Bir kadın gece vakti arabasından ayrılarak evine doğru yürüyor. Etraf karanlık ve sadece sokak lambalarının ışıttığı, sarı-siyah renk cümbüşüyle bezeli uçsuz bucaksız bir sokak. Dalların birbirine dokunduğu ses dışında sadece soluğunu ve topuk seslerini duyuyor. Neyse ki başına iş gelmeden evinin önüne ulaşmıştı. Fakat şimdi de anahtarını bulamıyordu. Çantasını eşelediği esnada elinde eter damlatılmış gazlı bezle bir adam beliriverdi. Direnecek gücü yoktu ve katilin evinde gözünü açtığında acıdan kıvranıyordu. Çünkü tecavüze uğramış, dövülmüş, bağlanmıştı. Kasap naylonuyla etrafı sarılmış gibiydi. Kapıdan beyaz önlüklü birkaç adam daha girdi. İğnenin ucundan çıkan ilaç beş yıl önce ameliyat olurken gördüğüne çok benziyordu. Kirli görünümlü metalik neşterler kaplarından çıkarıldı. Saatler sonra iç organlarından olmuş ceset dağ başına gömülmek için hazırlanıyordu.
Şimdi burada dönüp kendimize sormanın vakti. Bu olayda mağdurun da suçlu olduğunu düşünüyor musunuz? Neredeyse hepimiz failin suçlu olduğu konusunda birleşiriz. Ama mağdurun hareketlerine yapılan yorumlarda farklılaşırız. Kimilerimiz hiçbir suçu olmadığını, kimilerimiz kapının önünde oyalanmadan anahtarı daha önce bulması gerektiğini söyleriz. Sorunlu olan kısım ise katilin zaten kendisine bir kurban aradığını ve maktulün suçlu olduğunu iddia edenlerdir. Bunlar adeta katili temize çıkarırcasına mağduru suçlarlar. Seçilmesi gereken bir kurban vardır ve o kurban sırf dikkatsizliği sebebiyle bu duruma düşmüştür. İşte buna suç biliminde Kurbanı Suçlamak denir.
Kurbanı suçlamak, literatürde Victim Blaming olarak da bilinen; işlenen bir suçtan mağdur olmuş kişinin hatalarını deşmektir. Sokakta öldürülen bir kadın için "Gecenin o saatinde orada ne işi varmış" demek kurbanı suçlamaktır. Yahut intihar etmiş biri için "Ailesinin, çevresinin suçu yok, zaten psikolojisi bozuktu" demek de buna örnek verilebilir. Eğitim düzeyi düşük ülkelerde bu durum sıklıkla görülür. Ne yazık ki ülkemiz bu konuda üst sıralardadır. Popüler kültürde ve sosyal medya platformlarında ayıplanan bu yaklaşım halk arasında ciddi anlamda yaygındır. Kulaktan kulağa yayılır, dile dökülmese de zihinlerde hep yaşamaktadır. Hatta atasözlerimizde dahi yer etmiştir. "Eceli gelen köpek cami duvarına işer" ya da "Ne ekersen onu biçersin" gibi sözler daima kurbanı suçlamak üzerine kurulur. Fakat buna karşılık olarak "Hırsızın hiç mi suçu yok" hikâyesi de eğitimli insan tarafından topluma karşı gösterilmiş bir tepkidir.
Victim Blaming aslında ünlü filozof Sextus Empiricus’tan beri tartışılan bir konudur. Ondan neşet eden ve zamanla Just-World hipotezi (Adil Dünya-Eden Bulur hipotezi) adını alan yaklaşımdan doğar. Fakat bunu bir dönem ülkemizde Refah Partisi’nin uyguladığı Adil Düzen politikası ile karıştırmamak lazım. Adil Dünya hipotezi bir şey yaptığınızda mutlaka karşılığını göreceğinizi söyler. Arapların Men Dakka Dukka sözü de bu yaklaşıma benzer. İnsanlar inançlarına göre buna ya karma ya da ilahi adalet der. Fakat ne yazık ki çağımızın getirdiği hasletler iyiliğin iyilikle kötülüğün de kötülükle karşılandığı düzenden oldukça uzaktır. Hele hele hikâyeler dışında iyiliğin kazanması yalnızca güce bağlıdır. Bu nedenle de mevcut dünyaya baktığımızda "İyiler kazanır" sözü tamamen bir safsatadan ibarettir. Ama bu kötü olmaya sebep değildir.
