Türk şiiri yüzyılları aşan tarihiyle birçok şairin “düşünceli, düşünceli” kıyam ettiği bir vadidir. Bu vadide nice çiçekler açmış, niceleri açmayı beklemektedir. Bu çiçeklerin her biri doğanın kadim kanununa binaen birbirinden farklı olsa da bazıları aynı türü oluşturmaktadır. Bu aynı türe mensup olan çiçekler bir noktada diğer çiçeklerden fark edilebilir şekilde ayrılmış ve ardı sıra nice nesiller yetiştirmiştir. Bugünkü yazıda buçiçeklerden yakın zamanda ölen Cemal Safi’yi ve onun ekolünü anacağım.
Cemal Safi, 1938 Samsun doğumlu bir Cumhuriyet Dönemi şairi. Ben, onun şiiriyle ilk kez dayımın arabada açtığı kasette karşılaşmış ve sonra lisedeki bir öğretmenim sayesinde içli dışlı olmuştum ve o gün bugündür onun şiirinden son derece haz alırım. Safi’nin şiiri hece şairleri arasında hemen göze çarpan bir stile sahip, onun şiirinin belli başlı çizgileri var ve kendisi heceyle yazdığı şiirlerinde bu çizgileri asla aşmıyor -bu çizgilerin neler olduğuna detaylarda değineceğim- ve normal olarak bir ekol ortaya koymuş oluyor. Aslında anlatacağım ekolü Safi’ye mâl etmek doğru olmayabilir zira kendisinin stiline yakın birçok insanın en az onun kadar güzel şiirler yazdığına da şahidim ancak ben bu ekolü kafamda Safi’yi tanıdıktan sonra ayırt edebildim. Bu sebeple ekolü onun adıyla anacağım ancak hayranlığımı belli edeceğim her ifade yalnızca Safi’nin şahsını değil, bu stili bir dönem bile olsa benimsemiş ve başarılı örnekler ortaya koymuş tüm şairleri de kapsamaktadır. Detaylara girmeden önce son olarak şunu söylemeliyim ki bu yazı bir şair tasnifi veyahut inceleme yazısı değildir çünkü tanıdığım hiçbir şair yazın hayatı boyunca tek bir stilde yazmış değil, öte yandan akademik bir çalışmaya göre lalettayin yazılmış olan bu yazıdan ciddiyet beklemek de makul değil. Bu yazı yalnızca sevdiği bir şairin şiirindeki tadı başka şairlerde de arayan ve edebiyat namına birkaç kelam etmeye meraklı insanların yoldaşlığını yapmak için yazılmıştır.
*
Nedir Safi ekolünün alamet-i farikaları? Her şeyden önce form meselesine bakalım, Safi yazarken ekseriyetle dörtlükleri tercih etmiş, bu dörtlüklerin sayısı neredeyse tüm şiirlerinde dördün üzerinde, yani nispeten uzun şiirler. Satıhtan uzaklaşarak derinleştiğimizde alametler biraz fazlalaşıyor. Safi şiirinde hecenin on birli ve on dörtlü versiyonlarını tercih etmiş, durakları klasik olarak on birlide altı ve beş, on dörtlüdeyse yedi ve yedi şeklinde. Bu hece vezinleri dışında yedili ve sekizli gibi kısa vezinler de seçilmiş ancak ekolün öne çıkan vezinleri bunlar değil. Buraya kadar aslında klasik bir hece şairinden çok farklı bir şey ortaya koymayan şair ritim meselesine geldiğimizde farkını ortaya koymuş. Safi şiirinde neredeyse her zaman bir redif var, redifler genellikle günlük hayatımızda