Sevgilinizle oturmuş güzel bir akşam yemeği yiyorsunuz. Farklı bir ülkeden, kültürlü, sevecen biri. Aklınız adeta başınızdan gitmiş gibi. Kendinizi kaptırdığınız dünyayı içinde tutan gözler birden değişiyor. Daha ne olduğunu bile anlamıyorsunuz. Ayağa kalkan kişi arkada duran, keskin tarafı ışıkla parlayan kılıcı eline alıyor. Hareket etmenize fırsat bile bırakmadan kılıcı kaldırıyor. Son gördüğünüz sahne bu. Kafanız ayrı yere gövdeniz ayrı yere savruluyor. Ayakta duran şahıs elinde kılıcıyla tepinen bedeninizin başında kanınızın tamamen boşalmasını bekliyor. Hayatınızı kaybettikten sonra bedeninizi parçalıyor, etlerinizi yiyor ve gömmek için bir yere götürüyor. Neyse ki sizi öldürdükten sonra kıskıvrak yakalanıyor. Lakin birkaç yıl sonra elini kolunu sallayarak dışarı çıkıyor. Korkunç bir senaryo gibi gelen bu kısa metin aslında gerçek. Fail ise suçsuz kadını öldüren ruh hastası adam, Issei Sagawa.
Takvimler 11 Haziran 1981’i gösteriyordu. Paris’in aşkı fısıldadığı o güzel aylarda Eyfel Kulesi’nin önünden geçen Sen Nehri’nin yosunlu kokusu ortamı sarıyordu. Sen Nehri’ne sırtınızı verip yaklaşık 15 dakika yürüdüğünüzde sıcacık bir evin önüne gelirdiniz. Renée Hartevelt de bunu yaptı. Kapıyı çaldığında karşısına çıkan adam 144 santimetre boyunda, çekik gözlü, kısmen kel biriydi. Gayet kibar ama konuşma konusunda epey başarısızdı. Belli ki bu durum kadının hoşuna gitmişti. Zararsız biri gibi duruyordu. Beraber devam ettikleri Sorbonne Üniversitesi’nde tanışmışlardı. Zamanla arkadaşlıkları ilerlemiş ve Sagawa onu evine davet etmişti. Menüde suşi vardı ve Issei kendi elleriyle yapmıştı. Önce biraz sohbet ettiler ardından da yemeğe geçtiler. Adam kızla yemek yiyordu ama aklı başka yerlerdeydi. Önce ondan şiir okumasını istedi ve ses kayıt cihazının düğmesine bastı. Kızın tam arkasında duran samuray kılıcına bakıp duruyordu. Sonra ne olduysa birden ayağa kalktı. Daha kız ne olduğunu bile anlamadan kılıcı tutup öyle bir savurdu ki başı gövdesinden ayrılmıştı. Yabancı çoğu kaynakta Sagawa’nın kızı 22 kalibre yivli tüfekle vurduğu iddia edilir ama otopsi resimleri hâlen duran Hartevelt’in cenazesinde vurulma izi görülmez.
25 yaşında, üç dil bilen, 178 santimetre boyundaki Hollandalı kız aslında olayların bu raddeye geleceğini hayal bile etmemişti. Yanına oturan, kendisinden neredeyse 25 santimetre kısa olan adam âşık olduğunu söylediğinde pek de ciddiye almamıştı. Muhtemelen edebiyat bilgisi ve eğitimine hayran olduğunu düşünüyordu. Ailesine Sagawa’dan bahsetmiş, kendisi gibi değişim öğrencisi olan adamla iyi ilişkiler kurduğunu söylemişti. Adam çok zengindi ve Renée öğrenmeyi istediği diller için gerekli finansmanı ondan elde edebilirdi. Daha önce de Sagawa’nın evine gitmişti. Lakin evden çıktıktan sonra adamın oturduğu yeri kokladığını, yaladığını ve o gün onu yemeye karar verdiğini bilmiyordu. Olaya dönersek; kız öldükten sonra Sagawa memelerinden başlamak istediği cenazenin kalçasından bir ısırık almaya çalıştı ama başına giren ağrı sebebiyle devam edemedi.