1977 yılında Robert Crawford Victim Blaming’in sebeplerini araştırdığı ciddi bir çalışmaya imza attı. İdeolojik ve politik bakışın bu durumda ciddi birer etken olduğunu gösterdi. Nispeten muhafazakâr olan insanlar kurbanı suçlamaya daha yatkın. Bundaki temel sebep korunaklı yaşamak ve bu alandan çıkılmasının ölüme yol açacağı duygusudur. Seküler çerçevenin içindeki insanlar ise daha çok failin tümüyle suçlu olduğuna inanır. Burada temel nokta failin suçlu olmakla birlikte kurbanın da hata yaptığını bilmek ve tedbirli davranmaktır. Kurbanı suçlamak gibi olmasın ama ne yazık ki ölenlerin büyük bir bölümü ölümcül hatalarından dolayı bugün hayatta değil.
Ted Bundy otuzu aşkın kadını öldürmüş ve tecavüz etmiş bir seri katildi. İlk cinayetlerini Ocean City’de işlemeye kalkışmış ama başarısız olmuştu. Çünkü Ocean City nispeten daha eğitimli ve görece zengin insanlardan oluşuyordu. Tedbirli yaşamaya alışmış insanları av olarak yakalamak Bundy için zordu. Diğer bölgelerde daha kolay cinayet işledi. Özellikle o dönemde gece hayatının yaygın olduğu Atlantic City’de ilk kurbanlarını yakalamasının sebebi buydu. Pakistanlı seri katil Cavit İkbal yüz çocuğu cami bahçesinden kaçırıp tecavüz etmiş, fotoğraflamış ardından da öldürüp vücutlarını asitle erittikten sonra kanalizasyon hattına dökmüştü. Ebeveynlerin kayıtsızlığına isyan eden katil bir gazeteye kendisini ihbar ederek suç serisini sonlandırdı.
Bir diğer seri katil ise Albert Fish. Annesinden 43 yaş büyük olan babası ölünce kimsesizler yurduna yerleştirildi. Çocukluğunda beceriksiz olduğunu düşünen arkadaşlarının ona taktığı ham and eggs (jambonlu yumurta) lakabından kurtulmak istiyordu. Jambonlu yumurta; argoda beceriksiz kişilere ya da işlevsiz cinsel organlara verilen isimdir. Jambon ve yumurta pişirirken çıkan bir yangın sebebiyle bu ismi almıştır. Zamanla ardı ardına cinayet işleyen katil, Budd ailesiyle tanıştı. Zamanla onların güvenlerini kazandı. 10 yaşındaki çocukları bir gün Fish ile gittiği geziden sağ dönemedi. Katil çocuğun ailesine mektup yazıp etin lezzetinden bahsedince yolun sonu gelmişti. Albert Fish idam edildi. Ailenin yabancı birine bu denli güvenmeleri tartışılan konulardandır. Fish’in karanlık dünyasına ve ölümü esnasında yaşanan şaşkınlık verici olaylara Ağustos ayında başlayacağımız Eşi Benzeri Görülmeyen Seri Katiller dizimizde değineceğiz.
Kurbanı suçlama alışkanlığı çoğunlukla cinsel istismar ve intihar vak’alarında öne çıkar. Bu davranışı gösterenler genel olarak bu deneyimleri yaşamamış kişilerdir. Özellikle erkek intiharı küçümsenir ve sebepleri göz ardı edilir. Erkek intiharlarının önemli bir bölümü gizlenen yaygın psikolojik sorunlardan ya da madde bağımlılığından kaynaklanır. Bu durum Silent Epidemic yani gizli salgın olarak adlandırılır. İntihar vak’aları incelendiğinde çoğunlukla erkek olduğu görülür. Araştırmaya göre (2018) Kanada ve diğer batı ülkelerinde intiharların yüzde 75-80 kadarını erkekler oluşturur. Cinsel istismarda ise çoğunlukla istismar edilen suçlanır. Giyiminden, tavrından ve çevresinden ötürü buna maruz kaldığı konusunda yorumlar yapılır. Bu duruma genel olarak fahişe ölümleri örnek verilir. Ancak suç dünyasında kurbanların fahişelerden seçilmesi tamamen kolay hedef olmalarından kaynaklanır. Çünkü çoğunlukla fahişelerin ailelerinden kopmuş olmaları, polis tarafından araştırılmaya değer görülmemiştir ve toplumdan uzak yaşamalarından dolayı ölümleri göz ardı edilmiştir.