kullandığımız kelimelerden oluşmuş bir öbek oluyor ancak rediflerin akılda kalıcılığı hususunda bariz bir maharet var Safi’de. Safi eğer şiirinde redifi kullanıyorsa kafiyeyi genelde tek ses üzerinden yaratıyor ve bu tek ses genelde fiil köklü kelimeler üzerinde ortaya çıkıyor. Safi, şiirinde eğer redif kullanmıyorsa yine redif kullandığı şekildeki gibi tek ses üzerine inşa ediyor kafiyesini ancak bu tek sesin kısıtlı ahenk alanından kurtulmak için de Türk şiirinin gelenekselmetotlarından birini kullanıyor, tonlu ve tonsuz sessiz harfler arasındaki ayrımı bir de kalın ve ince sesli harfler arasındaki ayrımı görmezden geliyor –“saçını / gücünü” örneğindeki gibi- ve söyleyişini kolaylaştırıyor. Bunun dışında bir mısraın sonunda yer alan kelimenin sonraki mısralardaki son kelimenin içinde yer alması olarak açıklayabileceğimiz tunç kafiye de Safi şiirinde epey fazla yerde karşımıza çıkıyor. Safi şiirinin anlam dünyasına gelecek olursak, bu ekol sanırım farklı farklı temlere elverişli değil, çoğunlukla aşk temlerini görüyoruz bu stilin benimsendiği şiirlerde. Bu aşk tanrı aşkı, doğa aşkı ve daha birçok şekilde karşımıza çıkabiliyor ancak genelde iki insan arasındaki aşk konu ediliyor şiirlere. Bir “crise intellectuelle” veya politik bir şiir görmek pek mümkün değil bu stilde.
Safi şiirinin alamet-i farikalarını bu şekilde sıraladım zira alameti göstereceğim diye şiirlerdeki akışı bozmak istemedim, şimdi bu hususiyetlerin örneklerini verelim.
Yıldızlara baktırdım fallara çıkmıyorsun
Seni görmem imkansız rüyalarım olmasa
Pencereden bakmıyor yollara çıkmıyorsun
Seni görmem imkansız rüyalarım olmasa
Zor mu geldi kalbinde bana sevgi saklamak
Yakıp gittiğin yeri dönüp bir kez yoklamak
Değil sabaha kadar seni öpüp koklamak
Seni sarmam imkansız rüyalarım olmasa
-Rüyalarım Olmasa, Cemal Safi
Dörtlük, tamam. On dörtlü hece, tamam. Redif, tamam. Tek ses -ve bir eylem- üzerine kurulmuş kafiye, tamam. Aşk temi, tamam.
Kırdığın kadehte kalan ömrümden
Ağlarsın içtiğin yılları bilsen
Hicrinle sararıp solan ömrümden
Ağlarsın biçtiğin dalları bilsen
Sefiller gücünü bende sınadı
Kimi kaçık dedi, kimi bunadı
Berduş eleştirdi, sarhoş kınadı
Ağlarsın düştüğüm dilleri bilsen
-Ağlarsın, Cemal Safi
Form, tamam. On birli hece, tamam. Redif, tamam. Tek ses -ve bir eylem- üzerine kurulmuş kafiye, tamam. Aşk temi, tamam.
Marifet feleğin elinden çıkmış
Dünyada başka bir terzisi yokmuş
Kerem’i Aslı’yı narına yakmış
Ateşten gömleği giyelim gitsin
Tiryaki gönlümde olmasın kuşkun
Tek sana müptela tek sana düşkün
Ardından bir ağıt yakalım aşkın
Adını elveda koyalım gitsin
-Ayrılık Nikahı, Cemal Safi
Form, tamam. On birli hece, tamam. Redif, tamam. Tek ses -ve bir eylem- üzerine kurulmuş kafiye, tamam. Sesler arası ayrımı görmezden gelme, tamam. Aşk temi, tamam.
