Gözleri yukarı doğru bakan, elleri buz kesilmiş, burun ucu kızarmış ve alnındaki küçük ter damlaları kolayca seçilen birini seyrediyorsunuz. Boğazındaki hırıltı duyulacak hale gelmiş, nabzı ve tansiyonu da giderek düşüyor. Bu kişi anneniz, babanız, eşiniz ya da çok sevdiğiniz bir dostunuz olabilir. Onun umurunda mısınız bilinmez ama siz de duygusal olarak onun çektiği acıyı çekiyorsunuz. İşte bu olgu, hayatımızın tek gerçeği olan ölüm. İnsanların önemli çoğunluğunun korktuğu, korkmakta da psikolojik olarak haklı olduğu bir olgudur. Çünkü insan öleceğini bilerek yaşayan tek canlıdır ve beyin yaşama tutunmak için her yolu dener.
Ölüm, geri dönüşü olmaksızın hayati tüm faaliyetlerin sona ermesidir. Ölümün tıbbi tanımı konusunda bilim insanları hâlen tartışma içinde. Gerçek ölüm, beyin ölümü mü yoksa kalp ölümü mü diye sorulmaya devam ediliyor. Ancak son zamanlarda yapılan çalışmalar beyin ölümünü öne çıkarıyor. Çünkü kalp ölümü gerçekleştiğinde elektroşok gibi uygulamalarla hasta hayata döner. Fakat beyin ölümü gerçekleştiğinde bunun geri dönüşü yoktur. Aslında bu konuda da ciddi kafa karışıklığı mevcut. Bitkisel hayat denilen, beynin çalışmaya devam ettiği ancak yaşamsal destek verilen durumun beyin ölümü ile alakası yoktur. Beyin ölümü, beyin fonksiyonlarının tamamen kaybedilmesi demektir. Bitkisel hayata giren bir hasta belki de yıllar sonra gözlerini açabilirken beyin ölümü gerçekleşen birinin tekrar dönme ihtimali yoktur. Bu nedenle beyin ölümü gerçekleşmiş olan insanların organlarının bağışlanmasında bir mahzur görülmemelidir.
İnsanlara ölüm raporu verilirken yalnızca beyin ölümünün kriter olarak kabul edilmediğini belirtelim. Apne testi, son 10 dakikalık veriler baz alınarak değerlendirme ve kan testleri de önemlidir. Diriyken morga götürüldüğü ya da mezara konulduktan sonra içeriden ses geldiği iddia edilen cenaze olayları da bu sebeple tarihe karışmıştır. Bunun en bilinen örneği arabesk müzik sanatçısı Müslüm Gürses’in yaşadığı kazadır. Öldü zannedilen Gürses morga kaldırıldığında nefes aldığı fark edilmiş acil alındığı ameliyattan sağ kurtulmuştur. Fakat bu kaza onun ömür boyu tat ve koku kaybına neden olmuş, kafatasının ön kısmına konulan plaka nedeniyle ömür boyu kafa darbelerine dikkat etmek zorunda kalmıştır. Cuma namazı dönüşü at sırtında ölen daha doğrusu öldüğü sanılan ardından da defnedilen ancak başında Kur’an-ı Kerim okumak için duran hafızın ses geldiği için saraya koştuğu I. Mahmud da onlardandır. Hafız saraya gelip nefes nefese kapı ağasına durumu anlatmıştı. Ağalar huzura çıkıp padişah III. Osman’a bilgi vermişlerdi. Normalde beklenen, derhal sabık padişahın kurtarılmasıydı. Ancak yeni sultan tahtının sallantıya girmesi korkusuyla "Hafızın işini bitirin" emrini vermişti. Bir daha hafızı ne gören oldu ne de duyan…
Bu durumlar haricinde ölen bir insan hareket edebilir. Bu size epey şaşırtıcı gelecektir belki ama kimi durumlarda ceset hareket eder. Bunlardan ilki beyin ölümü gerçekleşmiş insanlarda oluşan Lazarus Refleksi’dir. (Lazarus Sign-Effect) Aslında bu durum bilinen bir örnekle daha anlaşılır biçimde anlatılabilir. Romatizma şikâyeti ile gittiğiniz doktor eline çekiç benzeri bir alet alarak diz kapağınıza vurur. Beyniniz bu etkiye refleks olarak tepki verir. Bacağınız çekiç vurulduktan sonra hareket eder. İşte Lazarus refleksi de tıpkı bunun gibidir. Beyin ölümü gerçekleşmesine rağmen reflekslerimizi yöneten yerler bazı tepkiler verebilir. Bu nedenle beyin ölümü gerçekleşmiş birinin göğüs kafesine dokunduğunuzda elleri kavuşarak kucağına doğru gelir. Esasen bu durum anne karnından beri alışık olduğumuz cenin pozisyonun yeniden denenişidir. Maskelerin Ardındaki Sır isimli eserimde bu reflekse değinmiş, sevdiği adamın dirildiğini sanan bir kızın hayattan nasıl koptuğunu anlatmıştım. Bir diğer hareket türü ise tamamen dış etkenlerin etkisidir. Ölüm sonrası cesette hızla katılaşma gerçekleşir. (Rigor mortis) Özellikle Müslüman cenazelerinde ölü yıkama adeti gereğince cesede su dökülür. Eğer su yeterince sıcaksa kaslarda bir miktar açılma olabilir. Bu nedenle bel hizasında olan kol yana düşebilir ya da kasılan ayak parmakları açılabilir. Cenaze yakınları bu durumu yaşam belirtisi sansa da ne yazık ki tamamen sıcaklığın bir etkisidir.
