Ölüm sonrası yaşam insanların aklını uzunca dönem meşgul etmiş bir olgudur. Kimileri bunun varlığını savunurken kimileri ise asla olmadığına dair tezler öne sürer. Dünyaya gelişimizin bir yaratılış olup olmadığı ise hâlen en çok tartışılan mevzulardan biridir. İşte bu duruma göre insanlar teist ve ateist olmak üzere iki gruba ayrılır. Teizm yani Tanrının var olduğuna inanan kesimin içinde de ahiret hayatının olup olmadığı konusunda fikir birliği yoktur. Bazı dinlerde ölüm sonrası bir hayat söz konusu değildir. Kimi dinlerde ise ruh farklı bedenler üzerinde dolaşır. Her ölüm sonrası başka bir bedende can bulur. Buna modern kültürde Reenkarnasyon deniyor. Diğer yaklaşım olan Ateizm’de ise Tanrının olmadığı konusunda neredeyse görüş birliği sağlandığından ahiret hayatı genellikle yok farz edilir. Elbette ateizmin pozitif ve negatif ateizm şeklinde ayrıldığını, Tanrı’nın yokluğuna şüpheyle yaklaşılmasını savunan küçük bir kesim olduğunu belirtmeden geçmeyelim.
İnsanlar tıpkı diğer canlılar gibi hayata gözlerini yumduktan sonra hızla dekompozisyon yani çürüme sürecine girerler. Vücut ısısı hızla düşerek çevre sıcaklığına inmeye başlar (algor mortis). Kaslarda kalsiyum mekanizması çöktüğü için kasılma sonrası gevşeme olmaz ve bu ölüm katılığına (rigor mortis) sebep olur. Bu nedenle birisi öldüğü zaman hemen yatar pozisyona getirilmelidir. Yalnız başına evde ölen bazı yaşlıların bedenleri açılamadığı için kimi zaman bulunduğu vaziyette gömüldüğü dahi olmuştur. Vücut ne tarafa dönükse, yer çekimi etkisiyle kan orada birikir ve cesette morarmalar (livor mortis) gerçekleşir. Bu ilk sürecin ardından bakterilerin yoğun olduğu nispeten yumuşak dokular çürür. Göbek adeta bir bomba gibi patlar, kol ve bacaklar yarılır. Bu çürüme sebebiyle cesetten dayanılmaz bir koku gelir. Barsaklardan başlayarak tüm iç organlar ve gözler hemencecik çürür. Kemik doku ise en sona kalan kısımdır. Kemik hariç tüm dokuların çürümesi tamamlanınca koku kesilir. Hatta iskelet dokunun neredeyse hiç kokusu yoktur. Bu nedenle Antik Mısır’dan kalan mumyalardan kum-taş kokusu hariç başka bir koku alamazsınız. Çürümeyi durduran bazı etkenler de yok değil. Bakterileri, vücudumuzun çürümesine neden olan birtakım maddeleri uzaklaştırırsanız veya yaşamasına müsaade etmezseniz cesetler çürümezler. Burada önemli olan iki unsur var. Birincisi hava temasını kesmek, ikincisi ise suyu uzaklaştırmak.
Oksijen, çürütücüler için çok ciddi bir kaynaktır. Su ise çürümenin gerçekleşmesi için yeterli ortamı sağlar. Ancak su miktarı bazen çürümeyi tersine çevirebilir. Özellikle kilolu bedenler su dolu ortamda hızlıca sabunlaşma sürecine girer. Saponifikasyon sonucu cenaze adeta mumla kaplanmış gibi korunur. Bunun en bilinen örneği merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın cenazesidir. Ölüm sebebinin araştırılması için feth-i kabir (mezar açılması) gerçekleştirildiğinde bel hizasından yukarısının bütünlüğü bozulmamış şekilde korunduğu görüldü. Çünkü merhum cumhurbaşkanı defnedildiğinde su hattı sorunu nedeniyle mezar tamamen dolmuştu. Böylece neredeyse 20 yıl sonra çok kolaylıkla otopsi işlemi gerçekleştirildi. Merak edenler için belirtelim; Özal’ın zehirlenerek öldürülüp öldürülmediği konusu hâlen şaibeli. Uzun dönem az miktarda verilebilecek birkaç maddeden şüphelenilmesine karşın somut bir bulgu yok.