Safi şiirinin benim nazarımda iki alamet-i farikası daha var ancak ona geçmeden evvel bu stilde yazan her şairde denk geldiğim bir durumu anlatmam gerekiyor. Bu, aslında bir tenkit olacak. Nedenini anlayamadığım bir şekilde bu stilde yazıldığı zaman mutlaka bir “arabesk” işin içerisine dahil oluyor. İşin garip tarafı, bu Safi’ye has değil, bu stilde yazılan çoğu şiirde bunu görmek mümkün. Birkaç örnek…
Dostlar da muhabbeti kestiler, lüzum da yok
Zaten senden ziyade sohbetim, sözüm de yok
Sen dönmeden kimseye bakacak yüzüm de yok
Aynalarda kendimi göresim sende kalmış
Sende kalmış umudum, saadet çağım sende
Sende kalmış huzurum, tüten ocağım sende
Sende hayat kaynağım, duygu membaım sende
Can diyorum sana,can kafesim sende kalmış
-Sende Kalmış, Cemal Safi
Tercüman olmaktan aciz hâlime
Osmanlı dilinde yüzbin kelime
Bir şarap kadehi verdin elime
Unuttuğun ekmektir, aştır insafsız
İçimde cevapsız kalan merak var
İki yay altında binlerce ok var
Ava mı çıktın ki bu kadar çok var
O nasıl kirpiktir, kaştır insafsız
-İnsafsız, Cemal Safi
Örneklerde görülebileceği üzere Safi şiirinin arabesk veçhesi şiirin söyleyiş gücünü sınırlıyor. Safi, şiirini bazen inanılması güç derecede bir konsantrasyonla günlük hayattan ve arabeskten koparabiliyorken bazen de bu şekilde tabiri caizse “kolaya kaçarak” şiirini bir keder aracı hâline getirmekten kaçınmıyor. Elbette bunun altında yatan birçok sebep olabilir, bu sebeplerden biri kendisinin şarkıcı Orhan Gencebay’ın birçok şarkısının güftesini yazması olabilir, sonuçta birçok sanat ürünü gibi şiirler de ticari bir meselenin içine düştüğü zaman sanat yönünü kaybetme ihtimaline sahiptir.
Bu “arabesk” tenkidimizi bir kenara koyup Safi şiirindeki son iki özellikten bahsedelim. İlk olarak, Safi şiirinde “vurucu” diye tabir edebileceğimiz her anlam her imaj daima dörtlüklerin sonunda saklanmıştır. Elbette dörtlük bir bütün olarak anlam ifade eder ancak misal olarak bir Necip Fazıl şiirinde dörtlüğü ikiye bölseniz çoğu zaman etkileyiciliğini kaybetmez ancak Safi şiirinde öyle değil zira şiir yek-avaz değil, dörtlüğün son mısraı -ve elbette o mısradaki redif- şiirin bütün etkileyiciliğini sağlayan kısım. O yüzden bu kısımda çoğu zaman bir sanatla karşılaşırız, bu kimi zaman telmih olur, kimi zaman tezat ancak iflah olmaz bir şekilde bu mısralar okuyucunun duygularını bir şekilde harekete geçirmek üzere kurgulanmışlardır. Bunun örneklerine yukarıdaki alıntılarda da rastlanabilir ancak ben özellikle bir şiiri -bir antoloji hazırlayacak ve Türk şiirindeki en güzel yüz şiiri dahil edecek olsam bu şiiri kesinlikle dahil ederdim- paylaşmak istiyorum.
Yakılacak yara bu
Yandırır diye içtim
Dudakların şarabı
Andırır diye içtim
Kahroldum gidişine
İçtim peşi peşine
Gönlüm senin işine
Son verir diye içtim
Vurduğun günden beri
Sormadın derbederi
Ateş ettiğin yeri
Söndürür diye içtim
Ne hal bildin ne hatır
Yazmadın tek bir satır
Senin gibi aldatır
Kandırır diye içtim
Saki'ye sor sancımı
O bilir ilacımı
İflah olmaz acımı
Dindirir diye içtim
Yokluğun hışım gibi
Bastırdı kışım gibi
Seni de başım gibi
Döndürür diye içtim
İçtim sensiz yarına
İçtim intiharına
Selviler diyarına
Gönderir diye içtim
-İçtim, Cemal Safi
Mükemmel bir şiir. Şiirdeki anjanbman öylesi bir ustalıkla kullanılmış ki şiirin içerisinden dörtlüklerin son mısraı çekilse anlam asla tamamlanmıyor, hâl ekleri de anjanbman üstadına harika bir şekilde hizmet etmiş. Yukarıda bahsettiğim sanat meselesineyse şu dörtlüğü örnek vermek isterim.
