Şu sıralar hemen bütün meclislerde konuşulan bir konu bu. Son olarak Milli Düşünce Merkezi bir anket yaptı, Türk milliyetçilerine başlıktaki soruya verdikleri cevabı ve nedenlerini sordu. Dağınık bir manzara var ve birleşme, birlikte olma yönünde çağrılar, çabalar var.
Soruyu çoğaltalım, türetelim: Türk milliyetçileri neden dağınık ve birleşmeliler mi?
Milliyetçi sıfatını üstlenmek çok basit: Herhangi bir millettenseniz ve o milletin “taraftarlığı”nı yaptığınızı ifade ediyorsanız milliyetçisiniz işte. Sıfat böyle üstleniliyor ancak tarif derinleşerek yapılabiliyor. Milletinizin pek de taraftarı olunabilecek özelliği yoksa, mesela? Yahut taraftarlığınız ne zaviyedendir, milletinizi üstün mü görüyorsunuz, milletinizin iyiliğini mi istiyorsunuz? Deştikçe, verilen cevaplara göre kendisine milliyetçi diyen insanların çok farklı saiklerle, dürtülerle, gerekçelerle milliyetçi olduklarını ve bambaşka ülküler taşıdıklarını görürsünüz. Bunların hepsi milliyetçiliktir, bize düşen Attila İlhan gibi “Hangi Milliyetçilik” diye sormak.
AKP’ye destek verenle, vermeyen milliyetçiyi nasıl birleştireceğiz? Doğu Türkistan’da yaşananları “Amerika’nın oyunu” diye tarif edenle, “soydaşımın insani hakları ihlal ediliyor” diyeni nasıl birleştireceğiz? Fakirlik edebiyatı yapanla, dev Türk şirketleri yaratmayı düşünenleri, “Türk İslam’la şereflendi” diyenle, “Nuh doğmadan kişnedi ordularımızın atı” diyeni, kadın düşmanı laflar edenle “Türk feminizmi”ni örgüleştirmeye çalışanı neyle birleştireceğiz?
Dağınık manzaranın sebepleri var. Üstelik bütün bu sebepler, Türk milliyetçiliğinin zayıflığını gösteriyor: Gelişen dünyaya, değişen Türkiye’ye uyum sağlayamayan, zamana ve mekana uygun, kendi içinde tutarlı bir cevaplar manzumesi geliştiremeyen bir fikriyat elbette dış tesirler altında bölünür. Yalnızca sıfattan ibaret, tarifsiz bir milliyetçiliğimiz olduğundan, hayatın bütün boyutlarının karşımıza çıkardığı sorulara, başka ideolojilerden ödünç alınan enstrümanlara sığınarak cevap veriyoruz.
Gerçi, bu biraz da böyle olmalıdır. Milliyetçilik bir tür “grand strategy” teşkil eder, en isabetli ve verimli insan örgütlenmesinin “millet” olduğu tezine dayalıdır. (-dır, -tir derken de aslında dağınıklık aklıma geliyor. Bu benim iddiam, milliyetçilerin kahir ekseriyetine göre böyle bir şey yok, Türklerin Allah’ın ordusu olmasına falan dayalı.) Bu insanlar nasıl örgütlenir? Örgütlenen insanların ekonomisi nasıl işler? Bilimi nasıl gelişir? Buna “milliyetçilik” kaynaklı cevap verilmez; verilemez. Bu soruların her birine nasıl cevap verileceğini bilimsel yöntem ve rasyonel düşünce belirlemiş, İskender Öksüz’ün söylediği gibi, “milliyetçi ekonomi”, “milliyetçi fizik” diye bir şey olmaz.
Ancak milliyetçiler “bilim”i alıp milliyetçi şemsiye altında tatbik ediyor değiller; İslamcılık ve Sosyalizmden epeyce enstrüman ve fikir transferi yapıyorlar. Sıkıştıkları yerde, bu odaklardan çıkan paradigmaya sığınıyorlar.
Şu halde, yukarıdaki soruları tekrar edelim: Bu kadar farklı özellikler gösteren ve hepsi kendisine “milliyetçi” diyen insanları birleştirdiğimizde ne elde ederiz? Sıfatlı ancak tarifsiz bir yığın. En basit meselede dahi ortak bir irade koyamayacak, ortak bir tavır takınamayacak bir güruh. Zira hepsinin ideolojik reçeteleri başka başkadır, aralarında bir uyum yoktur; 30 yıl önce üretilmiş bir bilgisayar ekipmanına yeni işletim sistemi yüklemek gibi. Yahut tersi. Hem donanım, hem yazılım birbiriyle uyumsuzdur; bunların birlikteliğinden bir “bilgisayar” doğmaz. Bir torba alet, edevat doğar, bir çuval malzeme doğar. Ne işe yarar? Kavgada düşmanın kafasına geçirmeye yarayabilir; zaten Türk milliyetçiliğine devletin biçtiği işlev de budur. Bir araya gelir, bir çuvala gireriz, kütlemizi kaldırmaya muktedir bir el çuvalın ucundan tutup bizi savurur, düşmanın kafasına inersek ezeriz. Sonra? Sonra bilgisayar uyumlu ve yeni ithal edilmiş parçalardan teşkil edilir.
