Dünyada çeşitli bölgelerde donmuş çatışmalar var. Sair sebeplerle çözümün imkansız göründüğü, fiili durumla hukuki durumun çeliştiği; ekseriyle “güçlü ve haksız”ın, “zayıf ama haklı”nın acziyetinden istifade ederek yarattığı çatışma alanları. Bunlardan bizim için en acısı, en tazesi, en dokunaklısı Karabağ idi. İşte, neredeyse 30 yıl sonra, Karabağ ve işgal altındaki diğer Azerbaycan toprakları kazanılıyor. “Böyle kul olmazdan evvel Şuşa’nın Han’ı vardı” diyerek andığım Xan Şuşinski şehri Şuşa, mesela, bu yazının yazıldığı tarihte azatlığa kavuştu.
Türkiye’de ve Azerbaycan’da insanlar “Türk’ün şanlı bayrağını / Karabağ’a asacağız” diyerek şarkılar söylemeseler, bu otuz yıl boyunca “deli” addedilen birtakım milliyetçiler bu meseleyi toplumsal hafızada diri tutmasalar, bu yarayı sürekli kaşıyan, kabuğunu kaldırıp kanamasını sağlayan milliyetçi retorik olmasa, bu mümkün olur muydu? Sanmıyorum. Zira dün geçerli olan, bugün geçerli olmanın yanında en önemli amil: Kamuoyu. İç çatışmalarla zayıflamış, hukuken haksız olup, kendi “kötü” ve insanını fakirliğe, aşağılanmaya mahkum eden milliyetçiliğinin bedelini ödeyen Ermenistan -ki, benzer bir milliyetçilik bugün iktidardadır, bundan da ders almalıyız- görece daha birleşik, daha ateşli Azerbaycan’ın, üstelik akıllı bir diplomasiyle desteklenmiş harekatının karşısında aciz durumdadır.
Karabağ’ın geri alınmaya başlamasının nedenleri arasında, evet, milliyetçilik vardır fakat tek neden değildir elbette. Yukarıdaki satırlar, vaktiyle milliyetçi “mesele”leri toplum algısına yerleştiren Alparslan Türkeş gibi büyüklere hak ettikleri vefayı teslim içindi. Daha önemli bir hususu irdelemek lazım: Donmuş çatışmalarda pes etmemenin, ümidi diri tutup “akıllıca” hamlelerle ümidin rasyonel bir projeye dönüşmesini sağlamanın önemi.
Türkiye’de tuhaf bir durum var, Türk Dünyası’ndan, Esir Türk Yurtları davasından ne zaman bahsetseniz, bir birliğin ne kadar imkansız olduğu, işgal altındaki yurtların nasıl “kayıp vaka”lar oldukları anlatılır durur. Üstelik bunu yapan ahlaksızlar, kendilerine milliyetçi bile derler. “Analiz” yazmanın, “stratejist” olmanın sırrı, biraz da “Türkçülük, Turancılık, İstiklalcilik imkansızdır” demektir. Kırım dediğinizde, “Rusya çok güçlü, boşuna yorulmayalım, uzlaşmanın yoluna bakalım”, Doğu Türkistan dediğinizde “Çin’e savaş mı açalım yani?”, Güney Azerbaycan dediğinizde “Amerikan oyununa alet olmayalım” lafları hemen koro halinde dört köşeden yükselmeye başlar.
İşte karşımızda otuz yıl sonra Türkler lehine çözülmeye başlayan bir donmuş çatışma. Üstelik, otuz yıl öncesinde Türkler açısından manzara hiç iç açıcı değildi. Ama yaşatılan toplum şuuru, “fırsat”ın ortaya çıkması ve bu fırsatın “akıllı bir diplomasi” ile değerlendirilmesi sonucunda, otuz yıl sonra muzaffer bir Azerbaycan ordusu yaratabildi. Kendi özel hikayesi sebebiyle dünyanın en örgütlü ve yaygın diasporasına sahip olan Ermenistan, Azerbaycan’dan çok daha “kudretli” bir ülke olan Türkiye’yi hemen her alanda madara ederken, Azerbaycan’ı edemedi ve çaresiz kalıyor.