“Yokluğun hışım gibi
Bastırdı kışım gibi
Seni de başım gibi
Döndürür diye içtim”
Dörtlük sonundaki tevriye o kadar baş döndürücü ki insan burada aldığı hazzı her şiirde aramaya başlıyor.
Son alamet-i farikaya gelecek olursak, Safi şiirinde bir kadın ismini görmemiz hatta onu bir redif olarak görmemiz pek muhtemeldir. Almina, Ayşen, Aysuda gibi isimler bu isimlere örnek verilebilir. Kısa bir örnek…
Kapattın gönlümün sevinç yönünü
Ümidim görmüyor sensiz önünü
Takvimler bilmiyor dönüş gününü
Saatler vuslatı vurmuyor, Ayşen
-Ayşen, Cemal Safi
Safi ve ekolü bu şekilde özetlenebilir. Bu stilde yazılmış birkaç şiire yer vermek ve bu stilde başarılı örnekler ortaya koymuş birkaç şairi sizlere okutmadan evvel Cemal Safi’den son bir şiir paylaşmak istiyorum. Bu şiirde bilhassa ikinci dörtlük Türk şiirinin en güzel dörtlüklerinden biri olabilir, her ne kadar bu dörtlüğün sonundaki sentaks Hayyam’ın meşhur rubaisinden mülhem olsa da ben bu kadar başarılı bir sentaks ithalatı pek görmedim…
Gözlerim uykuyla barıştı sanma
Sen gittin gideli dargın sayılır
Ben de bir zamanlar sevildim ama
Seninki düpedüz vurgun sayılır
Ne kadar zulmetsen ah etmem sana
Her iki cihanda gül kana kana
Seninle cehennem ödüldür bana
Sensiz cennet bile sürgün sayılır
Yalan mı söyledin göz göre göre
Ne zaman dolacak verdiğin süre
Gönülden gördüğüm takvime göre
Aldığım her nefes bir gün sayılır
-Vurgun, Cemal Safi
*
Safi ekolü diye tabir ettiğim meseleyi anlattığıma göre tamamen bu ekolü benimsemiş şairler tarafından olmasa da bu ekolde güzel şiirler kaleme almış şairlerden birkaç alıntı paylaşacağım son olarak. Bir çırpıda aklıma gelenler aşağıdaki gibi, sizin aklınıza başka şairler ve şiirler gelirse onları bu yazının veya bu yazının paylaşıldığı sosyal medya platformunun yorum kısmına ekleyin ki bizim de bahçemiz büyüsün, bakalım aynı tür çiçeklerin farklı kokuları da var mıymış…
Kalbimde arama eski yerini
Sen gözümden akan sele karıştın
İstesem de artık sevemem seni
Hasret rüzgarına yele karıştın
Seninle aşkımız eski bir roman
Yandı sayfaları külüdür kalan
Sevgilim herşeyim sendin bir zaman
Ne yazık sonunda ele karıştın
…
-Aşkımız Eski Bir Roman, Ahmet Selçuk İlkan
*
Sarı saçlarına deli gönlümü
Bağlamışlar, çözülmüyor Mihriban
Ayrılıktan zor belleme ölümü
Görmeyince sezilmiyor Mihriban
Yâr deyince kalem elden düşüyor
Gözlerim görmüyor aklım şaşıyor
Lâmbamda titreyen alev üşüyor
Aşk kağıda yazılmıyor Mihriban
…
-Mihriban, Abdürrahim Karakoç
*
…
Senelerdir vatanımdan ırağım
Ne mekanım belli, ne durağım
Yâd ellerde parça, parça yüreğim
Yarıla yarıla geçti bu ömrüm
Arif derki; eremedim ahtıma
Veda etmek üzre gemi rıhtıma
Ele değil ele kara bahtıma
Darıla darıla geçti bu ömrüm