Kadının cenazesini istismar ettikten sonra cesede bakıp "Jötem!" (Fransızca: Seni Seviyorum) diye bağırdı. Artık cenazeyi tamamen parçalayabilirdi. Lezzetini çiğ ton balığına benzettiği ve bıçak sokulan yerden sızan yağ dokusunun tadına baktı. Hoşuna gitmişti. Artık devam edeceğine kanaat getirdi. Yavaş yavaş cenazeyi parçalamaya başladı. Uyluklarını, memelerini, kollarını, bacağından bir parçayı aldı. Birazını çiğ yedi, bir kısmını hardalla pişirdi. Tüm bunları yaparken saplantılı bir şekilde kızdan aldığı son ses kaydını dinleyip durdu. Sagawa iki gün boyunca kızın cenazesini yedi. Yiyemediği tek yer anüstü. Çünkü orayı ısırdığında gelen dışkı kokusu onu rahatsız etmişti. Pişirmesine rağmen yine yiyemeyince mücadeleyi bıraktı. Memeleri, kalçayı, uylukları, burnu ve diğer küçük uzuvlarının tamamını ya buzdolabına kaldırdı ya da midesine indirdi. Fakat bunu yaparken çeşitli tuhaflıklar da gösterdi. Mesela etleri kendi tabağına değil kızın tabağına koyup yiyordu. Çünkü yemeklere onun kokusunun geçtiğine inanıyordu. Bu durum yaklaşık iki gün sürdü. Cenazenin beklemesine bağlı olarak eve sinekler girmeye başlamıştı. Büyükçe bir sineği cenazenin üzerinde dolaşırken gören Sagawa bunu "Balayının bittiğine" yordu ve cenazeden kurtulması gerektiğini düşündü. Cesedi parçalayıp yeni aldığı bavullara koymaya başladı. Kızın cenazesi kokuşmasına karşın dilini kesip çiğneyerek aynada kendisini izledi. Cesedin üzerinde mastürbasyon yaptı. Neyse ki cenazeye reva görülen bu işkence gece vakti son buldu.
İki gün sonra, 13 Haziran 1981 Cumartesi günü Boulogne Ormanı’ndaki (Bois de Boulogne) yürüyüş alanının içinde bulunan, kayalıklı ve aşağıda kalan göletin kenarında (Lac Inférieur) bir adam görüldü. Kısa boylu, kel kısmına taradığı saçları aşağı düşmüş tuhaf görünümlü biriydi. Taksici arabanın bagajından ağır olduğu besbelli iki bavulu indiriyordu. O sırada yürüyüş yapmak için oraya gelen çift bu ilginç tabloya şahit oldu. İçlerine doğan histe haklıydılar. Hemen polisi aradılar ve cenazeyi çeşitli noktalara dağıtmaya çalışan adamın eşkalini anlattılar. Polis ekipleri geldiğinde Sagawa kaçmak için hazırlanıyordu. Uğraştılar ama yetişemediler. Bavulları açtıklarında içinden çıkan cenaze parçalarını gördüler. İki gün süren kovalamaca sonrası evine dönen Sagawa kıskıvrak yakalandı. Plastik ve porselen tabaklarda dilimlenmiş et ve yağ parçaları, dolabın içine sızan kanların üzerinde istiflenmiş uzuvlar vardı.
Cenaze otopsi masasına geldiğinde başında bekleyenler şaşkınlık içindeydi. Dizlerinin üstü tamamen kemikten ibaretti. Burnu olmayan saçlı bir kafa, kolları kopmuş ve bacaklarından ayrılmış beden ve parçalanan kısımlardaki yağ dokusu. Cenazenin kokusu bir yana görüntüsü de epey ürkütücüydü. Otopsi işlemleri sonrası kesin ölüm nedeni belirlenen kızın cesedi Flemenkçe konuşan anne ve babasına teslim edildi. Karşılaştıkları görüntüyle daha birkaç yıl önce gülümsediğinde gamzeleri çıkan siyah saçlı güzel kız arasında en ufak bir bağlantı yok gibiydi. Fransa’dan bu katilin yargılanacağına ve en ağır cezanın verileceğine dair söz alındıktan sonra gittiler. Muhtemelen orta sınıftan bir aile oldukları ve dosya ayrıntıları çok gizli tutulduğu için kimlikleri pek bilinmedi. Sadece tek poz olarak bir aile fotoğrafı bulunuyor.
