Birçok dizide ya da filmde ölülerin birden ayağa kalktığını, gezip dolaştığını, yaşayanlara musallat olduğunu görmüşsünüzdür. İnsanın başına gelebilecek en kötü şey olan ölümden sonra bunların olmayacağı muhakkak. Ancak cesetlerin hareket etmediği konusunda eminseniz işte tam da bu noktada yanılıyorsunuz. Çünkü vücutta oluşan reaksiyonlar ya da dış etkenler kimi zaman cesedinizin hareket etmesine, yatar pozisyondan oturur hâle yakın bir pozisyona gelmesine, cenazenizden ses duyulmasına hatta kesilen bir parçanızın bulunduğu yerde zıplamasına bile neden olabilir.
Kurban bayramlarında kestiğiniz hayvanın etine baktığınızda seğirdiğine hatta bazı kısımların epey hareket ettiğine şahit olursunuz. Bu aslında hareket eden cesetler yazımızın temelini oluşturan çok önemli bir olaydan ileri geliyor. Bir canlı öldüğünde enerji kaynaklarını önemli ölçüde kaybettiği için kalsiyum mekanizmasının bozulmasına bağlı olarak vücudu sertleşir. Buna Rigor Mortis ya da bilinen adıyla ölüm katılığı (ölüm sertliği) denir. İşte bu nedenle biri öldüğünde hemen yatar pozisyona getirilir, ayak parmakları ve çenesi bağlanır. Bu şekilde katılaşma gerçekleştiğinde ise artık cenaze kolaylıkla taşınabilir ve korkutucu görünmez. Ancak herhangi bir müdahale olmazsa ceset olduğu gibi kalabilir ve defin işlemleri zorlaşır. Doksanlı yıllarda hastanelerde çok sayıda cenaze başının altındaki yastık unutulduğu için boyunları hafifçe yukarıda defnedilmek zorunda kalınmıştır. Rigor mortis gerçekleştikten sonra kalsiyum metabolizmasına bağlı olarak çeşitli hareketlenmeler görülebilir. Bunun sebebi rigor mortisin ilk başlarda düzensiz seyretmesidir. Tüm kaslara yayılana kadar çeşitli uzuvlarda hareket oluşmasının sebebi budur.
Ölmeden önce efor sarf eden canlıların cenazelerinde sertlikler daha kuvvetlidir. Hatta İspanya’da bir aile evine getirdiği etin hareket ettiğini görmüş ve bunu videoya alarak sosyal medyaya yüklemişti. Ancak bu durumun az önce bahsettiğimiz vaziyetle pek alakası yoktur. Burada kastedilen hareket sadece kasların kısa süreli kasılması şeklinde gerçekleşir. Ancak bir etin hoplayıp zıplaması için farklı bir müdahale gerekir. İşte bu da sosyal medya etkileşiminin insanlara neler yaptırabileceğini göstermesi açısından önemli. Zira elinizin altında henüz yeni kesilmiş bir hayvana ait et varsa ve siz buna soydum iyonları içeren bir bileşiği enjekte ettiyseniz hareket gözlemlenmesi doğaldır. Ahtapotlarda ise durum daha farklıdır. Ahtapotların kafaları kesilmesine karşın kolları hareket eder. Çünkü ahtapotların her bir kolunda farklı beyinler aktivite gösterir ve her biri farklı çalışır. Kurbağaların cesetleri de hareket eder. Onların dolaşım, solunum sistemleri, beyinleri, sinirsel yapıları ve bunlar arasındaki bağlantıları diğer canlılardan farklıdır. Onlar da vücut faaliyetlerine bağlı olarak bulunduğu yerde zıplayabilir. Özellikle Uzakdoğu mutfağında çalışanlar yere düşen çok sayıda kurbağanın videosunu çeşitli platformlara yüklemeye devam ediyor.