-Aha Geldim Gidiyorum, Arif Şirin
*
…
Bende bir resmi var, yarısı yırtık
On yıldır evimin kapısı örtük
Garip bir de sarhoş oldu mu artık
Bütün sırlarını der yavaş yavaş
İşte hancı ben, her zaman böyleyim
Öteyi ne sen sor, ne ben söyleyim
Kaldır artık, boş kadehi neyleyim
Şu bizim hesabı, gör yavaş yavaş
-Binbirinci Gece (Hancı), Bekir Sıtkı Erdoğan
*
Yüreğim karanlık incisiz kabuk
Seni hangi ayyar çaldı Mahbube
Muhayyel ölüler pes etmez çabuk
Seni hangi ağyar aldı Mahbube
Şimdi yıkık dökük bu puslu şehir
Ne ben o denizim ne sen o nehir
Dudağ’ma bûseyle çaldığın zehir
Şerbetti, şekerdi, baldı Mahbube
…
-Metruk, Bleda Yaman
*
…
Er olmak isteyen serinden geçer
Bir saki elinden badeyi içer
Seç deseler yârin zehrini seçer
Ağyarın balını tatmaz kurbanım
Sözün özü derdi minnet bil cana
Yâre can ver ki can yar olsun sana
Serdar isen serini koy meydana
Kurbanlara bıçak tutmaz kurbanım
-Kurbanım, Serdar Tuncer
*
Badem gözlerini kısıp da öyle
Acı acı bakma, arım var, kardaş
Susma “suçlusun” de, kız, ağır söyle
Ne cevabım, ne de sorum var, kardaş
…
Haydi, tut elimden, geç desin diyen
Ver yarı kinini, öç desin diyen
Bu bir ulu haktır, suç desin diyen
Andımızda ilkin Kırım var, kardaş
-Uyanış, Turgut Günay
Cemal Safi, 1938 Samsun doğumlu bir Cumhuriyet Dönemi şairi. Ben, onun şiiriyle ilk kez dayımın arabada açtığı kasette karşılaşmış ve sonra lisedeki bir öğretmenim sayesinde içli dışlı olmuştum ve o gün bugündür onun şiirinden son derece haz alırım. Safi’nin şiiri hece şairleri arasında hemen göze çarpan bir stile sahip, onun şiirinin belli başlı çizgileri var ve kendisi heceyle yazdığı şiirlerinde bu çizgileri asla aşmıyor -bu çizgilerin neler olduğuna detaylarda değineceğim- ve normal olarak bir ekol ortaya koymuş oluyor. Aslında anlatacağım ekolü Safi’ye mâl etmek doğru olmayabilir zira kendisinin stiline yakın birçok insanın en az onun kadar güzel şiirler yazdığına da şahidim ancak ben bu ekolü kafamda Safi’yi tanıdıktan sonra ayırt edebildim. Bu sebeple ekolü onun adıyla anacağım ancak hayranlığımı belli edeceğim her ifade yalnızca Safi’nin şahsını değil, bu stili bir dönem bile olsa benimsemiş ve başarılı örnekler ortaya koymuş tüm şairleri de kapsamaktadır. Detaylara girmeden önce son olarak şunu söylemeliyim ki bu yazı bir şair tasnifi veyahut inceleme yazısı değildir çünkü tanıdığım hiçbir şair yazın hayatı boyunca tek bir stilde yazmış değil, öte yandan akademik bir çalışmaya göre lalettayin yazılmış olan bu yazıdan ciddiyet beklemek de makul değil. Bu yazı yalnızca sevdiği bir şairin şiirindeki tadı başka şairlerde de arayan ve edebiyat namına birkaç kelam etmeye meraklı insanların yoldaşlığını yapmak için yazılmıştır.
