Her insan kendi gönlünü hoş tutacak biri yahut birilerini arayarak ömrünü geçirir. İsteklerini dayatabileceği, fikirlerini onaylayan, duygularına hizmet eden insanlar olsun isterler. Müştereklerde buluşmak daima zor olmuştur. Bunu başaran az sayıda insan haricinde de genellikle mutsuz olurlar. Geçtiğimiz yazılarda sizlere insanların nasıl kontrol altına alınabileceği konusunda bazı bilgiler vermiştik. Mesela Manipülasyon Teknikleri’nde insanların üstünlük sağlama amacıyla neler yapabildiklerini anlatmıştık. Çocukları istismar etmek için ailelerini kandıranlar, ilişki yaşadığı kişinin kendisine bağımlı olması için duygusal dalgalanmalardan faydalananlar, iktidarı tesis etmek için hassasiyetleri kaşıyanlar hep bunu amaçlarlar. Vandallığın Psikolojik Kökeni ve Sınırları’nda çocukları ağına düşüren ve onlara istediklerini yaptıran, son emir olarak da ölmelerini isteyen bazı oyunlardan bahis açmıştık. Arzular Var Ya yazımızda da bazı işkence teknikleri ile kontrolü sağlamanın mümkün olduğunu belirttik. Fakat bunların hiçbirisi biraz sonra bahsedeceğimiz tuhaf tekniğin yanına bile yaklaşamaz. Çünkü bu yöntemler tamamen fiziksel zarar vermek ve duygusal karşılık almak üzerine kuruludur.
Lobotomi, adından da anlaşılacağı üzere beyin loblarının kesilmesi yani bir nevi iptal edilmesi anlamına gelen cerrahi bir teknik. Elbette kafatasını kırıp beyni bıçakla kesmek çok eskilerde kaldı. Aslında beyin üzerindeki çalışmalar çok eskilere dayanıyor. Antik Mısır’da insanların kalple düşündüğüne inanılıyordu. Çünkü kalp durunca hayat bitiyordu. Beyin burundan akan sümük ve ağızdan çıkan tükürüğün kaynağı olarak biliniyordu. Orta Çağ’ın biraz daha sonlarına gelindiğinde birtakım cadılar ya da büyücüler baş ağrılarını tedavi etmek için Trepanasyon yaptı yani kafatasına çiviler çaktı ya da hastaların başlarını bir yerlere vurdu. Ancak 1800’lü yıllara gelindiğinde beynin işlevi anlaşılmaya başlandı. İnsan duyguları ile beyin arasındaki ilişkiye ilgi duyanlar çeşitli çalışmalar yaptı. Bunların ilk örneklerinden birisi psikanalizin kurucusu Sigmund Freud’dur. Bugün birçok psikiyatr ve psikolog için otorite kabul edilmeyen Freud, birtakım hipnoz teknikleri ile insanları etkilemeye çalıştı. Büyüme, gelişme aşamalarını tayin etmek için kitaplar yazdı. Bugün Freud bilimsel olarak çağdışı olsa da popüler kültürde yer etmeye devam ediyor. Freud’un tuhaf dünyasına Kasım ayında Yanılgılarımız: Sigmund Freud isimli yazıda değineceğiz.
1882 yılın gelindiğinde, göçmen müdürlüğü de yapan Johann Gottlieb Burckhardt karşısına altı adet hasta aldı. Dördü paranoid şizofren, biri manik depresif diğeri ise demans hastasıydı. En genci 26, en yaşlısı 51 yaşındaydı. 6 yıl boyunca onları izledi ve bir gün kararını verdi. Onlara cerrahi müdahalede bulunarak sağlıklarına kavuşturacaktı. Eline aldığı burgulu demirler ve bazı keskilerle hastaları ameliyat etmeye kalktı. Yıllar sonra Psikocerrahi olarak nitelendirilecek olan bu işlemleri yapıyordu ama kimse onun cerrahi bilgisini sorgulamıyordu. Halbuki Burckhardt bu konularda epey beceriksizdi. Hastaların kafatasını açtığında loblar olduğunu gördü, bazı lobları çıkarmaya kalktı. Bir hasta iyi gibi görünürken bir anda intihar etti, diğeri sara krizinden kasılarak öldü. Kalan hastalardan ikisi tamamen sessizleşmiş diğer ikisinde ise değişiklik gözlenmemişti. İşte bu çalışma bilinen ilk lobotomi benzeri uygulamalarındandı.