İslam’da kesin uygulama olmak kaydıyla bazı dinlerde cenazelerin yıkanması söz konusudur. İslam peygamberinin emirleri doğrultusunda Müslümanlar cenaze yıkarken suyun ılık-sıcak olmasına dikkat ederler. İşte bu durum bazen ölü yıkayanların gasilhaneden kaçışmasına neden olabilir. Çünkü ılık suyu cenazenin üzerine döktüğünüzde özellikle morgdan yeni çıkmış ve soğuk olan ceset birdenbire ısınır. Bu ısınmaya bağlı olarak kaslar gevşer ve bazı uzuvları katlanmış olan ceset açılır. Buna bağlı olarak kolları yana düşebilir, ağzı açılabilir ya da ayak parmakları hareket edebilir.
Geçtiğimiz yazılarda konu edindiğimiz Lazarus Refleksi (Lazarus Efekti) de bu duruma örnek verilebilir. Beyin ölümü gerçekleşen ve solunum desteği verilen cenazelerde bazı hareketlenmeler görülebilir. Göğüs kafesine ya da karnına dokunduğunuz bir cenazenin elleri göğsünde birleşir. Hatta adeta cenin pozisyonu olabilir. Bunun bilinçli bir hareket olmadığı yapılan araştırmalarla ortaya çıktı. Sinir aktivitesini henüz kaybetmeyen beyin bölgelerinin uyarana karşı tepkisi olduğu gözlemlendi. Hz. İsa’nın Lazarus’u diriltmesinden yola çıkarak bu duruma Lazarus refleksi denildi. Bunu Maskelerin Ardındaki Sır isimli eserimde konu edinmiş ve Deniz isimli karakterin hareket etmesi sebebiyle sevgilisinin intiharına giden sürecin nasıl örüldüğüne değinmiştim.
Hareket eden ceset olayı yalnızca yeni ölmüş ve ölümünün üzerinden birkaç gün geçmemiş cenazelerde görülen bir durumdur. İskeletleşmiş bir cenazenin hareket etmesi rüzgâr, yağmur, sel ya da heyelan gibi birtakım olaylar olmaksızın imkansıza yakındır. Defnedilmiş ya da açık alanda kalmış cenazelerdeki hareket ise tamamen diğer canlıların faaliyetleri ve çevre etmenleri sonucu ortaya çıkar. Vücudumuzun belki de en çok mikroorganizma barındıran kısmı sindirim sistemimizdir. Hatta herkesin barsak florası kendine özgüdür. Bu nedenle mikrobiyota üzerinde de çok sayıda çalışma bulunuyor. Barsak içeriğimizdeki bakteriler hızla tüketim sürecine girerler. Vücudumuzda bulunan hücreler de çürüme sürecini başlatırlar. Hücreler patlar ve mikroorganizmalar için müthiş bir besin açığa çıkar. Bu besini tüketen canlılar ortama gaz yayarlar. Bu hem kokuya hem de cesedin şişmesine yol açar. Hatta insanların ölüm sonrası yellenmesi (tadarrut etme) ya da geğirmesi de bu yüzden. Bununla birlikte geğirirken ses tellerinin hareketine bağlı olarak inleme benzeri seslerin gelmesi de olasıdır. Ceset artık tamamen şiştiğinde ise gazın çıkış bulamadığı noktada deri üzerinde yarılmalar ve cenazelerde patlamalar olur.
Son yıllarda bazı çalışmalarda üzerinden uzun zaman geçmiş cenazelerin hareketlerine ilişkin birtakım verilere ulaşıldı. Avustralya’da bulunan Central Queensland Üniversitesi hocalarından Alyson Wilson ölüm sonrası beden değişiklikleri üzerine uzmanlaşmıştı. Son yıllarda yerini belirtmediği bir mevkide bulunan ve açık havaya maruz kalan cenazeleri inceledi. Bir yıl boyunca cesetlerde hareket gözlemlediğini söyledi. Ancak bu sizi telaşlandırmasın. Zira Wilson’ın söylediği şeyler aslında adli tıpta bilinen bazı olaylara tekabül ediyor. Her cenaze zamanla çevre şartları ve iç bünyesinden kaynaklanan etkenlerle çürüme yani dekompozisyon sürecine girer. Çürüme sebebiyle bağ dokuları zayıflar ve cesedi bir arada tutan etmenler ortadan kalkar. Bu nedenle cenazenin bütünlüğü bozulur, kısmi hareketler gözlemlenir. Wilson’ın söylediği önemli husus ise açık bir yerde bulunan cenazelerin pozisyonlarını yorumlarken bunu göz önünde bulundurmanın ne kadar gerekli olduğudur. Çünkü yatış pozisyonu sebebiyle kaza, intihar ya da cinayet ihtimali önem kazanır.