Ölüm anında gerçekleşen bazı hadiseler tıbbın ilerlemesi ile artık görülmüyor. Örneğin birçok hastanın son anlarında boğazından hırıltı sesi gelir. Bunun temel nedeni yutkunma refleksini kaybetmektir. Yutkunamayan hastanın tükürüğü boğazında birikir ve nefes alırken ses çıkar. Ölüm esnasında bedende oluşan acı önemli ölçüde azaltılmıştır. Ölüm süreci tamamen evde geçen hastaların son günlerde ölen insanları yaşıyor sanması ya da onlarla konuşması çok üzücü bir durumdur. Verilen solunum desteği sebebiyle hastanın boğularak ölmesi yerine beyin ölümü sonucu hayatını kaybetmesi daha kolay bir yoldur. Beyinde kimi bölgelerin ölüm esnasında çok aktif çalıştığı bilinen bir gerçek. Beynin hatıra merkezleri çok fazla çalıştığı için ölen insanlar sanki yeniden canlanabilir, hayat gözlerin önünden bir film şeridi gibi geçebilir, insanlar karanlık ve korkutucu rüyalar görebilir. Psikiyatrinin Anahtarı Serotonin Hormonu isimli yazımızda bu konuya değinmiştik. Kimi hastalar son anlarında yoğun serotonin üretimi sonucu mutlu ölebilir. (Her dört ölümden biri)
İnsanlar ölümü tercih edebilirler. Bunun temel yollarından biri intihardır fakat çoğu ülkede intihar etmek kanunlarla yasaklanmıştır. Bununla birlikte, bazı ülkelerde Assisted Suicide da denilen yardımlı ölüm serbest bırakılır. Ölümün kapıda olduğu ya da yaşam kalitesini önemli ölçüde düşüren hastalıklara sahip insanlar ölüm kararı alabilirler. Doktor yardımlı intiharlar Amerika’nın kimi eyaletlerinde, İsviçre, Portekiz ve Kanada gibi ülkelerde uygulanıyor. Yahut insanlar farklı ülkelerden bu ülkelere ölüm seyahatleri yapıyorlar. Ötenazi hakkı, dünyanın her yerinde bir tartışma konusudur. Psikolojik sağlık konusunda bir sorun yoksa ve insan ölmeyi istiyorsa bunu gerçekleştirmesi hakkıdır diyenlerin sayısı zamanla artıyor. Bunlardan en bilineni 2010 yılında ölen Fransız yazar Michèle Causse’dur. Dignitas isimli İsviçreli şirket ile anlaşıp 74. yaş gününde yardımlı intiharlara katıldı. Ölümü televizyonda gösterilen nadir insanlardan biri oldu. Onun da uyguladığı genel yöntemde; yüksek dozda barbitürat (pentobarbital) birkaç yudumda alınarak önce derin bir uyku ardından da kalp durması sonucu ölüm gerçekleşiyor. Ölümcül dozda ilaç alımında vücut bu maddeyi kusarak dışarı çıkarmaya çalışır. Bu nedenle barbitürat içeriğine ayrıca kusmayı engelleyici ajanlar da eklenir. Yeri gelmişken belirtmekte fayda var; ilaçla intihar eden insanlar aslında çoğunlukla ölmeyi istemezler. Alt psikolojide kendisini duyurma ve sahip çıkılma ihtiyacı baskın gelir.
