'Teori mi, pratik mi' sorusu hep akıllardadır, herkesin başka bir cevabı vardır. Hatta alaylının pek kıymet gördüğü Türkiye’de, okumuşlar pek sevilmez, işin teorisine hakim olanlara aldırış edilmez. Çünkü bilmedikleri bir şeyler vardır, teorilerinin kalıbı Türkiye’ye pek uymaz, ya boşluklar bırakır ya bir şeyler dışarıda kalır.
Mesela, Türkiye’de bütün kargo şirketleri kötüdür; hepsine dair yüz binlerce şikayeti hemen her gün sosyal medyadan okuyabilirsiniz, müşteri memnuniyeti sıfırın altındadır. Teori bize bunu gören bir girişimcinin müşteri memnuniyetini önceleyerek piyasaya gireceğini söylüyor, fakat olmuyor. Teori, Türkiye karşısında acizdir.
Alakasız gibi görünebilir ama, zihnimde yıllardır şu soru var: Onlarca Türk milliyetçisi Türkolog var, zengin var, edip, şair, senarist var; ama Türk’ü en güzel anlatanlardan biri, bizimle hiç alakası olmayan Ezel Akay oldu. Neden? Üç hilalle ilgili en güzel mısralar, mesela, Attila İlhan’a aittir. “ve dualar büyük yelkenler gibi açılırdı / sonra bakardın üç hilal birden vardı” yahut “üç hilâl dökülür ellerinden” dizelerinin güzelliği hangi ülkücü şairde vardır? Üç hilalin teorisini biz yazdık, pratiği başka ellerde kendisini buldu.
Yine de teorinin hakkını vermek lazım. Bilgin ve kaynakların sağlamsa, gözlemin isabetliyse teorin bakmadan görmeni sağlar. En meşhur örneği, herhalde, Neptün’ün görülmeden keşfidir. Matematikçiler Uranüs yörüngesine dair yaptıkları hesaplarda, Neptün’ün yörüngesinde Neptün kütlesinde bir gezegen olması gerektiğini fark ettiler. Daha sonra gözlem yapıldı ve Neptün keşfedildi: Teori, pratikten önce geldi ve daha isabetliydi. O zamana dek gökyüzünü tarayan yüzlerce teleskop Neptün’ü görmemişti ama önce bir matematikçi, sonra iki astronom hesap kitap yaparak gezegenin varlığını ispatlamışlardı.
Teori böyledir, bir meseleye dair gerçek ve dört başı mamur bir teori teşkil ettiysen, zaten, o an için aklına gelmeyen sorulara dahi karşılaştığı zaman cevap üretebilecek bir kabiliyeti haiz olmalıdır. Yer çekimi formüllerini oluşturduysan, merkezkaç kuvvetin, gel-git etkisinin ve sair fiziki tesirlerin kaidelerine hakimsen, matematik dilini biliyorsan, uzman olmasan bile 2 asır sonra hangi gün güneş tutulacağını şaşmaz bir şekilde hesaplayabilirsin.
Fakat Türkiye’de neden böyle olmuyor? Teorilerimiz fiziğimizin kaidelerine oturmuyor da ondan. “Türk’ün gözünden bakacağız” derken yalnızca Türk’ün gözünden bakıyoruz mesela, dünyayı görmüyoruz. Bir meseleyi etraflıca ele almıyoruz; çoğu zaman pratik faydasını önceliyoruz. Söylediklerimizin, dediklerimizin hiçbiri çıkmıyor; yaptığımız Türk tarifleri mesela, Türklerin çoğunu dışarıda bıraktığı için itibar görmüyor. Milliyetçiliğimizi de bu tarifler üzerine inşa ettiğimizden, Türklerin çoğuna hitap edemiyoruz. Bu garabeti açıklamak için de şeytanlar yaratıp duruyoruz: Batının uşakları, asimile olmuşlar, Araplaşanlar, Kemalizmin mankurtları, ilahiri ve ila… Hangi cihetten olursa olsun Türk ve milliyetçilik tarifi yapanın teorisi mutlaka eksik, bu eksiği de pratik şeytanlarla ikame ediyoruz.