Takvimler 1935’i gösterdiğinde kafa kafaya veren iki doktor çok daha korkunç bir olayı gerçekleştirmeye karar vermişti, birebir lobotomi. Portekizli nörolog Antonio Egas Moniz uzun zamandır lobotominin öncülü olan lökotomiyi uyguluyordu. Canlı hayvanlarda ya da kadavralarda beyin cerrahileri yaptı. Artık çalışmalarının benzerlerini insanlara uygulayabilirdi. Yardımcısı ve ortağı Almeida Lima ile yirmiye yakın hastanın kafatasını deldi. Tel bir çubuğu soktu ve beyaz maddeyi tahrip etti. Hastaların sakinlediğini görünce bunu hemen teze çevirdi. Müthiş bir reklam kampanyası ile bilim dünyasına duyurular yaptı. İnsanlar çılgınca lobotomi yapmaya başladılar. Hatta bunlardan birinin kurbanı geçtiğimiz yazılarda konu edindiğimiz; ABD başkanı Kennedy’nin kardeşi Rosemary Kennedy’di. Kadıncağız ameliyattan çıktığında yarı sakattı ve akli dengesini önemli ölçüde kaybetmişti.
Moniz öylesine etkili oldu ki 1949 yılında Nobel Tıp Ödülü’ne layık görüldü. Bugün hâlen bazı kaynaklarda psikocerrahinin babası olarak tanınsa da yaptığı uygulamalardan dolayı bilim çevresi tarafından kıyasıya eleştirilir. Tevafuk mudur bilinmez, Moniz 1939 yılında bir şizofrenin silahlı saldırısı sonucunda geçirdiği felçle tam 16 yıl yaşamak zorunda kaldı. Aile çiftliğinde hayatını kaybetti. Moniz’in getirdiği tuhaf tedavi yöntemleri ise henüz o hayatta iken tartışılmaya başlandı. 1950 yılında geliştirilen ilk antidepresan ile bu tip cerrahi müdahalelerin yerini ilaç tedavisi aldı. 2016 yılında kadavralar üzerinde yapılan çalışmalarla ilaç formatları tamamen değişti. Bugün daha çok SSRI denilen türde ilaçlar kullanılmakla birlikte 1950’lerden beri kullanılan TCA’lar ikinci basamak ilaçlar olarak sınıflandırılmaya devam ediliyor. Lobotomi insanlık dışı ya da kayıtlara geçmeyen çok sayıda teknik içeriyor. Peki lobotomi denilince akla gelen olaylar nedir? Gelin bunlara bir göz atalım.
Çok sayıda yazıda değinmiş olduğumuz seri katillerden Jeffrey Dahmer lobotomi denilince akla gelen ilk isimlerden. Birçok kurbanına çeşitli deneyler yaptığı, onları pişirip yediği biliniyor. Lakin öldürdükleri içinde belki de en travmatik olanı Konerak Sinthasomphone’du. 14 yaşındaki yarı çıplak ve dövülmüş çocuğu gören polis onun madde etkisiyle kapı önünde oturduğunu düşünmüştü. Ama biraz sonra gelen Dahmer onun sevgilisi olduğunu söyleyince müdahale etmediler. Konerak yaşından biraz büyük gösteriyordu ya da gelen ekipler buna inanmak istedi. Polisi arayan apartman sakinleri duruma isyan etmesine rağmen polis aldığı kararı uyguladı. Dahmer üzerinde battaniye ile yarı baygın oturan Konerak’ı içeri aldı. Kafatasını matkapla delip bu delikten asit damlattı. Lakin ne çare. İstediği her şeyi yapan ve düşünmeyen bir robot yaratmak yerine gencin ölümüne sebep olmuştu. İşin en ilginç yanı ise; Dahmer’in yıllar önce Konerak’ın abisini de taciz ettiği, çocuğun kaçmayı başardığı ve dava sonucunda hâlen denetimli serbestlikten yararlandığı idi. Yani polis gerçekten ciddi bir kimlik kontrolü ve geçmişe dönük dosya takibi yapsa Dahmer bu kadar insanı öldürmeyebilirdi.
