Azerbaycan, Ermenistan ve Rusya arasında imzalanan mütareke, Türkiye’de de tartışılıyor. Özellikle milliyetçi çevrelerde “Rusya’yı işin içine sokmak”tan şikayet var; bu hem sevindirici hem ilginç bir şikayet. Zira milliyetçi çevreler Rusya’yla müttefik olmalı, Rusya’nın işgal ettiği Türk yurtlarını unutmalı ve Rusya ne derse onu yapmalıyız diyen Avrasyacı retoriği yaygın şekilde benimsemiş durumdalar. İçlerinde bu kadarcık olsun milliyetçi bir duruş kalmış olduğunu görmek sevindirici.
Fakat mevcut şikayetlerin ilkesel olarak iyi niyetli ve doğru olsalar da, yersiz ve yanlış olduğunu düşünüyorum. Bunu anlamak için, mütareke öncesi ve sonrasını karşılaştırmamız gerekiyor.
Rusya için Kafkasya “sert karın”dır. Yumuşak karın değil, evet, sert bir karın olduğunu 1. Dünya Savaşı’nda bu cephede yürüttüğümüz operasyonlarda gördük. Bu tuhaf bölge, bir defa aşıldığı zaman bütün Rus denklemlerini bozacak bir ileri karakoldur, ancak aşılması epey güçtür. Yine bu bölge, çok küçük bir alanda devasa etnik çeşitlilik ve etnik çatışma barındırır.
Rusya’nın 1992’den bu yana stratejisi, Azerbaycan ve Ermenistan’ı düşük yoğunluklu bir çatışma içinde tutmak ve bu sayede arabulucu-üst makam olarak bölgedeki çıkarlarını korumaktı. İki tarafa da silah satıyor, iki tarafla da antlaşmalar yapıyor, birinin diğerine üstün gelmesini elinden geldiğince engelliyordu.
Bölgedeki üç devlet, Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan arasında tuhaf bir ilişkiler ağı oluştu ve bu ağ hala geçerlidir. Azerbaycan için Gürcistan, Türkiye başta olmak üzere Batı’ya açılmanın yoluydu; bu yol Azerbaycan’ın diğer Türk Cumhuriyetlerine nazaran daha bağımsız olabilmesini sağlıyordu. Rusya, doğal kaynak zengini Türk ülkelerinin ticaret için yegane yoludur; Rusya, dünyanın en büyük enerji satıcılarından biri olduğu kadar, en büyük enerji alıcılarındandır. Ancak Azerbaycan, gaz ve petrolünü Gürcistan ve Türkiye üzerinden dünyaya müstakil bir şekilde satabiliyordu. Bu hem ekonomik olarak güçlenmesi, hem de Moskova’ya bağımlılığı azaldığı için, Moskova hilafına diplomatik hamleler yapabilmesi anlamına geliyordu. Yine Gürcistan, Ermenistan için Batı’ya açılan yegane yoldu, bu yüzden Ermeniler Gürcistan’la iyi geçinmek zorunda kalıyorlardı. Diğer yandan İran, Ermenistan’ın sürekli olarak destekçisi olmuştur, ticari olarak İran sınırı büyük ehemmiyet arz etmese de, Ermenistan’ın “hayatta kalması” için ciddi bir önem taşır.