*
Nedir Safi ekolünün alamet-i farikaları? Her şeyden önce form meselesine bakalım, Safi yazarken ekseriyetle dörtlükleri tercih etmiş, bu dörtlüklerin sayısı neredeyse tüm şiirlerinde dördün üzerinde, yani nispeten uzun şiirler. Satıhtan uzaklaşarak derinleştiğimizde alametler biraz fazlalaşıyor. Safi şiirinde hecenin on birli ve on dörtlü versiyonlarını tercih etmiş, durakları klasik olarak on birlide altı ve beş, on dörtlüdeyse yedi ve yedi şeklinde. Bu hece vezinleri dışında yedili ve sekizli gibi kısa vezinler de seçilmiş ancak ekolün öne çıkan vezinleri bunlar değil. Buraya kadar aslında klasik bir hece şairinden çok farklı bir şey ortaya koymayan şair ritim meselesine geldiğimizde farkını ortaya koymuş. Safi şiirinde neredeyse her zaman bir redif var, redifler genellikle günlük hayatımızda kullandığımız kelimelerden oluşmuş bir öbek oluyor ancak rediflerin akılda kalıcılığı hususunda bariz bir maharet var Safi’de. Safi eğer şiirinde redifi kullanıyorsa kafiyeyi genelde tek ses üzerinden yaratıyor ve bu tek ses genelde fiil köklü kelimeler üzerinde ortaya çıkıyor. Safi, şiirinde eğer redif kullanmıyorsa yine redif kullandığı şekildeki gibi tek ses üzerine inşa ediyor kafiyesini ancak bu tek sesin kısıtlı ahenk alanından kurtulmak için de Türk şiirinin gelenekselmetotlarından birini kullanıyor, tonlu ve tonsuz sessiz harfler arasındaki ayrımı bir de kalın ve ince sesli harfler arasındaki ayrımı görmezden geliyor –“saçını / gücünü” örneğindeki gibi- ve söyleyişini kolaylaştırıyor. Bunun dışında bir mısraın sonunda yer alan kelimenin sonraki mısralardaki son kelimenin içinde yer alması olarak açıklayabileceğimiz tunç kafiye de Safi şiirinde epey fazla yerde karşımıza çıkıyor. Safi şiirinin anlam dünyasına gelecek olursak, bu ekol sanırım farklı farklı temlere elverişli değil, çoğunlukla aşk temlerini görüyoruz bu stilin benimsendiği şiirlerde. Bu aşk tanrı aşkı, doğa aşkı ve daha birçok şekilde karşımıza çıkabiliyor ancak genelde iki insan arasındaki aşk konu ediliyor şiirlere. Bir “crise intellectuelle” veya politik bir şiir görmek pek mümkün değil bu stilde.
Safi şiirinin alamet-i farikalarını bu şekilde sıraladım zira alameti göstereceğim diye şiirlerdeki akışı bozmak istemedim, şimdi bu hususiyetlerin örneklerini verelim.
Yıldızlara baktırdım fallara çıkmıyorsun
Seni görmem imkansız rüyalarım olmasa
Pencereden bakmıyor yollara çıkmıyorsun
Seni görmem imkansız rüyalarım olmasa
Zor mu geldi kalbinde bana sevgi saklamak
Yakıp gittiğin yeri dönüp bir kez yoklamak
Değil sabaha kadar seni öpüp koklamak
Seni sarmam imkansız rüyalarım olmasa
-Rüyalarım Olmasa, Cemal Safi
Dörtlük, tamam. On dörtlü hece, tamam. Redif, tamam. Tek ses -ve bir eylem- üzerine kurulmuş kafiye, tamam. Aşk temi, tamam.
Kırdığın kadehte kalan ömrümden
Ağlarsın içtiğin yılları bilsen
Hicrinle sararıp solan ömrümden
Ağlarsın biçtiğin dalları bilsen
Sefiller gücünü bende sınadı
Kimi kaçık dedi, kimi bunadı
Berduş eleştirdi, sarhoş kınadı
Ağlarsın düştüğüm dilleri bilsen
-Ağlarsın, Cemal Safi
Form, tamam. On birli hece, tamam. Redif, tamam. Tek ses -ve bir eylem- üzerine kurulmuş kafiye, tamam. Aşk temi, tamam.
