstlü ve ardı ardında dizilmiş yedi adet diş izi rapor edilmiş ve delil sayılmıştı. Polis her zaman olduğu gibi mantıklı davranarak en yakınlarını sorgu sual etmeye başladı. Akrabaları, komşuları ve yakın çevresi tarandı. İki kişi en önemli şüpheli olarak rapor edildi. Cemal Başak ve eşi Bircan Başak.
Onlardan daha iyi adaylar yoktu. Maktulün en yakın komşusu Bircan Başak’tı. Açık kapıdan ilk giren oydu. Kanlı vaziyetteki adamı muhtara bildiren ilk kişi ise eşi Cemal Başak’tı. O dönemde halk nezdinde cinayeti ilk gören ve bildiren kişiler her zaman en çok şüphelenilen kişilerdi. Söylentilere göre aynı binada yaşıyorlar ve hiç anlaşamıyorlardı. Hatta yakın bir tarihte binaya kimin sahip çıkacağıyla ilgili ciddi bir şekilde kavga da etmişlerdi. Neredeyse 8 yıldır orada oturan kadın son 3 yıldır kocasıyla yan yana gelmiyordu. Cemal Başak ise ceza indiriminden yararlanmış ve yeni serbest kalmıştı. Ayrıca Mustafa Çelik’in birtakım tadilat işlemini de o üstlenmişti. Bu durum herkesi şüphelendiriyordu. Olay yeri de bir kişinin adam öldürmesine imkân tanımayacak kadar dağınıktı. Fakat polisin tespit ettiği parmak izleri bu iki kişinin parmak izleriyle uyuşmuyordu. Sadece birkaç noktada benzerlik bulundu ama bu denli içli dışlı olan komşular için bu kadarı normaldi. Polis diş izine yoğunlaşmayı tercih etti. Adli Tıp Kurumu’ndan yetkililer Bircan Başak ve Cemal Başak’ı karşılarına oturttu. Ellerine aldığı şeftaliyle şüphelilere yaklaştı. Her ikisine de ısırmasını söylediler. Şüpheliler kendileriyle alay edildiğini düşünüyordu ama analist gayet ciddiydi. Her ikisi de şeftaliyi ısırdı, dişlerin kalıbı alındı ve çalışmaya başlandı. Maktulün yüzündeki diş izleri ile Bircan Başak’ın diş dizilimi arasında uyum gözlendi. Her iki şüpheli mahkemeye çıkarıldı. Birine 24 diğerine ise 30 yıl hapis istemiyle dava açıldı. 2002 yılının mart ayında tutuklanarak cezaevine gönderildiler.
Bu olay birçok kişinin aklında soru işareti bırakmıştı. Bircan ve Cemal de bu işi burada bırakmamaya kararlıydı. Defalarca itirazda bulunup suçsuz olduklarını iddia ettiler. Bu dönem DNA teknolojisinin giderek yaygınlaşmaya başladığı bir dönemdi. Haziran 2005’e gelindiğinde mahkeme delillerin yeterli olmadığına kanaat getirerek çifti tahliye etti. Ama hâlen iş bitmemişti. Çünkü ortada fail yoktu ve çiftin cinayeti işleyip işlemediği hususundaki deliller kesin değildi. Birilerinin bu meselede devreye girip gerçek suçlu ya da suçluları bulması gerekiyordu. İşte o noktada da hiç umulmadık bir şey oldu.
Doksanlı yılların sonlarında Prof. Dr. Sevil Atasoy’un da öncülüğünü yaptığı yeni bir proje başlatıldı. Adı Masumiyet Projesi’ydi. Aslında bu proje daha önce dünyada uygulanan ve birçok haksız mahkumiyetin önüne geçen bir çalışmaydı. Ülkemize gelmesi uzun bir zaman almış ama geldikten sonra da çok sayıda insanın hayatını değiştirmeyi başarmıştı. 1992’de ABD’de başlatılan çalışmada neredeyse yirmi yahut otuz yılı aşkın zamandır tutuklu kalan birçok insan "Pardon" denilerek serbest bırakıldı. Birçok mahkûm ne yazık ki bugün delil olarak kabul edilemeyecek faktörlerle gözaltına alınmıştı. Mesela olay yerinde bulunan bir saç teli ile sizin saç teliniz mikroskopta uyum sağlıyorsa tutuklanabilirdiniz. Bir yerde diş izi varsa size bir hamur ya da elma ısırtılarak bulunan benzerlikle hapsi boylayabilirdiniz. Parmak izi geçmiş yüzyılın en önemli deliliyken şu an hata payı yüksek olduğu için diğer teknikler daha çok tercih edilebilir halde. Ne yazık ki uzun yıllar önce işlenen cinayetlerde deliller eskidiği ya da kaybolduğu için çözüm bulunamayan meseleler de var.