Doğada kimi zaman bu bahsettiğimiz koşullar nedeniyle doğal mumyalaşma görülebilir. Buz Adam Ötzi ve Tollund Adamı gibi bataklıklar ve sulu arazilerde medfun bazı insanların bedenleri çürümez, yüzyıllar sonrasına kalıp insanları hayretler içinde bırakabilir. Güney Amerika’da bulunan Llullaillaco Çocukları olarak da adlandırılan mumyalar buna örnek verilebilir. Bu çocuklar o dönem İnka’larda yaygın olarak uygulanan kurban etme töreninin birer üyeleriydiler. 500 yıl kadar önce gerçekleşen olayda; muhtemelen çocuklara bir madde verilmiş, soğuk dağ zirvelerine çıkarılmış ve bu vaziyette bırakılmışlardı. Hem düşük sıcaklık hem de kuraklık sebebiyle cenazeler neredeyse ilk günkü gibi korunmuşlardı. Bu çocuklardan özellikle Bakire (la Doncella) isimli kızın cesedi yoğun bir incelemeye ve CT teknolojisine tabi tutuldu. Ölmeden önce akciğer enfeksiyonu geçirdiği öğrenildi.
Mumyalama tamamen coğrafyaya göre değişen bir prosestir. Kuru iklime sahip toplumlarda daha çok tuzlama ve kurutma yöntemi kullanılırken nemli bölgelerde kumaşa sarma ve kömürle koruma uygulanır. Antik Mısır’daki mumyalama muhtemelen çölde ölü bulunmuş hayvanların doğal kurumasından ortaya çıkmıştır. Mısırlılar biri öldüğü zaman bedenini korumaya çalışırlardı. Çünkü ruh bedenini aradığında tanıyabilmeliydi. Cesedin kalp hariç tüm iç organları çıkarılıp kanapus adı verilen kavanozlara (konopik kap) tuzlanarak konurdu. Burna bir çakıyla vurularak beyin yolu açılır ardından da bir tel ile beyin adeta sıvı kıvama getirilip cenaze ters çevrilerek kafatası boşaltılırdı. Yol gösterici olarak kalp bedende bırakılıyordu. Çünkü Mısırlılar düşünme ve vicdanın kalp yoluyla olduğunu düşünüyorlardı. Cenazenin üzerine bolca natron tuzu dökülerek günlerce bekletilirdi. Buradaki temel amaç suyun tamamen yok olmasıydı. Daha sonra cenaze katran benzeri bir yağa batırılmış sargılarla sarılıp dualar ediliyor ve cenazenin belli noktalarına tılsımlı boncuklar konuluyordu. Firavunlar öldükten sonra Tanrıların arasına katıldıkları için onların mumyalanmasının yanı sıra güvenliği de önemliydi. Fakat tüm servetiyle beraber gömüldükleri için çoğu firavunun mezarı açıldı. Büyük piramidi yaptıran Khufu’nun (Keops) annesinin bedeni çalınmıştı. O da bunu takıntı haline getirmiş ve cenazesinin korunması için büyük bir güvenlik sistemi oluşturmuştu. Ama onun da cenazesi çalındı. Yani bugün herkesin ziyaret ettiği piramidin sahibi hâlen kayıp.
Nemli bölgelerde özellikle de Çin, Arjantin ve Meksika gibi ülkelerde var olmuş imparatorluk mumyaları ise farklı yöntemlerle korunmuştur. Örneğin Çin’de bulunan Xin Zhui’nin bedeni neredeyse yeni ölmüş birinin cenazesi gibiydi. Yaşlıca kadın öldükten sonra sayısız kumaşa sarılmış, birden fazla sandığın içine konulmuştu. Yapılan otopside kiloya ve kalp hastalığına bağlı ölüm raporu verildi. Kuzeybatı Avrupa’da ise cenazeler çoğunlukla bataklığa gömülürdü. Amaç mumyalamak değildi ancak sonuç doğal mumyalardı. Hatta bataklığa gömülenlerin bir kısmı kurban, suçlu ve infaz edilen insanlardı. Fakat bu mumyaların Mısır mumyalarından temelde bir farklılığı var. Mısır mumyalarında kemik doku gibi sert dokular korunurken bataklık mumyalarında yumuşak dokular korunur. Kemikleri aşınsa bile bu kadavraların en son ne yedikleri dahi saptanabilir.
