Alkolün pençesine düşmüş bir adam, aşırı dindar anne, Henry isminde güzel mi güzel çocuk. Sorunlar yumağının içinde mutlu olmaya çalışan aileye yeni bir üye geliyordu. Ağustos 1906 tarihinde yuvarlak yüzlü, sevimli çocuğu kucağına alan anne hem bir yanıyla mutlu hem de aile koşulları nedeniyle kaygılıydı. Gözleri yer yer kahverengiye çalan eşsiz bir maviye boyanmış, saçları yumuşacık o çocuk büyüdükçe annesine adeta âşık olacaktı. Babasıyla sürekli kavga eden ve kötü söz söylemekten çekinmeyen o kadın onun için sarsılmaz bir idoldü. Hatta ağabeyi Henry ona karşı geldiğinde hep haksız, babası alkolik olduğu için sürekli eziyet eden bir düşman, annesi ise dünyanın en iyi insanıydı. Plainfield’ın dışında bir çiftlikte, uçsuz bucaksız arazilerde koşturur, ara sıra da okula giderdi. İşte kendisini doğuran kişiye neredeyse saplantı sayılabilecek kadar bağlı olan bu kişi, yıllar sonra sayısız kadını kaçırıp öldüren ya da mezardan çıkaran Edward Theodore Gein ya da bilinen adıyla Ed Gein’di. İşlediği suçlar sebebiyle Plainfield Kasabı, Plainfield Gulası ya da Gulyabanisi, Plainfield Hortlağı, Mezar Soyguncusu ya da Tarihin En Büyük Sapığı gibi isimler adlı.
Edward ya da bilinen ismiyle Ed yıllar boyunca idol edindiği annesinin yanında oldukça dindar bir ortamda büyüdü. Sanılanın aksine annesi Katolik değil Protestan’dı. Dini açıdan çocuklarına da aynı baskıyı uygulamış; alkolik olan babalarının kötü olduğunu, dünyanın ahlaksızlığa boğulduğunu ve kadınların kötü birer varlık olduklarını dikte etmişti. Bu durum Ed’in kadınlara karşı oldukça soğuk davranmasına ve onlara yaklaşmamasına neden oldu. Anne Gein çok sayıda işte çalıştı, bunlardan birisi deri tabaklamaydı. Çocuklarını ise arazi işlerinde çalıştırıyor, Ed’i çocuk bakmak üzere şehre gönderip para kazanıyordu. Ed, nispeten başarılı bir öğrenciydi ve çocuklarla arası çok iyiydi. Babasının ölümü sonrası annesinin aile üzerindeki etkinliği daha da arttı. Bu vaziyet Ed için problem olmasa da Henry için dayanılmaz bir hâl almıştı. Evlenmeye karar vermesi sebebiyle evde yaşanan sorunlar da giderek artmıştı. Zaman zaman kendilerine sürekli telkinde bulunan annesinin kararlarına karşı çıkıyordu. Hatta kimi zaman kavga boyutuna varacak kadar çatışma oluyordu. Bunların hepsi Ed için korkunç şeylerdi. Çünkü annesinin kararları sorgulanmamalı, her şey onun dediği gibi olmalıydı. Zira her şeyin doğrusunu annesi bilirdi. Fakat tüm gidişat büyük bir yangınla tamamen değişecekti.
1944 yılında Ed ve Henry akşam vakti tarlalarında biriktirdikleri otları yakmak için evden çıktılar. Tutuşturdukları çalılar bir süre sonra diğer yerlere de sıçradı ve ateş giderek büyüdü. O sırada Ed ile Henry farklı yönlere doğru hareket etti. Duman öylesine yayılmıştı ki uzak yerde oturanlara kadar gelmişti. Yapılan ihbar sonucu itfaiye gelerek yangını söndürdü. Sağ kurtulan Ed’de hiçbir şey yoktu ancak Henry ortalarda görünmüyordu. Ed ağabeyinin kaybolduğunu, çok aramasına rağmen onu bulamadığını söyledi. Herkes çiftliğin farklı yönlerine dağılarak Henry’yi aramaya başladı. Polis ekipleri de o esnada olay yerine gelmiş ve aramalara katılmışlardı. Arazinin bir kısmı kuru otlak bir kısmı ise bataklığa yakın nemli topraktan oluşuyordu. Yerde yatan bir adam gördüler, yanına gittiklerinde nefes almadığını gözlemlediler. Göründüğüne göre Henry Gein çoktan ölmüştü.