Türkiye ekonomisi iflas etmiş bir ülke. Siyasi iddiası olan bir ideolojinin ortaya koyması gereken en acil vizyonlardan biri, ekonomik vizyondur. Üstelik, yalnızca “kalkındıracak bir vizyon” yeterli değildir, yeterli olsa, birkaç senede devasa bir sanayi atılımını gerçekleştirmeyi başaran Stalin’i Bilge Lider olarak kabul etmeliydik. Bu ekonomik vizyonun, ekonominin sosyolojiyi ve siyaseti etkileyen veçhesi nedeniyle, “hürriyet” gibi kaygılarımızla da uyumlu olması gerekir. Bunun için de evvela “hürriyet” gibi bir kaygımız olmalı; güvenlikçi, bireyi feda etmeye dünden hazır, hukuk fikrine yabancı yığınların olduğu milliyetçi saflarda bu kaygıyı “birlikte” taşımak nasıl mümkün?
Sabık bir barbarın Romalılara dediği gibi, yeni bir çöl yaratıp adına barış mı diyeceğiz? “Dış güçler”i yenip beşinci sınıf bir diktatörlük teşkil ettiğimizde milliyetçilik zafer mi kazanacak? Düşman tarifi yahut düşmanla savaşılması gerektiği tespiti birleşmek için yeterli değildir, düşmanı nasıl yeneceğine dair reçeten varsa ve daha önemlisi düşmanı yendikten sonra ne yapacağına dair vizyona sahipsen, bunu konuşmalısın. Zira, tarlası tehdit altında olan adam ideolojik gerekçesi olmasa da savaşır. Varlık tehdidi söz konusu ise, birlik olalım çağrılarına gerek bile yoktur, varlığı tehdit altında olan unsurlar zaten aynı çuvala girerler.
Hayır, görünen o ki milliyetçilerin dağınık olması normaldir, bunun ötesinde gereklidir. Ben bu dağınıklıktaki zümrelerden birine mensubum, diğerlerinin yanlış olduğunu düşünüyorum. Ama objektif bakalım, hangi zümrenin haklı olduğunun “ispat”ı bugün mümkün değildir. Bu zümreler verecekleri mücadele, ortaya koyacakları vizyonla, kendilerini ispat edecekler. Bu durumda, damarlardan hangisinin verimli, işe yarar olduğu ortaya çıkacak ve herhalde kendisine milliyetçi diyenler bunu başaran zümrenin kütle çekimine kapılacaklardır. Fakat bunu basit ve iyi niyetli olsa da epey zararlı bir “birleşme çağrısı” ile engellemek, milliyetçiliğin evrimsel potansiyelini baltalar.
Bir türün hayatta kalma ve uyum yetenekleri, genetik çeşitliliğine bağlıdır. Stres durumunda, yani besin azlığı, salgın hastalık, yeni bir avcı vs. senaryosunda, genetik çeşitlilik türün hayatını kurtarır. Türün mensuplarının bir kısmı ölebilir, fakat diyelim ki avcının gözü maviyi seçemiyorsa, mavi renk geni taşıyanlar türün devamını sağlarlar. Doğal bağışıklık geni taşıyanlar hastalığı atlatırlar. İlerleyen yıllarda, türü kurtaran genetik özellik de bir belaya dönüşebilir, bu yüzden eşeyli üreme ve mutasyon diye bir şey var, genetik çeşitliliği azaltmaya çalışmak türün topyekun yok oluş fermanını imzalamaktır.
Bunun ötesinde, yukarıda “objektif” davranalım dediysem de, milliyetçilerin bazılarıyla o kadar ayrışıyoruz ki, hangi zümrenin, hangi iddianın “başarılı” olduğunu tespit edecek ortak bir çerçevemiz bile yok. Bazıları için hilafetin tesisi, mesela, başarılı olmak demek. Benim içinse bu Yunan işgaline uğramakla eşdeğer. Bu yüzden, bırak genetik çeşitlilik nazarıyla bakmayı, tür ismi olarak bizimkiyle aynını taşısalar bile türe hastalık bulaştıran doğal taşıyıcılar var, hastalıklı karıncaları koloniden atan irfanın rehberliğinde, bunlarla mücadele etmemiz dahi gerekiyor. Yani milliyetçiler kendi aralarında kavga vermeliler, bir taraf diğerini mutlaka tekfir etmeli ve bunu net bir şekilde yapmalı, neticeye ulaştırmalı.
Kalanı için, dağınıklığın zararı yok, zira stres altındayız ve hala hangi genetik damarın en doğrusu olduğunu bulmaya çalışıyoruz. Burada, içtihadı yanlış dahi çıksa sevap kazanan İslam alimi gibi, saf tutmaya çalışanların asla günahı olmaz. Zira en doğrusunun hangisi olduğunu bizim iddialarımız belirlemeyecek, dünya; yani kaos ve tarih belirleyecek. İyi niyetle bir damar teşkil edip çıkış yolu arayanlar, şiddetli şekilde ayrışsalar dahi en genel planda birbirlerine, hiç değilse milliyetçi varlığa tehdit söz konusu ise rahmet nazarıyla bakabilirler. Dolayısıyla, aramızdaki “zombi”ler hariç, bırak dağınık kalsın demek en doğrusu.
M. Bahadırhan Dinçaslan