Böyle bir ortamda Azerbaycan’ın alışıldık yoklamaların ötesinde, sonuç odaklı bir hamle yapabilmesinin çeşitli nedenleri var ki, ilki Nikol Paşinyan’ın Moskova tarafından olumsuz kodlanmasıdır. Mezkur üç ülkenin üçü de, bağımsızlıklarını garantileyebilmek için, Rusya alternatiflerini hep aradılar. Gürcistan ağır bir şekilde cezalandırıldı, Ermenistan’ın cezası da, Azerbaycan üzerinden verildi. (Bu üç ülke içinde bu hamleyi yapabilen yalnızca Azerbaycan oldu. Zira ekonomisi daha güçlüydü ve Türkiye ile ciddi bir işbirliği vardı.) Fakat bu cezanın tabiatına dair bir hususun altını çizmek lazım: Rusya, Azerbaycan’ı piyon olarak kullanmadı. Ermenistan’ın zayıflığı, Azerbaycan’ın fırsattan istifade arayışı, Rusya’nın Ermenistan’ı cezalandırma isteğiyle birleşti. Zannediyorum ki, Rusya Azerbaycan’ın bu denli etkili bir harekat yapabileceğini beklemiyordu (harekatın ilk aşamalarında Batı’da çıkan analizler Azerbaycan’ı küçümsüyor ve “birkaç metreden fazla ilerleyemeyeceği”ni iddia ediyordu, mesela) ve Paşinyan’ı aşağılamaya yetecek ölçekte bir Azerbaycan zaferinden sonra, daha önce olduğu gibi, “savaş öncesi duruma dönüş” çözümünü sunacak, Paşinyan’ı kendi arzu ettiği bir figürle değiştirip yoluna bakacaktı. Şikayet edenlerin kaçırdığı budur: 30 yıldır ilk defa bir çatışmanın sonucu “savaş öncesi durum”a dönüşle bitmedi, Azerbaycan ciddi bir zafer kazandı ve bu zafer Rusya’nın da, komşu ülkelerin de, Batı’nın da pozisyonunu yeniden değerlendirmesine neden oldu. (Rusya’nın daha önceki ateşkes sağlama çabalarının akim kaldığını hatırlatmak lazım.)
Bu zafer, beklenen “Karabağ çevresindeki doğrudan Azerbaycan toprağı olan bölgelerin Azerbaycan’a teslimi, ufak köy değişiklikleri ile Karabağ haritasının belirginleştirilmesi, bir referandum ile bağımsızlığının pekiştirilmesi” yönündeki çözümü de rafa kaldırmış oldu. Doğrudan Karabağ olan bölgenin büyük kısmında Rus barış gücü “Ermenileri etnik çatışmadan korumak için” bulunacak, diğer bölgeler kayıtsız şartsız Azerbaycan’a verilecek ve üstelik Azerbaycan’a, Ermenistan-Karabağ arasındaki Laçin koridorunun açıl tutulmasına karşılık, Nahçıvan ve Türkiye’yle bağlantısını kurabileceği bir koridor açılacak. Bu, siyasi, ekonomik, askeri; jeo-stratejik bütün sonuçları açısından savaş öncesi durumun çok ötesindedir.
Üstelik, Ermenistan’da moraller bozulmuş, ülkenin iç bütünlüğü de yara almış durumda. Rus yanlısı yeni bir yönetimin geleceği kesin gibi, bu yönetimin yakıtı da “yenilginin intikamını almak” olacak. Militarist bir diktatörlüğe her zamankinden çok benzeyen bir Ermenistan; seküler, “demokrat” ve Batı yanlısı bir Azerbaycan yanında, uluslararası planda taraftar bulmakta zorlanacaktır. Zaferin en önemli sonuçlarından biri de bu olacak.
Diğer yandan, bir kere kalkan bayrak nasıl bir daha inmezse, Azerbaycan mevcut hamlesinin Rusya hilafına giriştiği diplomatik gayretler tarafından mümkün kılındığının farkında olmaya devam edecek ve bu hamleleri arttırarak yapacak. Rusya’ya iyiden iyiye sığınan bir Ermenistan, hukuki olarak Azerbaycan toprağı olan bölgelerde Rus askerinin konuşlanması gibi vaziyetler, Azerbaycan’ı Rusya’dan uzaklaştıracak, Batılı müttefikler ve işbirlikleri arayışını arttıracaktır. Esir Türk Yurtları davalarının hemen hepsinde, işgalci ülkeler Rusya, Çin, İran gibi menfur, müstebit rejimlerin geçerli olduğu ülkeler. Bunlara karşı Batı’nın kendi gerekçelerinden doğan çatışmaları var, bu çatışmaların Türkler lehine sonuçlar vermesini sağlamak, Türk milliyetçisinin yegane amacı olmalı. Rusya üzerinden kaldırılan tazyiki yeniden arttıracağını beyan eden Biden’ın ABD’nin başına geçmesi ve dediğini yapması durumunda, Azerbaycan bizim milliyetçilere “taviz” gibi görünen manzaraları Rus zincirinden büsbütün kurtulmak için çok önemli silahlara dönüştürebilir.