Ed’in kardeşinin ölümü hep bir sır olarak kaldı. Polis ekipleri olay yerine geldiğinde bataklığa yakın mevkide Henry’nin cesedi ile karşılaştılar. Bulunduğu yer yanmamıştı, başında da morluklar vardı. Bu durum onları şüphelendirmiş olacak ki bir uzmana başvurdular. Küçük bir mevkii olduğu için otopsi yapılamadı ancak cenazenin görünümüne bağlı olarak Henry’nin ölüm nedenine ilişkin birden fazla sebep sayıldı. Elbette bunların en dikkat çekeni asfiksi yani soluk alıp verememe sonucu ölümdü. Bu nedenle Henry’nin biri tarafından öldürülebileceği düşünüldü. Ancak Ed’i suçlayacak delil de bulunmamıştı. Ayrıca ikisinin yangın yerinin tersi yönde hareket ettiği bilindiğinden toplum gözünde suçsuz olduğu düşünülmüştü. Fakat sonradan cinayetleri ortaya çıkınca birincil şüpheli olarak adı hep geçti.
Yangında ölümün adli bilimcilerin korkulu rüyalarından biri olduğu kanısı sürüyor. Aslında mesleğinde yetkin insanların bulunması halinde ölüm nedenini tahmin etmek zannedildiği kadar zor değildir. Yangının kaynağını bulmak, hızlandırıcı kullanılıp kullanılmadığını bilmek yangının mekanizmasını çözer. Kişinin yangın sonucu ölüp ölmediği ise otopsi sonrasında anlaşılır. Kesilen soluk borusu içerisinde duman veya kurum varsa kişi ölmeden önce bunu solumuş demektir. Ancak solunum yolları temizse ölüm sonrası yangın çıktığı anlaşılır. Burada dikkat edilmesi gereken konu kişinin kaza, intihar ya da cinayet sebebiyle öldüğünün belirlenmesidir. Çünkü olay yerinde bu şekilde bir cenaze bulunduğunda akla ilk gelen senaryo cinayet sonrası kundaklamadır. Fakat bazen intikam planı yapan bazı insanlar yangını çıkardıktan sonra intihar edebilir ve suçu başkasının üstüne atmayı amaçlayabilir.
Henry’nin ölümü Ed’in hayatındaki her şeyi değiştirecekti. Annesi yıllarca korunaklı olarak yetiştirdiği çocuğunun ölümüne o denli üzüldü ki birkaç ay sonra felç geçirdi. Bir dönem hasta yattı ve biraz ayaklandı. Elbette Ed’in neredeyse gözü gibi bakması da bunda bir etken. Ancak aradan biraz daha zaman geçince bu defa ikinci kez felç geçirdi. Aralık 1945 tarihi geldiğinde işte o en sevdiği kişiyi, annesini kaybetti. Bu durum onu adeta harap ediyordu. Ne eve sığıyor ne de dışarıda gezebiliyordu. Sanki annesinin ruhu onunlaydı. Bu yüzden evin birkaç odasına hiç dokunmadı ve orayı adeta türbeye çevirdi. Annesinin aziz hatırasını yaşatmak için ardiye ve mutfak arasında yaşamını sürdürmeye karar verdi. Bu dönemde kendisine anatomi kitapları aldı. Vücudu ve yapısını merak ediyordu. Ayrıca Nazi Almanya’sında işlenen suçları, yapılan deneyleri de okumayı ihmal etmiyordu.
Bir gece kalbine çöken acı onu hiç istemediği bir şeyi yapmaya zorlamıştı. Evet, annesinin mezarını kazacak ve cesedini çalacaktı. Sonra da ölünceye dek onunla yaşayacaktı. Gece vakti karanlık çökünce gizlice Plainfield’daki mezarlığa indi. Mezarı kazdı ve annesinin cenazesine ulaştı. Vücuduna göz gezdirdi ve kafasını kesip kopardı. Eve getirdiği vücut parçalarını koruma altına aldı. Daha önce türbeye dönüştürdüğü evin bölümlerine tahtalar çakarak girilmesini zorlaştırdı. Artık tamamen kendi dünyasındaydı. Ed bambaşka bir insan olmuştu. Annesinin kafatasını mezardan kaçırdıktan sonra bu işin ne kadar kolay olabileceğini anlamıştı. Kasabaya indi, yerel gazetelerden birini aldı ve uzun uzun inceledi. Aradığını bulmuştu. Bir taziye mesajı ve altında annesinin yaşlarında bir kadının ismi vardı. O esnada evinde hırdavat eşyalarının bulunduğu odaya göz gezdirdiğinde levyeyi gördü. Mezarların içindeki tabutları bununla açabilirdi. Gece vakti gelip mezarı kazdı ve cesedin memelerini, cinsel organını, kafasını, derisinin bir bölümünü kesip yanına aldı. Mezarı kapattıktan sonra eve geldi ve kafa derisini soyup abajur yaptı. Meme uçlarını ve vulvayı nazikçe keserek bir tahtanın üzerine sapladı, deriyi de tabakladı. Ertesi gün yine gazeteyi aldı ve araştırmaya devam etti. Bu şekilde neredeyse kırka yakın mezarı açtı ve cesetlerden parçalar çalıp eve getirdi. Aslında tüm çabası annesine benzemekti. O da tabakladığı derileri dikmeye başlamıştı. Uç uca eklediği deriler mülahham bir kadını andırır gibiydi. Sonunda kendisine bir elbise yapmayı başarmıştı. Üzerine geçirdi, büyük göğüsleri olan, göbekli, kalın derili bir kadın vardı karşısında. Bir dolunay gecesiydi. Ay ışığında kendi kendine dans ediyor, hoplayıp zıplıyordu.
