5 Ağustos 1962 Pazar gecesi ölü bulunan kadın önce bir torbanın içine alındı sonra da usulca tekerlekli sedyeyle dışarı çıkarıldı. Üzerinde kalınca bir battaniye vardı. Dışarıda bekleyenler yakalayabilecekleri tek kare fotoğraf için neredeyse birbirini ezerken cenaze araca yüklenip evden uzaklaştı. Basın koşturarak morga gitti ve orada da birkaç poz yakalamaya çalıştı. Üzerindeki gri örtü biraz olsun açılmış ve beyaz çarşaf görünmüştü. Cenaze içeri alındıktan sonra artık her şey doktorlara emanetti. Basının yakalamaya çalışıp bir türlü çekemediği fotoğrafı şimdi bir görevli tüm detayları ile çekiyordu. Geriye düşen sarı saçları, yüzünde dalgalar halindeki lekeler, siyah kaşlarıyla hiç filmlerde göründüğü gibi değildi. Masadaki bir ölüydü ve dışarıya verilen beyana göre ünlü yıldız Marilyn Monroe’ydu.
Marilyn Monroe sinemaya damgasını vurmuş kadınlardan biriydi. Güzel olmasının yanı sıra yetenekli de bir oyuncuydu. İlk çıktığı zamanlarda çok dikkat çekmemiş ancak zamanla bu yetkinliğini herkese kanıtlamayı başarmıştı. Uzun zaman boyunca çıplak pozlar vererek bir yerlere gelmeye çalıştı. Adı Norma Jeane’di. Annesi alkolik, sigara bağımlısı ve gayet ilgisiz bir kadındı. Babasının kim olduğu ise meçhuldü. Annesi, anneannesi ve dedesi psikolojik rahatsızlıklara sahipti. Bu aileden kurtulmanın tek yolu evlenmekti. Küçük kız henüz 16 yaşındayken flört ettiği 21 yaşındaki adamla evlendi. Fakat bu evlilik uzun sürmedi. Boşandıktan sonra mankenlik ajanslarına başvurdu. Neredeyse yalnız yaşadığı hayatını değiştirecek adam deklanşöre basılırken ona yeni bir isim vermeyi düşündü. Önemli bir film yapımcısıydı. Norma Jeane’in kimliği, ismi kaybolurken yeni bir yıldız doğacaktı. Marilyn Monroe’ydu o. Sarışın, güzel kadındı. Birkaç film yaptı ama başarısız oldu. Fakat yapımcı onun elini bırakmayıp iki küçük rolü daha ona verdi. Müziğe ve dansa yeteneği ortaya çıkınca oyunculuk ile bunları harmanlayan yapımcılar onu çok sayıda projede çalıştırmaya başladılar. Sorumluluk duygusundan biraz uzak olmasına karşın başarı gösteren Monroe kısa zamanda ünlendi ve önemli bir film yıldızı, ikon oldu.
Bu durum neredeyse 10 yıl kadar sürdü. Fakat Monroe artık mutlu değildi. Çünkü ünü ABD’yi sarmış, Başkan John F. Kennedy ile ilişki yaşamış lakin çapkın başkanın onu bir anda bırakacağı aklına gelmemişti. Uzun zaman boyunca verdiği mücadele sonuç vermemişti. Bu dönemde ailesi gibi o da psikolojik rahatsızlıklara uğramış ve destek almak zorunda kalmıştı. Her gün daha da kötüye giderken evine gelen bir mektup onu heyecanlandırdı. Başkan Kennedy onu bir partiye davet etmişti. Tüm işlerini yarım bırakıp o davete katılarak şarkı söyledi. Buna karşın Başkan kendisiyle ilgilenmedi. Hatta daha da tuhafı kardeşinden Marilyn ile görüşmesini ve onunla sevgili olmasını istedi. Bu durum zaten sallantıda olan Monroe’yu iyice yıkmıştı. Evine döndükten sonra uzun zamandır gittiği psikiyatrının yakınlarına taşınmaya karar verdi. Bu süreçte atıldığı işine tekrar döndü. Lakin Monroe eski, güçlü ve dirayetli kadın değildi. Günden güne eridi ve içine kapanık bir insana dönüştü. Bu durum 4 Ağustos 1962’ye kadar sürdü.
12305 5. Helena Yolu’ndaki ev en sessiz gününü yaşıyordu. Marilyn içeri girdi ve usulca kapıyı kilitledi. El ayak çekilmiş herkes derin bir uykuya dalmıştı. İki kişi dışında. Biri ölmeye aday sarışın kadın diğeri ise kapı eşiğinde beklemekte olan evin hizmetçisi. Tek katlı kompleksin en ucunda yatağının başında bekleyen kadının yanında yığınla ilaç vardı. Her an kendisine bir şey yapması olasıydı. Saat 03.25’e geldiğinde hizmetçi Eunice Murray evdeki tuhaflığı fark edip Marilyn’in odasını gizlice dinledi. Lakin ses gelmiyordu. Durumdan iyice şüphelenip kapının tokmağına dokundu ama açılmıyordu. Zorlamasına rağmen içeri girilmiyordu. Yere eğildi ve kapının altından baktığında ışık geldiğini hissetti. Fakat tam da anlayamamıştı. Koşturarak dışarı çıktı pencereden baktığında ışığın hâlen yandığını gördü. Polisi aradığında saat 03.45’ti. Pencereyi kırıp içeri girdiklerinde yüzüstü yatan kadın nefes almıyordu. Yatağının başındaki sehpanın üzerinde düzenli bir biçimde duran boş ilaç kutuları vardı.