1983 yılında görülen mahkemeye gelen bilirkişi raporuna göre Sagawa yargılamaya uygun değildi. Çünkü ciddi anlamda ve tedavi edilemez türde bir akıl hastalığından (antropofaji: yamyamlık) mustaripti. Hâkim ise bilirkişi raporunun doğruluğuna inandı ve Sagawa’nın akıl hastanesine konulmasına karar verdi. Bu esnada ülkeyi saran gündem Japonya’ya kadar ulaşmış ve katilin babası apar topar Fransa’ya gelmişti. Akira Sagawa çok zengin ve güçlü bir adamdı. Kurita Group ismiyle bilinen ve hâlen faaliyet gösteren, su analizi yapmakta olan bir enstitüsünün sahibiydi. İyi bir Fransız avukat tuttu ve dava görüldükten sonra Fransa suçluyu Japonya’ya iade etmeye karar verdi. Tabii bu karar mağdur aileyi ayağa kaldırdı. Dönemin yetkilileri ise muhakkak adil olacakları konusunda aileye teminat verdiler. Olaylar yatışmış gibi duruyordu ancak rezaletin büyüğü sıradaydı.
Sorguda yaptıklarını anlatmasından sadece 34 ay sonra, 1984 yılında Sagawa elini kolunu sallayarak dışarı çıktı. Bir daha Fransa’ya dönmemesi şartıyla Japonya’ya geri gönderildi. Anlaşmaya göre Sagawa burada bulunan bir akıl hastanesinde tedavi görmeye devam edecekti. Ancak babasının zenginliği mi etkili oldu yoksa Japonya’daki sağlık sisteminin bir arızası mıydı bilinmez Sagawa 1986 yılının ağustos ayında iyileştiği ya da hasta olmadığı söylenerek serbest bırakıldı. Bunda Fransa’nın dava dosyasını Japonya’ya teslim etmemesi de önemli bir etkendi. Orada yer alan bir müfettiş bu karara karşı çıkmasına karşın kimse onu dinlemedi. Dışarı çıktıktan sonra insanların kendisine duyduğu ilgiden o denli memnun kaldı ki kendisine "Yamyamlığın Vaftiz Babası" dedi. Fakat ailesi onun kadar metin değildi. Babasının işleri giderek kötüleşti, annesi ise intihara teşebbüs etti.
Sagawa yıllar sonra yapılan röportajlarda bu duygularının henüz çocukken içinde olduğunu söyledi. Çelimsiz olduğunu ve kendisini maymuna benzettiğini, amcasının kardeşiyle birlikte onları eğlendirmek için aç gözlü bir yamyamı canlandırdığını belirtti. Rüyasında kardeşiyle bir kazanın içinde kaynadığını görüp dururdu. Zamanla bu duygusu gelişim göstermiş ve bazı teşebbüslerde bulunmuştu. Henüz üniversite eğitiminin başlarında iken Alman asıllı bir kadınla tanışmıştı. Kendisine dil öğretmesi için belirli bir ücret karşılığında evine gidip gelmesini istedi. Zamanla arkadaşlıkları ilerledi. Sagawa uzun boylu, nazik yapılı kadını öldürmeyi kafasına koymuştu. Zaten ufak tefek biri olduğu için bir gece usulca kadının evine girdi. Yatakta uzanan kişi çırılçıplaktı. Sagawa’nın nevri dönmüş o an kadını öldürebilecek bir şeyler aramıştı. Tam eline şemsiyeyi geçirdi ama o an kadın uyandı ve çığlık atmaya başladı. Korkup kaçan adamla kadın bir daha hiç görüşmedi. İşte bu olay Sagawa’nın uzun boylu, büyük kalçalı ve memeli kadınlara karşı oluşan ilgisinin başlangıcıydı. Paris’te de Renée’yi öldürmeden önce çok sayıda fahişeyi evine getirmiş her denemesinde tam tetiği çekmeden önce donakalmıştı.