Dünya nasıl var oldu, canlılık nasıl gelişti, bu canlılarda zihin nasıl evrildi, ilk insan topluluklarından bu güne sosyal evrimin gidişatı nedir… Bunlara dair hiçbir fikri olmayan adamlar, dünyaya dair hiçbir fikri olmayan, başka başka yaşantılara, düşüncelere hiç merak edip bakmamış, küçük dünyasından başka bir dünya olabileceğini hiç düşünmemiş adamlar çok tepeden konuşuyor, çok iddialı tespitler yapıyorlar.
Bizdeki “damga vergisi”nin bir benzeri, İngiltere tarafından o zaman İngiliz kolonisi olan Amerika’ya uygulanmıştı. Amerikan kolonilerinde kağıda basılacak her türlü materyal, İngiltere’den mühürlü olmak zorundaydı. Bu mühür için de vergi ödenecekti. Vergi, kağıt parayla değil, altın olarak ödenmeliydi.
Fakat bu verginin tahsilatı, kolonilerdeki altın stokunu hızla eritecek, emisyon krizi yaşanmasına neden olacaktı. O yüzden tahsilat yerinde yapıldı ve İngiltere’nin kolonilerde bulundurduğu askerlerinin giderlerini karşılamada kullandı, yani koloni piyasasından altın çekilip İngiltere’ye yollanmadı.
İşte, basit bir ihtiyaç ve basit görünen bir tedbir dahi bu kadar girift bir meseledir. O dönem İngiltere savaştaydı, savaş giderlerini finanse etmek için yeni vergilere başvurmuştu. Kolonilere yeni vergi getirmek iyi bir fikirdi, yaptılar da. Fakat o altını doğrudan İngiltere’ye getirmek İngiltere’ye zarar verecekti, koloni piyasasını, dolayısıyla ticareti kötü etkileyecekti. O yüzden topladıkları altını yine o piyasada bıraktılar, koloni giderlerinin koloni altınıyla ödenmesini sağlamakla yetindiler. Bizde işin teorik yanı “paramız yok o zaman vergi getirelim”den öteye gitmiyor, bu verginin etkilerini hesaplamaya çalışan kimse yok. (Kaldı ki, İngiliz merkezi yönetiminin gündemine alsa da aciliyetini düşünmediği bir başka husus, yeni verginin siyasi etkisiydi. Bu etki sebebiyle, diğer etkilerle birleşerek, Amerikan kolonileri kraliyete isyan etme yoluna girdiler.)
Şu halde milliyetçilerin kısıtlı dağarcıklarından, kendi zan ve beğenilerine hitap eden teoriler kurmasının önüne geçmek gerekiyor. Bu Türk tanımında da böyle, ekonomi alanında da, uluslararası ilişkiler alanında da. Teori, bizde zannedildiği gibi kötü, etkisiz, faydasız bir entelektüel uğraş değildir, fakat bizde “don biçmeye” kalkanların mezurası sorunlu olduğu için küçümsenmiştir. İşte, mesela, ideolojik siyaset nasıl yapılır sorusuna hala adamakıllı bir teorik cevap bulamadığımız için, ya idealistleri siyasetten uzaklaştırıyoruz, yahut siyaseten becerikli adamlar, idealistlerin yarattığı birikimi istedikleri gibi kullanıyorlar. İYİ Parti bunun acıklı bir örneği değil midir?
Bu, Türk Milliyetçileri Neden Dağınık yazımın devamı niteliğinde olsun: Bizim işimiz önce iktidara gelme yolunu bulmak yahut önce insan kitlemizi falanca taktik yeteneklerle donatmak değildir. Bütün bunların doğru bir strateji dahilinde mümkün olabilmesini sağlamak için teori inşa etmektir. İran’ın toprak bütünlüğünü savunmayı milliyetçiliğin rüknünden sayanlarla, serbest piyasa düşmanlığını iyi bir şey kabul edenleri bir şekilde milliyetçilik şemsiyesiyle birleştirip iktidara geldiniz, ya sonra?
M. Bahadırhan Dinçaslan