Kaldı ki, Azerbaycan yer şekillerinin görece yumuşak olduğu bölgelere hakimiyetini kurmuş, dağlık kısmı tehdit etmeye hazırlanıyordu. Bölgeye yapılacak bir operasyon bu denli kolay olmayacak, birçok yerde taktik yenilgiler almak kaçınılmaz hale gelecekti. Bu yenilgilerin Ermeniler ve yanlıları tarafından epey işlenip görünürlük kazanacağını beklemek gerçekçidir, şu halde Azerbaycan moral gücünü ve propaganda üstünlüğünü kaybetmeye başlayacaktı. Yine, Karabağ’ın çevrilmesi ve Laçin koridorunun kapatılması halinde, oluşacak insani manzaralar, Azerbaycan’ın elini zayıflatacak, uluslararası baskı artacaktı. Azerbaycan, devam etse askeri olarak bu savaşı kazanabilir, ama pazarlık payını git gide kaybeder ve epey kayıp verirdi: Optimum koşullar oluşmuşken masaya oturmuş ve alması gerekenleri alarak, bir sonraki hamlesinden önce bir taktik zafer kazanmıştır.
Ancak stratejik zaferden bahsetmek henüz mümkün değil: Bir muharebe kazandık, savaş devam ediyor. Ne yaptığını bilmez, devlet ciddiyeti kaybolmuş, Türk düşmanları tarafından idare edilen, ehliyetsiz bir Türkiye; web sitesinde “Turkic” ifadesini bir defa -zaruretten- geçiren, Resulzade’den, Elçibey’den hiç bahsetmeyip 3000 yıl önceki krallıklara paragraflar ayıran bir Aliyev varken, vaziyetin Türklerin aleyhine sonuçlanması ihtimali hep var. Fakat Ermenistan, lüzumsuz ve pervasız düşmanlığıyla, aslında, komşularının Türkleşmesini sağlıyor. Ermenistan’ın düşmanca, alçakça ve menfur hamleleri, bu iki ülkeyi kim yönetirse yönetsin Ermensitan aleyhine dönmesine neden oluyor.
Yarın Rusya’nın iç karışıklıklar yaşaması, güçten düşmesi mümkündür. O gün geldiğinde Azerbaycan ve Türkiye çok avantajlı bir pozisyonda olacaklar: Doğru politikalar izlenirse, Azerbaycan, Türkiye ve Gürcistan tarafından çevrelenmiş bir Ermenistan, vaktiyle Türk düşmanlığı yapsa da bugünlerde iyi ilişkiler güden bir Bulgaristan’a dönüşebilir, tedip edilebilir. 30 yıldır ilk defa mesafe kat edilmişken, “Rusya’yı getirmiş olduk, masada kaybettik” yorumları abestir. Türk milliyetçilerinin karşı çıkması gereken bir şey varsa, bu zaferin Erdoğan ya da Aliyev’e mal edilmesidir, bu algının oluşmaması için elimizden geleni yapmalıyız. Kat ettiğimiz mesafe, bir sonraki hamleye karşı tarafın epey handikaplı başlaması anlamına geliyor, 30 yıldır çözüme bu denli uzak durduğumuz bir derdimizi çözmek için attığımız ilk ciddi adımda, bütün beklentilerimiz bir anda gerçekleşmediği için karamsarlığa kapılmak yanlış. Hatta, bu karamsarlık özellikle pompalanan pro-Ermeni bir propagandanın da almak istediği sonuçlar arasındadır, dikkat etmek gerekir diye ikaz edelim.
Türkiye’de rejim değişir ve Azerbaycan usulen de olsa seküler-demokratik imajını pekiştirmeye devam ederse, Rusya üzerinde tazyik artarsa, bu kısa vadede Karabağ sorununu tam ve “bizim istediğimiz” şekilde çözer. Üstelik, orta vadede Türk ülkelerinin Rusya-Çin arasına sıkışmasını engeller. “Batı’nın en Doğu karakolu” konumlandırmasından “Doğu’nun en Batı karakolu” konumlandırmasına geçip, uluslararası kamuoyu nezdinde itibarını yeniden yakalamış, İsrail ve İngiltere ile işbirliğini geliştirmiş, milliyetçi gerekçelerini hamasetin elinden kurtarıp rasyonel politikalar ile projelere dönüştürmüş bir Türkiye, yeniden şekillenen Doğu’da, Azerbaycan’la birlikte şekil verici aktörlerden birine dönüşebilir. Karabağ’da elde ettiğimiz zafer, bunun gerçekleşmesi için olmasını beklediğimiz uygun ortamın bileşenlerinden biridir, hepimize kutlu olsun.
M. Bahadırhan Dinçaslan