Daha doğrusu anlatılanlar bunlar. Dr. Engleberg eve gelip Marilyn Monroe’nun öldüğünü anlayıp polis memurunu aradığı esnada hizmetçi evin çarşaflarını çoktan yıkamış etrafı derleyip toparlamıştı. Cenaze gayet muntazam bir biçimde yüzüstü yatıyordu. Koluna dokunduklarında güçlükle hareket ettirdiler. Çünkü ölüm sertliği çoktan başlamıştı. Bu da Monroe’nun ölümünün üzerinden belli bir zamanın (6 saat gibi) geçtiğini gösteriyordu. Yani Monroe muhtemelen 21.30 sularında ölmüştü. Cesedi ne zaman bulduğu sorulduğunda hizmetçi "Gece yarısından sonra" deyiverdi. Olayları anlatırken polis memuru da gelmişti. Kapıyı kapattı ancak altından ışık sızmıyordu. Yani hizmetçi resmen yalan söylüyordu. O sırada Monroe’nun devamlı görüştüğü psikiyatrist de içeri girdi. Zaten hizmetçiyi de eve o aldırmıştı. Marilyn Monroe’nun kendisini zehirlerken aldığını düşündükleri pentobarbitali o reçete etmişti. İlaç kutularını görüp "Bunlarla intihar etmiş olmalı" dedi. Lakin işin garip tarafı; ilacı yutmak için suya ihtiyaç olmasına karşın ortada ne bardak ne de su vardı. Hatta yakınındaki banyoya henüz su hattı bağlanmamıştı. Yani hapları yuttuysa bile susuz yutmuştu -ki bu da çok zordu. Gariplikler bunlarla sınırlı değildi. Cesedin ağzına köpük ya da yatakta kusma belirtileri yoktu. Yani zehirlenmişe benzemiyordu.
Olay yerindeki bu tuhaflıklar dizisi otopsi sırasında da sürdü. Japon asıllı Dr. Thomas Noguchi bizzat otopsi işlemine katıldı. Mesleğinde çok yetkin biri olmakla birlikte çok sayıda ünlünün otopsisinde de bulunmuş saygın bir doktordu. Monroe’nun asıyla, silahla ya da boğulma sonucu ölmediği açıktı. Birincil şüphelenilen ölüm nedeni zehirlenmeydi. Zaten Monroe son zamanlarda çok fazla ilaç kullanmaya alışmış alkolü de arttırmıştı. Lakin zehirlenme, yanma ya da suda bulunan ceset dosyaları her zaman çok karmaşıktı. Bu yüzden önce öldürücü dozun nereden zerk edildiğini bulmalıydılar. Dr. Noguchi yanına aldığı teknisyeniyle birlikte, ellerinde birer büyüteçle iğne izi aramaya başladılar. Lakin herhangi bir iğne izi yoktu. Mide sıvısını almak istediler. Buna karşın mide sıvısı hem çok az hem de herhangi bir ilaç kalıntısı görünmüyordu. Halbuki barbitürat zehirlenmelerinde midede ve barsak mukozasında kan toplanması ya da yaralar muhakkak bulunurdu. Doktor ve ekibi bunu not etti. Yani Monroe ilaçları oral yolla almamıştı, iğneyle de ölmemişti. Şimdi geriye tek soru işareti kalıyordu, Monroe zehri nasıl almıştı?
Doktor zehirlenme belirtilerini anlamak adına iç organlardan birer parça kesti, kan örnekleri aldı. Mikroskop altında ilaç kristallerini aradı. Bulamayınca bunu ileri toksikoloji analizleri için ayırarak başka bir doktora gönderdi. Cenazeyi incelerken ölüm morluklarını, kan toplanan yerleri inceledi. Ancak kan birikimlerine baktığında direkt olarak yüzüstü şekilde ölmeyebileceğini düşündü. Çünkü sırtında da morluklar bulunuyordu. Bu da cenazenin çevrildiğini, birisi tarafından öldürüldükten sonra intihar süsü verilmiş olabileceğini gösteriyor olabilirdi.