İnsanlar bedenlerini toprağa karışmaktan çok daha hayırlı işlerde kullanmak isteyebilirler. Organ bağışı herkes tarafından bilinmekle birlikte bunun en iyi yolu beden bağışı ya da bilinen adı ile kadavra bağışıdır. Çeşitli hastanelerde birkaç evrağa imza atarak yapılabilecek bu bağış, tıp eğitimi adına büyük önem taşır. Çünkü plastik bir model üzerinde ders görmekle gerçek bir beden üzerinde eğitim görmek bambaşka şeylerdir. Hatırlarsanız; bir önceki yazımızda beden korumanın en önemli yollarından biri olan mumyalamadan bahsetmiştik. Modern dünyada beden koruma kimyasallar ile gerçekleşiyor. Formaldehit havuzuna yatırılan cesetler gayet iyi korunuyor hatta yıllarca derslerde kullanılıyor. Dinen de sakıncası olmayan bu bağışın yapılması konusunda tavsiyede bulunuluyor. Çünkü kadavra kullanım süreci tamamlandıktan sonra bağışçı şahıs törenle defnedilir. Tıp dünyasına kattıklarınız ise tüm bunların cabası. Bu noktada bir yanlışı da düzeltmekte fayda var. Bugünlerde sosyal medyada çokça dolaşan birkaç otopsi görüntüsü. İddiaya göre önemli yazarlarımızdan Ömer Seyfettin sahipsiz ölmüş, cenazesi tanınmayıp otopsi yapılmış, kafası koparılıp kaybedilmiş üstüne bir de fotoğrafları çekilmişti. Külliyen yalan olan bu iddia öyle bir yayıldı ki insanlar buna inanmaya devam ediyor. İlk olarak Diyet ve Başını Vermeyen Şehit gibi esaslı eserlere imza atan bir yazarın sahipsiz ölmesi mümkün değil. Ayrıca yakın arkadaşı şeker komasına girmeden saatler önce kendisini görmüş, öldükten sonra otopsi yapılan bedeni hemen teslim alınmış ve cenazesine de çok sayıda insan katılmıştır.
Beden incelemesi yalnızca tıp eğitiminde değil birçok adli olayda da uygulanan bir yöntemdir. Otopsi uygulamaları bir sonraki yazımızın konusu olmakla birlikte birkaç mevzuya değinelim. Çoğu inançta ve hukuk kurallarında bedenin korunması esastır. Bununla birlikte; kaza, intihar, cinayet ya da şüpheli ölümlerde adli soruşturma kapsamında beden muayenesi gerekir. Bu yüzden olay yerinden alınan cenaze morga kaldırılır ardından da incelemeye tabi tutulur. Durumu netleştirmemiz gereken bir diğer husus; adli olaylara karışan cenazeler kadavra olarak bağışlanamaz ya da tıbbi eğitimler için kullanılamaz. Bugün her ne kadar sayısı yetersiz olsa da hastanelerde kadavra vardır ve sahipsiz cenazelere ihtiyaç nispeten daha azdır. Mezarlıklardan eğitim için gizlice cenaze çalanları, kimsesi olmadığından dolayı hastanede kalan ve bu sebeple de kadavra olarak kullanılan insanları düşündüğünüzde bugünkü durum eskiye göre iyi denilebilir. Daha da iyi olması için beden bağışı yapılması gerekiyor.
Bu vesileyle biz de tavsiye etmiş olalım; kadavra bağışı tıbbın daha iyi bir noktaya gelmesi ve öğrencilerin bilgilerini pratikle harmanlaması için hayati önem taşır. Lütfen bedeninizi bağışlayınız ve ölümünüzden sonra insanlığa faydalı olacak o imzayı atınız…
Sevgili kardeşim, ölüm konusunu bu ciddiyet ve bağlılıkla araştırmaya devam etmen beni ve benim gibi okurları mutlu ediyor. Bu konuyla bu kadar ilgili olduğuna göre muhakkak death metal de dinliyorsundur. Bir ölümsever için başta death metal olmak üzere ekstrem metal olmazsa eksik kalır diye düşünüyorum. Dinlemiyorsan çok şey kaçırıyorsun demektir. Saygılar ve sevgiler. Not: Deathrock gibi ismen benzese de pek alakalı olmayan türler de var, kafam metal kaldırmaz diyenler bu ve benzeri rock türevlerinden başlayabilirler ancak müzik aynı hissi vermeyi bırakın, yakınından bile geçemeyecektir.