Beden çiftliği uygulamasına yalnızca Avustralya’da değil dünyanın başka ülkelerinde de rastlanır. Örneğin Japonya’nın Honşu adasında bulunan ve adı intihar ormanı olarak geçen Aokigahara çok sayıda ölüyle doludur. İkinci Dünya Savaşı sonrası yaşanan travmalar sonucu bazı insanlar ormanlara çekilmiş ve orada intihar etmişlerdir. Elbette tek etken bu değil. 1992 yılında kanser sebebiyle hayatını kaybeden ünlü polisiye yazarı Matsumoto Seicho’nun bölgeyi konu alan yazıları birtakım aşk konulu intiharların temelini oluşturuyor. Konu polisiyeye gelmişken elbette aklınıza geleceği gibi şüphe duyulmaması için öldürdüğü insanları boyunlarından ağaca asanlar da bulunur. Buraya gelen kişilerin ormana çekilerek intihar etmesinin en önemli sebebi yalnız kalmak, bulunamamak ya da kolayca ulaşılamamak ve müdahale olmaksızın başarıyla ölmektir. Ellili yıllardan bugüne Aokigahara’da çok sayıda kişi öldü. Her yıl artan sayı 1998’de ilk kez rekor kırdı. Aslında 2000’li yılların başına kadar çok fazla önemsenmeyen orman, 2009 yılında yapılan araştırmada intihar oranının epey yükselmesiyle birlikte yeni rekorunu kırarak dikkat çekti. Japonya hükumeti her ne kadar tedbir alsa da halk arasında bu ormanda iblis olduğu ve insanları bu rüzgârsız yerde ölüme sürüklediği konuşuluyor. Halbuki hava akımını kesen en önemli unsur ağaçların sık olması. Demir içeriği yoğun volkanik birikintiler sebebiyle pusulalar çalışmadığı için ormanın gelen herkesi yuttuğuna inanılıyor. Bir müzik grubu hâlen belli zamanlarda gidip orada konser vererek insanları kararlarından vazgeçirmeye çalışıyor. Ormanın girişine asılan tabelada ise "Lütfen birine danışın", "Ölmeye karar vermeden önce lütfen polise gidin", "Hayatınız aileniz tarafından size verilmiş değerli bir hediyedir" gibi yazılar bulunuyor.
Bazı ülkelerde cenazeler mezardan çıkarılıyor hatta kasaba, köy yahut mezralarda gezdiriliyor. Endonezya'nın Sulawesi Adası’nda bulunan bir kabile her yıl ölülerini sergiliyor. Mağaralarda soğuk ve kuru hava ile temas eden cenazeler çürümüyor. Daha doğrusu çürümesi önemli ölçüde yavaşlıyor. Bu cenazeler senede bir mağaralardan teslim alınıp güzelce giydiriliyor. Kafile halinde şehre indiriliyor ve gezdiriliyorlar. Çocuklar gelip büyük dedelerinin ellerini öpüyor ve şans getirdiğine inanıyor. Töreni başka insanların izlemesi kötü şans getirdiği için çoğunlukla yasak ancak röportaj için gelen basın mensuplarına izin veriliyor. Bu nedenle alınan görüntüler çok kısa ve fotoğrafların sayısı da olabildiğince az. Bu durum cenazelerini yakan Hintlilerde de görülür. Onlar da törenlerinin kameraya alınmasına şiddetle karşıdırlar.