Tüm olaylar doktorun basına otopside edindiği bilgileri ayan beyan anlatmasıyla patladı. Zaten doktor pek çenesini sıkı tutabilen bir adam değildi. O sırada toksikoloji raporu da gelmişti. Evet, ölüm nedeni kesindi. Marilyn Monroe barbitürat ve kloral hidratın yüksek dozda alınmasına bağlı olarak zehirlenme sonucu hayatını kaybetmişti. Fakat doktorun aklında hâlen soru işareti vardı. Enjeksiyon izini göremedi ama yine de şüphe içindeydi. Toksikoloji bölümüne tekrar ulaştı ve diğer organlara, mide sıvısına ve idrara bakılmasını istedi. Lakin aldığı cevap karşısında hayatının en büyük şokunu yaşadı. Laboratuvar ona sonuçlar elde edildikten sonra örneklerin imha edildiğini söylemişti. Doktorun yapabileceği fazla şey yoktu. Yıllar boyunca kafa karışıklığı yaratacak, hepimizin bu ölüme şüpheli bakmasına sebep olacak ibareyi otopsi raporuna yazıverdi. "Probable" yani muhtemelen ilaçla intihar. Rapor basının eline geçtiğinde ortalık yangın yerine dönmüştü. Cenaze işlemleri tamamlanmış Monroe son yolculuğuna uğurlanıyordu. Buna karşın şüpheler beyinlerde dolaşmaya devam ediyordu. Sonraki yıllarda yapılan çalışmalar, adli bilimlerin ilerlemesi ve dosya üzerinde düşünen insan sayısının artması sonucu Monroe’nun ilaçları nasıl aldığı konusu da çözüme kavuştu denilebilir. Oral yolla ya da enjeksiyonla alınmadığı için barbitüratın lavmanla yani anal yoldan alınabileceği söylendi. Ancak bu öne sürülen fikir de ihtimal dahilinde.
Marilyn Monroe’nun ölümünden sonra bahçeler bağlar içindeki evi 2017 yılında tam 7,25 milyon dolara satıldı. Aradan birkaç yıl geçmeden 8,35 milyon dolara yeniden alıcı buldu. Evi alan şirket mevcut binayı yıkıp başka bir binayı imar etmeye kalkınca bu sefer de Monroe’nun hayranları ortalığı birbirine kattı. Belediye meclisinde çıkan karar doğrultusunda yıkım bir müddet geciktirildi. Bu dönemde soru işaretleri de artmıştı. Evin ısrarla yıkılmaya çalışılması ve dosyanın unutturulma çabası birçok kişiyi derin şüphelere sevk etti. 2020 yılına gelindiğinde bir belgesel sebebiyle Marilyn Monroe’nun ölüm nedenine ilişkin yeni araştırmalar yapıldı. Bu esnada çıkan gürültü sebebiyle dosya yeniden gündeme geldi. Hatta çok sayıda insan Monroe’nun su geçirmez tabutla gömüldüğü için cenazesinin çürümeyebileceğini söylüyordu. Lakin dosyanın epey karışık olması işlerin sarpa sarmasına yol açtı. Monroe’nun ölümü bugün itibarıyla hâlen şüpheli ve pek de kolay çözülecekmiş gibi durmuyor.
Daha önceki yazılarımızda konu edindiğimiz ve Marilyn Monroe ile ilişkisi olduğu bilinen ABD başkanı John F. Kennedy ise bu olaydan bir buçuk yıl sonra suikasta kurban gitti. Joe Biden ile Donald Trump arasında artık bir seçim savaşına dönüşen belge açıklama yarışının öznesi olan Kennedy suikastı hâlen şaibeli. CIA, FBI ve bakanlıkların ortak çalışmasıyla öldürüldüğüne dair komplo teorileri sürüyor. İşin ilginç tarafı az önce bahsi geçen ve Monroe’nun otopsisinde bulunan Dr. Noguchi aynı zamanda Kennedy’nin beş yıl sonra suikasta kurban giden kardeşi Robert Kennedy’nin de otopsisini yapmıştı. Başka bir ilginç detayı da atlamayalım. Marilyn Monroe’nun cenazesine ait birkaç poz medyanın eline ulaştı. Kimseler bunun kaynağını tespit edememişti. Gerçek sonradan ortaya çıktı. Foto muhabiri Leigh Wiener morg görevlilerine iki şişe viski vermiş ve cenazeyi morgdan çıkarıp fotoğraflarını çekmişti. Hatta bununla da kalmayıp birkaç çıplak pozu da iki ayrı kasetle saklayıp gizli tuttuğu bir kasaya koymuştu. Bu durum Monroe’nun hayranlarını epey kızdırdı. Bununla birlikte görevlilerin mesleki bilinçten ne denli yoksun çalıştığını yeniden gösterdi.
Serimizin bir sonraki yazısında sevdiği adamı öldüren, parçalayan, kendisi yemek isteyip yiyemediği için çocuklara yedirmeye çalışan tuhaf bir katili, Katherine Knight’ın ilginç suç dosyasını yeniden inceleyeceğiz. Kadının adım adım sevgilisini öldürürken herkesin nasıl da derin bir uykuda olduğunu, müdahalelerin sonuçsuz kaldığını hayretle okuyacaksınız. Detaylarını okuduğunuz her satırda şaşkınlığınızın artacağına emin olabilirsiniz. Görüşmek dileğiyle.