Demek, donmuş çatışmaların çözümü mümkündür, yeter ki dünyanın gidişatını iyi takip edin ve en önemlisi, Gemuhluoğlu’nun “şimal dağlarının en yücesine sakladığımız" dediği tohumu yitirmeyin. Bu çatışmaları mesele eden, kendini ona adayan insanlarınız olsun. Uygun an geldiğinde ne yapacağınızı bilin, yıllardır hazırlanıyor olun.
Evet, Karabağ’daki son gelişmeler Turancılık açısından dersler ihtiva ediyor. Yeter ki, İrlandalılar gibi olabilelim: Evet, yüzyıllardır başka bir milletin boyunduruğu altında yaşamış, dilini büyük oranda unutmuş, üstelik sömürücü ekonomi pratikleri sebebiyle çok defalar kıtlık geçirmiş, başkasının tarlasında saban sürüp aç yatmış bir milletin, uzun yıllar boyunca yenilerek, her defasında yeniden hamle yaparak nihayet bağımsızlığını kazanması, bir Türk milliyetçisi olarak ilgimi çeken bir motif. Öyle ya, biz de benzerini Kırım'da, Kerkük'te, Kazan'da, Tebriz'de, Urumçi'de (...) yapmak istiyoruz. Öyleyse İrlandalıların hikayesinden bizim için de çıkarılacak dersler vardır. Nedir bu dersler?
İrlandalılar, İngilizlere karşı defaatle isyan etseler de, hep yeniliyorlardı. Bunun nedeni tecrübesizlikt: Yiğitlik açısından eksiklikleri yoktu, ama eğitimli subay ve astsubay sınıfına sahip değillerdi, arzulayan ve harekete geçen binleri, milyonları sevk ve idare edemiyorlar, “devlet aklı” ve örgütlü yapıya karşı yenilip duruyorlardı.
İşte bu esnada, gereken tecrübeyi Amerikan İç Savaşı’nda yer alan İrlandalılar sağladılar. Bu savaşta iki tarafta da İrlandalı askerler ve subaylar yer alıyorlardı. Bunlar terhis edildikten sonra örgütler kurdular, tecrübelerini anavatana aktardılar. Bu sayede nihayet biriken tecrübe, arzuyla birleşerek İrlandalıların daha etkin örgütlenebilmesini, “dünya”nın ortamı da müsait olunca, mümkün kıldı. (İrlanda meselesinin daha etraflı halini eski bir yazımda burayı tıklayarak okuyabilirsiniz.)
İşte, Turancıların ihtiyacı olan bu adanmışlıktır. Bunun mümkün olması için iki şart var: Turancılık hayaldir diyenlerin Turan’ın gerçekleşmesini istemeyenler olduğunun farkına varmak, en önemlisi. (TamgaTürk’te daha önce bu meseleyi işlemiştik, burayı tıklayınız.) Turancılığın duygusal bir mesele olmaktan çıkıp, planlı, programlı, rasyonel bir meşgaleye dönüşmesi de ikincisi.
Öncelikler sıralamamızda herhalde Esir Türk Yurtları birinci sırada gelir. Kırım’da, Kazan’da, Sibirya’da, Doğu Türkistan’da ve Güney Azerbaycan’da işgalci müstebit rejimler Türkleri tutsak etmişlerdir. Bu rejimlerin Türkiye’deki sözcülerini milliyetçi camiadan dışlamak, halihazırda uluslararası kamuoyunun bu meselelere ilgisi varken bunun en iyi şekilde nasıl değerlendirilebileceğini düşünmek, Turancıların ilk yapması gereken. Sonra, Türk toplulukları ve devletleri arzu ettiğimiz bir “birliktelik”e kavuştuklarında, bu birlikteliğin diplomasi ayağının Azerbaycanlılara tevdi edilmesi gerektiğini konuşabiliriz, mesela.
Düşmanı, yabancıyı bırak, Türklerin dahi “kayıp vaka” olarak gördüğü milli meselelerimizin doğru zamanda, doğru yönetimle çözülebileceğini gösteren Azerbaycanlılara aşk olsun.
M. Bahadırhan Dinçaslan