Bahsettiğimiz bu konuyu kısaca açmakta fayda var. Cenaze sergileme, çok eski zamanlardan bugünlere kadar gelen bir adet. Ancak bunun çok daha ilerisi de mümkün. Antik Mısır mumyaları ilk keşfedildiği dönemde çok sayıda defin odasına ulaşıldı. Çalışmalar genellikle Krallar Vadisi üzerinde yoğunlaşıyordu. Her ne kadar piramitler devasa yapılar olsa da içerisindeki hazine sebebiyle firavunların cenazeleri çalınmıştı. Bu sebeple henüz el değmemiş olan bu vadi içerisindeki defin odalarından daha kolay mumya elde ediliyordu. Sakın mumyaların özenle alınıp saklandığını falan düşünmeyin. Ne yazık ki firavunlar, çocukları ve eşleri haricinde bilmediğimiz çok sayıdaki mumya çeşitli ücretlerle batılı ülkelere satıldı. Alınan mumyalar sergilenmek için alınmıyordu. Ölü insanların bedenleri eğlence meclislerine getirildi. Sargı açma şenlikleri yapıldı hatta kimi mumyalar davetliler tarafından şifa niyetine yenildi. İşte bu durum belli bir zaman sonra tepki uyandırdı ve bu ritüel sonlandırıldı. O dönemde getirilen çok sayıda hazine, alet, tapınak parçaları İngiltere’deki British Museum’a (Büyük Britanya Müzesi) konuldu. Bu bilinçli hırsızlığın detaylarını Hırsızlığın İhtişamı: British Museum isimli yazımızda konu edineceğiz.
Kimi zaman cenazeler bazı ritüeller için mezardan çıkarılıp aynı gün içinde defnedilebilir. Bu adetlerin çoğunlukla vampir mitlerinin yaygın olduğu ülkelerde uygulandığını da belirtelim. Doğu Avrupa’daki bazı toplumlarda, özellikle de bu mitlerin çıkış noktası olan Romanya’da uygulamalar sistematikleşmiştir. Mezara konulan kişinin vampirler tarafından ele geçirildiği düşünülüyorsa, yaşarken kan emdiği ya da içtiği görüldüyse, cenaze birkaç gün sonra mezardan çıkarılır. Önce kollarına ve karnına kazıklar saplanır. Bu esnada çıkan çığlık benzeri ses ile vampirin vücudu terk ettiğine inanılır. Sonra da tekrar dönmemesi için göğüs kafesi açılarak kalp alınır ve yakılır. Burada birden fazla cehaletin bir araya geldiği söylenebilir. Kollara ya da karna saplanan kazık sebebiyle ses çıkması tamamen vücutta biriken gazlarla ilişkilidir. Hatta Müslüman cenazelerinde anüs pamukla tıkandığı ve hava çıkışı engellendiği için istisnasız tüm cesetlerin göbekleri saatli bomba gibi patlar. Kollarda da bu tipte gaz odacıkları oluşabilir. Bu yüzden ucu sivri bir gereçle tenin yarılması halinde ince bir sesle gaz vücudu terk eder. İşte tam da bu nedenle "Mezardan ses geldi" yahut "Küçük bir inleme sesi duydum" gibi cümleler kurulur. Halbuki defnedilen kişi canlı bile gömülse birkaç saat sonra havasızlıktan ağzı burnu kapatılmışçasına boğularak ölür. Yani ertesi gün ziyaret ettiğiniz bir mezardan çıkan ses sevdiğinizin sesi değil muhtemelen gaz çıkışının yarattığı sestir.
Velhasıl kelam, ölseniz dahi hareket etmeniz mümkün. Ancak sizin bunu kavrayabilecek bir bilinciniz olmadığı için hareket ettiğinizi asla bilemeyecek ve tamamen isteminiz dışında bu olay gerçekleşecektir. Belki de öldükten sonra insanların zihninde uzun yıllar yer edeceksiniz. Hareket eden cesetler konusu elbette böyle bir yazıyla sınırlı kalamayacak kadar geniş. Çünkü canlı vücudu henüz sınırlarını tam olarak kestiremediğimiz eşsiz bir dünya ve daha neler öğreneceğimizi hiç bilmiyoruz. Farklı yazılarımızda elbette bu konuyu biraz daha açıp yeni gelişmelerle birlikte sizlerle paylaşacağımızdan emin olabilirsiniz.
Bir sonraki yazımızla birlikte beş yazıdan oluşan Tarihe Geçmiş Ölümler serisine başlıyoruz. İlk dosyamız ABD Başkanı John F. Kennedy’nin sır dolu ölümüne ilişkin olacak. Görüşmek dileğiyle.