Marifet feleğin elinden çıkmış
Dünyada başka bir terzisi yokmuş
Kerem’i Aslı’yı narına yakmış
Ateşten gömleği giyelim gitsin
Tiryaki gönlümde olmasın kuşkun
Tek sana müptela tek sana düşkün
Ardından bir ağıt yakalım aşkın
Adını elveda koyalım gitsin
-Ayrılık Nikahı, Cemal Safi
Form, tamam. On birli hece, tamam. Redif, tamam. Tek ses -ve bir eylem- üzerine kurulmuş kafiye, tamam. Sesler arası ayrımı görmezden gelme, tamam. Aşk temi, tamam.
Safi şiirinin benim nazarımda iki alamet-i farikası daha var ancak ona geçmeden evvel bu stilde yazan her şairde denk geldiğim bir durumu anlatmam gerekiyor. Bu, aslında bir tenkit olacak. Nedenini anlayamadığım bir şekilde bu stilde yazıldığı zaman mutlaka bir “arabesk” işin içerisine dahil oluyor. İşin garip tarafı, bu Safi’ye has değil, bu stilde yazılan çoğu şiirde bunu görmek mümkün. Birkaç örnek…
Dostlar da muhabbeti kestiler, lüzum da yok
Zaten senden ziyade sohbetim, sözüm de yok
Sen dönmeden kimseye bakacak yüzüm de yok
Aynalarda kendimi göresim sende kalmış
Sende kalmış umudum, saadet çağım sende
Sende kalmış huzurum, tüten ocağım sende
Sende hayat kaynağım, duygu membaım sende
Can diyorum sana,can kafesim sende kalmış
-Sende Kalmış, Cemal Safi
Tercüman olmaktan aciz hâlime
Osmanlı dilinde yüzbin kelime
Bir şarap kadehi verdin elime
Unuttuğun ekmektir, aştır insafsız
İçimde cevapsız kalan merak var
İki yay altında binlerce ok var
Ava mı çıktın ki bu kadar çok var
O nasıl kirpiktir, kaştır insafsız
-İnsafsız, Cemal Safi
Örneklerde görülebileceği üzere Safi şiirinin arabesk veçhesi şiirin söyleyiş gücünü sınırlıyor. Safi, şiirini bazen inanılması güç derecede bir konsantrasyonla günlük hayattan ve arabeskten koparabiliyorken bazen de bu şekilde tabiri caizse “kolaya kaçarak” şiirini bir keder aracı hâline getirmekten kaçınmıyor. Elbette bunun altında yatan birçok sebep olabilir, bu sebeplerden biri kendisinin şarkıcı Orhan Gencebay’ın birçok şarkısının güftesini yazması olabilir, sonuçta birçok sanat ürünü gibi şiirler de ticari bir meselenin içine düştüğü zaman sanat yönünü kaybetme ihtimaline sahiptir.
Bu “arabesk” tenkidimizi bir kenara koyup Safi şiirindeki son iki özellikten bahsedelim. İlk olarak, Safi şiirinde “vurucu” diye tabir edebileceğimiz her anlam her imaj daima dörtlüklerin sonunda saklanmıştır. Elbette dörtlük bir bütün olarak anlam ifade eder ancak misal olarak bir Necip Fazıl şiirinde dörtlüğü ikiye bölseniz çoğu zaman etkileyiciliğini kaybetmez ancak Safi şiirinde öyle değil zira şiir yek-avaz değil, dörtlüğün son mısraı -ve elbette o mısradaki redif- şiirin bütün etkileyiciliğini sağlayan kısım. O yüzden bu kısımda çoğu zaman bir sanatla karşılaşırız, bu kimi zaman telmih olur, kimi zaman tezat ancak iflah olmaz bir şekilde bu mısralar okuyucunun duygularını bir şekilde harekete geçirmek üzere kurgulanmışlardır. Bunun örneklerine yukarıdaki alıntılarda da rastlanabilir ancak ben özellikle bir şiiri -bir antoloji hazırlayacak ve Türk şiirindeki en güzel yüz şiiri dahil edecek olsam bu şiiri kesinlikle dahil ederdim- paylaşmak istiyorum.