Sonraki yıllarda Sagawa çeşitli porno filmlerde oynadı, yemek kitapları yazdı ya da lokantalarda tadım yaptı. Bununla da yetinmedi. Bazı dergilerde ya da eğlence programlarında elinde çatal bıçak ya da chopstick tuttuğu fotoğraflar her yere yayıldı. Sagawa’s Manga (Sagawa’nın Mangası) ve In the Fog (Sis İçinde) isimli kitaplar çıkardı ve cinayete dair tüm detayları bu kitaplarda anlattı. Bu okuduklarınız size hastalıklı gelebilir. Fakat o dönemdeki insanlar için Sagawa sadece ilginç biriydi. Akıl hastası olması, sonradan iyileşti diye serbest kalması, çeşitli karikatür ya da çizim kitaplarına konu olması ve hiç çekinmeden anılarını yazması onun toplumda normalleşmesine yol açtı. Elbette bu durum hem mağdur ailesi hem tutuklandığı Fransa’daki halk hem de dünyanın çeşitli noktalarındaki insanlar tarafından tepki çekti. Hele hele Sagawa’nın The Chocolate Man (Çikolata Adam) gibi nispeten sevimli sayılabilecek bir şekilde adlandırılması tepkinin dozunu arttırdı. Ancak dünya geneline göre Sagawa, Prof. Dr. Sevil Atasoy’un dediği gibi "Çirkin de bir heriftir" ve ne yazık ki çirkinliği görüntüsünden çok yaptıklarıyla ilgilidir. Kobe Yamyamı ya da Pang isimleriyle de bilinir.
Peki Issei Sagawa şu anda nerede diye sorarsanız; 2005 yılında ailesini kaybettikten sonra parasız kalınca kendisine düşen tüm malı mülkü satıp borçlarını ödedi ve toplu konutlardan birine yerleşti. Kötü şöhretinden ötürü kimse onu işe almadığı için sosyal yardımlardan yararlanarak bir müddet yaşadı. 2013 yılının kasım ayında geçirdiği kısmi felç sebebiyle hareket edemez oldu. Yarı felçli hâlinde bile kendisine gösterilen çıplak Japon kadınların bacakları için lezzetli diyebiliyordu. Uzun yıllar boyunca ağabeyi sağlık sorunlarıyla ilgilendi. Fakat yakalandığı zatürreden kurtulamayarak 24 Kasım 2022’de tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetti. Cenazesi yakın çevresinin bulunduğu çok küçük bir katılımla yapıldı. Ölüm haberinin medyaya yansıması ise neredeyse aralık ayını bulacaktı. Sagawa’nın ürkütücü mirası hâlen birtakım kanibalik siteler tarafından gözbebeği gibi saklanıyor.
Issei Sagawa, Jeffrey Dahmer ya da Albert Fish. Bu insanlar başka insanların etlerini yediler ve bundan keyif aldılar. Armin Meiwes gibiler ise yediği insanların ruhları ile birleştiklerine inandılar. Belki size ilginç gelecek ama İngiltere’nin tüm şehirlerinde düzenlenecek bir festival sizi önemli ölçüde rahatsız edecektir. 12 Ekim 2023 tarihinde başlayacak The Post-Mortem Live isimli etkinlik kanibalizm tutkunlarının ilgisini çekecek şekilde tasarlandı. Sadece 30 sterlin vererek çok sayıda etkinliğe katılabileceksiniz. Morg ziyaretleri, diseksiyon gösterileri ya da domuz iç organlarından yapılmış ve yeniden yaratılmış insan benzeri cesetler. Programın tepki çekmediği gibi biletlerin kapış kapış gittiğini de söylemek lazım. Hatta bu yeniden yapılmış iç organları alanlar bir kenarda pişirip yiyebilecekler. Etkinliğin kanibalik birtakım insanı yolundan çevirmeyeceği ya da daha beter hâle getirmeyeceğinin garantisi yok. Bu nedenle İngiltere’de yaşayan bir okurumuz iseniz takip bile etmemenizi tavsiye ediyorum.
Serinin son yazısında gece vakti sevişen çiftleri arayan ve gözlerine tuttuğu fenerle hazırlıksız yakalayıp öldüren bir seri katile değineceğiz. Ay ışıklı geceleri tercih etmesi sebebiyle çok sayıda insanın aklını epey karıştırmıştı. Öldürdükten sonra kadınlara yaptıkları, farklı dosyalarla bağlantıları ve hâlen olayların tam anlamıyla çözülememesinin sinir bozucu olduğu gerçek. Evet, Floransa Canavarı’nın bir türlü tükenmek bilmeyen hikâyesine şöyle bir ışık tutacağız. Görüşmek üzere…