Mumyalama Türklerde de rastlanan bir işlemdir. Eski Türklerde bazı soyluların cenazeleri mumyalandı. Lolan Güzeli olarak da bilinen, kimi rivayetlere göre prenses olan bir kadın iç organlarıyla beraber defnedilmesine karşın çok iyi korunmuştu. Kadının kirpikleri, saçları ve kaşları dahi duruyordu. Türkler İslam’ı benimsedikten sonra diğer tüm Müslüman topluluklar gibi mumyalamayı terk etti. Fakat tarihsel süreç içinde kimi zaman cenazelerin korunması gerektiğinde Tahnit denilen yönteme başvuruldu. Tahnit etmek mumyalamaktan farklı bir işlemdir. Ölüm sonrası hemen cesedin iç organları alınıp defnedilir. Daha sonra kol yahut bacaktan olmak üzere iki yerden damar yolu açılır ve kan yerine tuzlu su ya da koruyucu başka sıvılar zerk edilir. Böylece cenaze bir müddet korunur. Bu teknik Çelebi Sultan Mehmed ve Kanuni Sultan Süleyman gibi padişahlarda uygulanmıştır. Ölümü sonrası isyan çıkmasından korkulduğu için Sultan Mehmed pencere önüne oturtulmuş ve bir yardımcı vasıtasıyla halka el sallatılmıştı. Sultan Süleyman’ın ölümü Belgrad’a kadar gizlenmiş Sultan Selim’in tahta çıktığı duyulunca ölüm haberi askere öyle verilmişti. Oğulları taht kavgasına giriştiği için tahnit edilemeyen Fatih Sultan Mehmed onlar kadar şanslı değildi. Cenazesi unutulan padişahın bedeni neredeyse çürümüş, kaftanı üzerine yapışmıştı. Odaya girenler kokuya dayanamamış içeride mum bile yakamamışlardı. Rum İmparatorluğunu fetheden komutan, cesedi üzerindeki bir parça kaftanla kefenlenebilmişti.
Modern dünyada mumyalama işlemi devam ediyor. Örneğin Rusya’da SSCB’nin kurucusu Vladimir İlyiç Lenin’in cenazesi sergileniyor. Bir dönem Rus hükumetinin bazı üyeleri gereksiz masraf olduğunu söylese de tepkilerden dolayı kaynak aktarılmaya devam edildi. Şu sıralarda Dünya genelinde mumyalama işlemi ile ilgili en çok çalışma yapan bilim insanı Bob Brier. Antik Mısır’ın birçok kaynağını incelemiş, bu işleme dair tüm bilinenleri ortaya çıkarmıştır. Hatta bedenini bağışlayan bir kişi üzerinde eski tekniklerle modern bir mumyalama yapmıştır. Çok eski bir çalışma olmasına karşın hâlen çeşitli platformlarda yaptığı işlemlerin görüntüleri yer almaya devam ediyor.
Mumya yiyen Avrupalılar, sargı açma töreni düzenleyen zenginler, cenazeye tecavüz eden nekrofili görevliler, mumya satan esnaflar ya da cenaze kaçıran hırsızlar. Mumyalar zamana direndikleri kadar karıştıkları olaylar da adlarından söz ettirdiler. Kendilerine sorulsa bugün binlerce insanın bedenlerine nazar etmesini isterler miydi bilmiyoruz. Bugüne kalan mumyalardan en çok ilgi çekenler kadın firavun Hatşepsut, genç kral Tutankhamon, SSCB’nin lideri Lenin ve Xin Zhui. Kalıcılığı bedeniyle sağlayan bu insanlar mı daha unutulmaz ya da fikirleriyle Dünya’yı değiştirenler mi, hâlen sorulmaya devam edilen soru bu…