2006 yılına gelindiğinde deliller incelenmeye devam ediyordu. İki şüpheli de cinayeti işlemedikleri konusunda kesin konuşuyorlardı. Onlarca dava ardı ardına görülüyor ama hâlen sonuç alınamıyordu. 2006 yılında, evde bulunan bira şişesinde sağlam bir parmak izi bulundu. İstanbul Emniyet Müdürlüğü ellerindeki parmak izleriyle bu delili karşılaştırdılar. Tam uyum sağlanan tek kişi Yozgat Cezaevi’nde bulunan Osman Özer’di. Soruşturma baştan aşağı değişmişti. Suçlanan iki kişinin aslında tertemiz olduğu ve cinayet işlemedikleri ortaya çıkmıştı. Ayrıca Bircan Başak’ın 2002 yılında verdiği ifadede Mustafa Çelik ile hiçbir şekilde kavga etmediği ve aralarının kötü olmadığını söylediği de kulak ardı edilmişti. Her iki kişi kapıda bekleyen çocuklarına sarıldı, yıllar sonra ortaya çıkan masumiyetlerini kutladı. Fakat davanın seyrini değiştiren bir başka husus daha ortaya çıkmıştı. Suçun işlendiği yıllarda Osman Özer henüz reşit değildi. Bu nedenle çocuk mahkemesi devreye girdi. Bir yandan da herkes Osman Özer’in böylesi bir cinayet işlemesi için sebebinin ne olduğunu sorguluyordu. Ama esas akıllara takılan mesele ısırık deneyiyle birinin nasıl mahkûm edildiğiydi.
Dünyanın birçok kentinde uzun yıllar farklı tekniklerle katiller yakalanmış ya da yakalandığı sanılmıştı. Bircan ve Cemal Başak çifti eğer 80’li yıllarda bu olaya karışmış olsalardı 3,5 yıl değil belki de 35 yıl boyunca suçsuz yere hapis yatabilirlerdi. Onların şansı parmak izlerinin veri olarak depo edilmesiydi. Ülkemizde ne yazık ki bir DNA bankası yok. Bu nedenle birileri daha önce suç kaydı olmadıkça elde yeterince veri bulunmadığı zaman asla kimliği tespit edilemiyor ve tutuklanamıyor. Bu nedenle de 2022 yılında, bu kadar teknolojik imkâna rağmen 1 adet fail-i meçhul dosya kayıtlara geçti.
Osman Özer’in parmak izi ile olay yerindeki bira şişesinin üzerinde bulunan orta parmak izi eşleşmişti. Atlet üzerindeki meni lekesinde bulunan spermler ile de uyum bulundu. Sigara izmaritindeki tükürükten ve maktulün üzerindeki kandan elde edilen DNA da Osman Özer’e aitti. Fakat kanlı bıçak üzerinde Osman Özer’e ait bir delil tespit edilemedi. Bıçaktaki kan izi öldürülen Mustafa Çelik’e aitti. Yani cinayette kullanılan silahın bu olduğu neredeyse kesindi. Bu delillere dayanılarak açılan kamu davasında yargılama başlatıldı. O sırada cezaevinde bulunan Osman Özer her şeyi itiraf ettiği iki sayfalık bir mektup gönderdi. 24 Ekim 2008 tarihli mektupta yer alan ifadeler dehşete düşüren cinstendi. Özer, yaşlı Mustafa Çelik tarafından taciz edildiğini, bunu kaldıramadığını ve öfkeyle bu cinayeti işlediğini yazmıştı. Ancak her ne olduysa Osman Özer tüm bu söylediklerini inkâr etti ve mektubu kendisinin yazmadığını söyledi. Polisler ise çalışmalarını genişleterek Özer’in koğuş arkadaşlarına ulaştılar. Yapılan soruşturmada mektubun gerçekten katile ait olduğunu tespit ettiler. Çünkü hem yazılar hem de imzalar birbirini tutuyordu. Duruşma sayısı ise neredeyse 66’ya ulaşmıştı. Aralık 2010 tarihinde görülen duruşmada Bircan ve Cemal Başak çifti beraat etti.
Peki katil gerçekten Osman Özer mi?
Bu sorunun cevabını hâlen net olarak bilmiyoruz. Olay yerinde parmak izi, tükürüğü ve spermleri var. Ama bu onu tamamen katil yapmaz. Çünkü maktule öldürücü darbeyi vuran bıçağın üzerinde Osman Özer’in parmak izi yok. Hâkim ise tüm bu faktörleri, cinayetin haksız tahrik sonucu işlendiğini ve Özer’in cinayeti genç yaşta işleme ihtimalini göz önüne alarak 6 yıl 8 ay hapis cezası verdi. Aslında verilecek ceza 8 yıldı ancak katilin iyi hâli cezada indirim sağlamıştı. İyi hâl indiriminin nasıl bir garabet olduğu ise önümüzdeki haftalarda ele alacağımız bambaşka bir konu.
Akıl Almaz Olaylar serisinin belki de en acayip olayını az önce okudunuz. Delillerin hayati önemde olduğunu, soruşturma hatalarının nelere yol açtığını, görgü tanıklarına neden güvenilmemesi gerektiğini, hislerin olay yeri incelemeye karıştığında sonuçları nasıl değiştirdiğini ya da doğru delil toplamanın ne denli kıymetli olduğunu. O sihirli cümle yeniden hayat buluyordu. Kusursuz cinayet yoktur. Ama şunu iyi bilmeliyiz ki; kusurlu personeller, kusurlu teknikler, kusurlu soruşturmalar ve kusurlu insanlar vardır...
Ne kadar tuhaf bir olay ya, eski mahkumlar resmen karambole tutuklanmış.