Lobotomi uygulamaları otuzlu ve kırklı yıllarda yoğun olarak uygulanmakla birlikte ellili yıllara kadar sirayet etti. Hatta ellili yılların başında sadece ABD’de yirmi bini aşkın hasta beyin ameliyatlarına sokuldu. Çoğu hastanın ortak yönü ya kısa zamanda ölmesi, yaşıyorsa bile felç kalması, tepkisizleşmesi yahut idrarını tutamamasıydı. Bazı hastalar sara nöbetlerine tutuldu, kimileri sürekli yemek yedi ve doyma refleksini kaybetti. Bu dönemde yıldızlaşan isim ABD’nin ünlü doktorlarından Walter Jackson Freeman’dı. Freeman’ın uygulamaları çok kötü koşullarda gerçekleşiyordu. Tedavisi ise korkunçtu. Önce hastaya elektroşok verip etkisiz hâle getiriyor ardından da göz kapağının üzerinden bir buz kıracağı ile beynine vurup loblara zarar veriyordu. Yüzlerce insana lobotomi yaptı ama sonuçlar pek de beklediği gibi değildi. 4 yaşından orta yaşlara kadar değişen yığınla hastanın hayatı berbat oldu. Hatta sırf bu sebeplerle ortağı kendisiyle yollarını ayırmak zorunda kaldı.
1967 yılında Helen isimli bir kıza yaptığı lobotomide fotoğraf çekmeye kalkışınca küçük çocuk öldü. Doktorun lisansı elinden alınarak ameliyat yapması yasaklandı. Freeman’ın uygulamaları bugün tıp dünyasının kara lekesi olarak kabul edilir. Freeman yöntemlerinin bir işe yaramadığı görülünce hastalara elektrik verilmeye başlandı. Bugün kimi vak’alara bunun daha modern hali uygulanıyor ve Elektrokonvülsif Tedavi deniyor. Ancak birine elektrik vermek kontrol kaybedildiğinde daha kötü sonuçlara neden olabilir. Akım yeterince ayarlanmazsa kişi çarpılma sonucu kalbi durarak ölebilir. Yahut karakteri değişebilir. Psikiyatrlar arasında hâlen tartışma konusu olsa da ünlü Türk seri katillerden çivici katil olarak tanınan Süleyman Aktaş da bunlardan biriydi. 31500 voltluk potansiyel farkı olan elektrik akımına kapılmış ve sonradan hayatı bambaşka bir yönde değişmişti.
Daha önceki yazılarımızda da bazı filmlerden bahis açmıştık. Lobotomi için belki de verilebilecek en iyi örnek Shutter Island (Zindan Adası) filmidir. Lobotomiye direnen bir avuç idealist doktorun en çok ümit ettikleri insanı da kaybetmeleriyle uğradıkları yenilgi anlatılır. Esasında biraz sonra bahsedeceğimiz diğer filmlere nazaran bu konuyu en iyi işleyen film budur da denilebilir. Çünkü hem gişe başarısı hem de aldığı ödüller ile çok daha önde olduğu aşikâr. Session 9’da (9. Oturum) ise akıl hastanesindeki asbest problemini çözmek için gelen karakter tuhaflığı sezinler. Ancak karanlığa düştüğü anda her şey için çok geçtir. Cube (Küp) serisinin 3. filmi olarak çıkan ve çok sayıda izleyiciyi hayal kırıklığına uğratan Cube: Zero (Küp: Sıfır) da bunlardandır. Beyin üzerinde yapılan işlemler sonrası bambaşka bir insanla karşılaşılır. Fakat lobotomiye her zaman örnek olarak gösterilen ve ismi Türkçeye Otomatik Portakal şeklinde yanlış çevrilen a Clockwork Orange (Mekanik Adam) kitabının ya da filminin bu konuyla pek alakası yoktur. Şiddet bağımlısı grubun lideri olan Alex, işlediği suçlar ve uğradığı tecavüz sonrası hapishaneden çıkmak için psikolojik tedaviye razı gelir. Filmdeki adıyla Ludovico Tekniği uygulanır. Alex’e şiddet içeren filmler seyrettirilir, bu esnada mide bulandıran ilaçlar verilir. Böylece tedavi olduğuna inanılarak salıverilir. Devamına daha fazla değinip de hem izleyecek ya da okuyacak olanlara spoiler vermeyelim hem de konuyu bağlamından çıkarmayalım. Görüldüğü üzere bu filmdeki uygulamanın lobotomi ile alakasının olmadığını söyleyebiliriz.
Bir sonraki yazımız olan Suçlulara Duyulan İlgi’de de epey şaşıracağınız hadiselere şahit olacaksınız. Görüşmek dileğiyle.