Bu durum 1954 yılına kadar böyle devam etti. Bir akşam şehir içinden geçerken annesine çok benzeyen bir kadın gördü. Adı Mary Hogan’dı. Hafifçe şişman, yuvarlak yüzlü ve çok güzel gülümseyen, meyhane işleten biriydi. Gözüne kestirdiği kadını nasıl öldürebileceğini düşünüyordu. O gece yalnız olduğunu görüp elindeki 22 kalibrelik silahıyla dükkâna girdi. Biraz sonra gelen oğul Hogan annesini göremedi. Yerde kan izleri vardı ve her kim girdiyse annesini sürükleyerek dışarı çıkarmıştı. Polise haber verdi ancak ne kadına dair bir iz bulunabildi ne de katile ait bir delil. Kayıp ilanı verilmesine karşın yıllarca haber alınamadı. Ed ise eve götürdüğü kadının kafasını keserek gövdesinden ayırmış, kese kağıdının içine koyup cenazeyi parçalayarak evine eşyalar yapmıştı. Birincil şüpheli Ed Gein’di. Çünkü evinin yanından geçip duvardan kafasını uzatanlar cenaze parçaları görmüşlerdi. Birbirleriyle paylaştıklarında ise yakın zamanda kutlanan Cadılar Bayramı için yapılmış bir etkinlik olduğunu sanmışlardı. Şehir meydanında onu gördüklerinde Mary’yi öldürdüğünü söyleyip kahkahalar atan insanlara gülümseyerek karşılık veriyordu. Herkesin şaka yaparak karşıladığı şey aslında gerçekti ve kimse bu durumu biraz da asosyal olan, kimselere zararı olmadığını düşündükleri Ed’e yakıştıramıyordu.
1957 yılına geldiğinde evin neredeyse her yeri deriyle kaplanmış vaziyetteydi. Kafataslarını birleştirip tasa çevirdiği kaplarla çorba içiyor, deri sandalyesine oturuyor, meme uçlarından ve vulvalardan yaptığı kemeri beline takıyor ve bazen de elbisesini giyip geceleri dans ediyordu. Yine mezar açmak için davrandığı bir gece levyesini bulamadı. Evin her yerine göz atmasına rağmen en önemli ekipmanı kayıptı. Artık geriye yapılacak tek şey kalmıştı. O da birini öldürmek ve cenazeyi parçalayarak kullanmaktı. Hırdavat dükkânı işleten Bernice Worden’ı hedef seçti. Akşam gelip bir şişe antifiriz aldı ve ardından Bayan Worden birdenbire ortadan kayboldu. Sabah gelen oğlu annesinin öldüğünü hissetti ve kesilen fişleri inceledi. Son işlem Edward Gein isminde bir adama aitti. Derhal şerifin yanına gitti ancak makam odasında şerif yardımcısı vardı. Olayı anlattıktan sonra adamı orada bırakan şerif yardımcısı Ed’in evine gitti. Bahçeye göz gezdirdiğinde yığılan çöplerden gelen kokunun normal olmadığını anlamıştı. Şerife haber gönderdi, evi iyice incelemeye başladılar. Şerif yanına birkaç kişiyi daha alarak Ed’in evine geldi ve kapıyı açarak evin etrafını dolaşmaya başladı. El feneriyle evi incelerken arka tarafa geçti, kiler gibi bir yere girdi. Şerif yardımcısı diğer tarafa döndüğünde ceketine sürten ve acayip kötü kokan bir şey dikkatini çekti. Şerif feneri tuttuğunda şok içindeydi. Çünkü ters asılmış ve beline kadar ortadan ikiye ayrılmış çıplak bir kadın cenazesi vardı. Diğer insanlar ise evin içine girdiklerinde daha çok şaşırmışlardı.