Son zamanlarda çeşitli kavramlar adeta sosyal medyayı ve bu yolla insanların zihnini işgal etmiş durumda. Fakat bunların çoğunun bilimsel bir karşılığı yok. Love bombing (sevgi bombardımanı) ya da ghosting (toz olmak-tüymek anlamında kullanılan argo bir sözcük) gibi birtakım tabirlerle ilişki düzenini tariflemeye çalışan çokça insan var. Yani birisiyle tanıştığınızda önce yoğun bir aşk yaşarsınız, o sizi manipüle eder (Gaslighting) ve sonunda ortadan kaybolur. İsimlendirmeler ile yapılan tariflerin hiçbir alakası yoktur. İlişki süreçleri tamamen bireyseldir ve insanların dönemsel ihtiyaçları ve tavırlarına göre değişir. Gaslighting ise bu kavramlardan daha farklıdır. İsmini tiyatro oyunundan alır ve manipüle edilmeye çalışılan bir kadının hayatına değinir. Her gün gaz lambasını biraz daha kısan adam, eşine ışığın sabit olduğunu ve onun aklını oynatmaya başladığını söyler. Kadın başta bu duruma inanır ama ortalık her gün daha da karanlık olur. Lamba tamamen söndüğünde karanlıkta kalan kadın durumu anlar. Bu tabir doğru olmakla birlikte diğerleri tamamen insanlar tarafından uydurulmuş ve psikolojik bir terimmiş gibi muamele gören kavramlardır.
Victim blaming yalnızca mavi yaka değil beyaz yaka arasında da görülür. Eğitim düzeyi yüksek insanlar şiddeti ve baskıyı saklama eğilimindedir. Çevre baskısı, ayıplama ve kınama davranışlarından kaçmak için sessiz kalmayı tercih ederler. Bu nedenle beyaz yakalılar üzerinde uygulanan şiddet kaydı oldukça azdır. Boşanmaların temel sebebi geçimsizlik olarak kayda geçmekle birlikte önemli bir kısmının aslında şiddet olduğunu belirtmeden geçmeyelim. Burada şiddet kavramına da değinmek gerekiyor. Şiddet yalnızca fiziksel temas yoluyla bedene zarar vermek olarak düşünülmemelidir. Kimi zaman cinsel şiddet ve duygusal şiddet de en az fiziksel hasar kadar can acıtabilir. Özellikle ABD’de aile içi ve yakın çevrenin cinsel istismarı oldukça yaygındır. Hatta bu ülkede boşanmaya karar vermiş çiftler üzerinde bir araştırma yapılmış, boşanmak isteyen yüz çiftten 74’ünde cinsel istismar tespit edilmişti. ABD’li oyuncu Jeremy Renner eşinden boşandıktan sonra kendisine dava açılmıştı. Ailesini silahla tehdit ettiği ve istismarda bulunduğu iddia edildi. Gerçekliği hâlen şüpheli olan bu iddia, uzun zaman boyunca aile içi şiddet konulu tartışmalarda yer aldı. Bu arada Renner’ın bir kar küreme makinasından yeğeni düştüğü için onu kurtarmak adına otuza yakın kemiğinin kırıldığını ve günlerce hastanede yattığını da belirtelim.
Victim Blaming, toplumumuzda aşılması gereken ciddi bir sorun. Suçun engellenmesinin önünde set gibi duran bu yaklaşım her konuda olduğu gibi ancak eğitimle aşılabilir. Çünkü eğitilmiş toplumlar tehlikeleri kolay tespit eder, işlenmeden önce suç eğilimini anlayarak kanunlarını buna göre oluşturur. Maalesef çoğu ülke suç tanımını ancak suç gerçekleştikten sonra yapar ve kervan hep yolda düzülür…