Her yerde ceset parçaları, kafatasları burunlar, deri koltuk, kemikler, meme uçları, deriler ve bu derilerden yapılan sayısız eşya vardı. Onları esas şaşırtan ise evin diğer odasında bulunan ve tamamen insan derisinden yapılmış kıyafetti. Artık şüphe götürmeyecek kadar delil vardı. Fail de belliydi. Ed tutuklandı ve Wautoma’ya götürülerek sorgulanmaya başladı. Ancak hiçbir şekilde konuşmuyordu. Nezarete koydukları adam neredeyse kırk saat boyunca tek kelime etmeden duvarı seyretti. Sonunda yanındaki polis memuruna dönüp elmalı turta istedi. Başta tüm suçlamaları reddetse de aleyhine olan deliller gösterilince tek tek suçlarını itiraf etmeye başladı. Cinayet işlerken transa girdiğini ve hiçbir şey hatırlamadığını, kırk kadar mezara gittiğini ve en az otuz tanesinde aklının başına gelip geri döndüğünü söyledi. Gerçekten de evinde dokuz cenazeye ait eşya tespit edilmişti. Polis ise daha önce kaybolan tüm insanların kayıtlarını çıkardı. Dört kişinin ölümünden sorumlu tutuldu. Evinin her yeri kazılmasına karşın yalnızca iki tanesinden suçlu bulundu. Çıkarıldığı mahkemede akıl sağlığının yerinde olmadığına hükmedildi. Verilen rapora göre katil şizofrendi. Gein artık Wisconsin’e bağlı bir akıl hastanesinde yaşamını sürdürecekti. On yıl sonra mahkemeye itiraz eden kurban yakınları Gein’in yeniden yargılanmasını sağladılar. Ancak karar değişmedi.
Gein akıl hastanesindeyken çok sayıda ziyaretçi onu görmek ve konuşmak istiyordu. Hatta iki tane film yapımcısı izin almayı başarmış, birkaç kez onunla röportaj yapmışlardı. Dinlediklerinden o kadar etkilendiler ki Ed’in annesini mezardan kaçırmayı dahi düşündüler. Fakat sonradan kontrolden çıktıklarını anlayıp projeyi yayınlamama kararı aldılar. Gein uzun yıllar boyunca akıl hastanesinde kaldı. Görevlilere yardımcı olan, munis bir insan olarak tanındı. Hatta çoğu insan onun cinayet işleyip işlemediği konusunda bile şüpheye düştü. Çünkü Ed birkaç sefer Gus ismindeki arkadaşı ile mezarlığa gittiğini ve öyle cenaze çıkardığını söylemişti. Ancak Gus dediği şahsa ait delil bulunamadı. Çoğu insan bahsedilen kişinin Ed’in kafasında yarattığı bir karakter olduğuna inandı.
1984 yılı geldiğinde artık Ed Gein kimselere zararı dokunmayan yaşlı bir adamdı. Uzun zamandır demansla mücadele ediyordu. O dönemde uğradığı akciğer kanseri sebebiyle makinaya bağlı yaşamaya başladı. Yaz ayları geldiğinde ise hastalığı iyice ağırlaşmıştı. Bir gün sabaha karşı öldü. İşin tuhaf tarafı cenazesi annesi ile kardeşinin yanına, en çok cenaze çaldığı Plainfield mezarlığına gömüldü. Üzerine konulan taş 2000’li yılların başına kadar oradaydı. Ta ki çalınana kadar. Polis ekipleri küçük bir araştırmadan sonra mezar taşını bulmuştu fakat çok tahrip edilmişti. Şerif mezar taşını korumaya aldı ve Ed Gein’in mezarına yeni bir taş da dikilmedi.
Ed Gein’in hayatı öylesine şaşırtıcı ve bulunmaz detaylarla doluydu ki çok sayıda filme, diziye ya da romana konu oldu. Neredeyse birebir kopyası olan Texas Chainsaw filmindeki deri yüzlü adam, Silence of The Lambs filminin ana karakteri, Leigh Whannel ve James Wan’ın insanları şaşkınlığa uğratan Saw (Testere) filmleri hep Ed Gein’den yola çıkarak hazırlanmıştır. Alfred Hitchcock’un Psycho’sunun Ed Gein’e selam gönderdiği hep söylenegelmiştir. Ancak katil daha çok Edmund Kemper’i andırır ve onun sözlerini kullanır. Son yıllarda çıkan Jeffrey Dahmer’in hayatını konu alan Dahmer-Monster dizisinde rol model olarak adlandırıldı. Ancak iki katil arasında herhangi bir bağlantı söz konusu değil. Ed Gein’in kendi adıyla biyografisini anlatan ya da yaşamını konu alan filmler yapılsa da gişede çok başarılı olmadıklarını belirtelim.
Eşi Benzeri Görülmeyen Seri Katiller dizimizin bir sonraki kahramanı Ted Bundy’de görüşelim…