Yakılacak yara bu
Yandırır diye içtim
Dudakların şarabı
Andırır diye içtim
Kahroldum gidişine
İçtim peşi peşine
Gönlüm senin işine
Son verir diye içtim
Vurduğun günden beri
Sormadın derbederi
Ateş ettiğin yeri
Söndürür diye içtim
Ne hal bildin ne hatır
Yazmadın tek bir satır
Senin gibi aldatır
Kandırır diye içtim
Saki'ye sor sancımı
O bilir ilacımı
İflah olmaz acımı
Dindirir diye içtim
Yokluğun hışım gibi
Bastırdı kışım gibi
Seni de başım gibi
Döndürür diye içtim
İçtim sensiz yarına
İçtim intiharına
Selviler diyarına
Gönderir diye içtim
-İçtim, Cemal Safi
Mükemmel bir şiir. Şiirdeki anjanbman öylesi bir ustalıkla kullanılmış ki şiirin içerisinden dörtlüklerin son mısraı çekilse anlam asla tamamlanmıyor, hâl ekleri de anjanbman üstadına harika bir şekilde hizmet etmiş. Yukarıda bahsettiğim sanat meselesineyse şu dörtlüğü örnek vermek isterim.
“Yokluğun hışım gibi
Bastırdı kışım gibi
Seni de başım gibi
Döndürür diye içtim”
Dörtlük sonundaki tevriye o kadar baş döndürücü ki insan burada aldığı hazzı her şiirde aramaya başlıyor.
Son alamet-i farikaya gelecek olursak, Safi şiirinde bir kadın ismini görmemiz hatta onu bir redif olarak görmemiz pek muhtemeldir. Almina, Ayşen, Aysuda gibi isimler bu isimlere örnek verilebilir. Kısa bir örnek…
Kapattın gönlümün sevinç yönünü
Ümidim görmüyor sensiz önünü
Takvimler bilmiyor dönüş gününü
Saatler vuslatı vurmuyor, Ayşen
-Ayşen, Cemal Safi
Safi ve ekolü bu şekilde özetlenebilir. Bu stilde yazılmış birkaç şiire yer vermek ve bu stilde başarılı örnekler ortaya koymuş birkaç şairi sizlere okutmadan evvel Cemal Safi’den son bir şiir paylaşmak istiyorum. Bu şiirde bilhassa ikinci dörtlük Türk şiirinin en güzel dörtlüklerinden biri olabilir, her ne kadar bu dörtlüğün sonundaki sentaks Hayyam’ın meşhur rubaisinden mülhem olsa da ben bu kadar başarılı bir sentaks ithalatı pek görmedim…
Gözlerim uykuyla barıştı sanma
Sen gittin gideli dargın sayılır
Ben de bir zamanlar sevildim ama
Seninki düpedüz vurgun sayılır
Ne kadar zulmetsen ah etmem sana
Her iki cihanda gül kana kana
Seninle cehennem ödüldür bana
Sensiz cennet bile sürgün sayılır
Yalan mı söyledin göz göre göre
Ne zaman dolacak verdiğin süre
Gönülden gördüğüm takvime göre
Aldığım her nefes bir gün sayılır
-Vurgun, Cemal Safi
*
Safi ekolü diye tabir ettiğim meseleyi anlattığıma göre tamamen bu ekolü benimsemiş şairler tarafından olmasa da bu ekolde güzel şiirler kaleme almış şairlerden birkaç alıntı paylaşacağım son olarak. Bir çırpıda aklıma gelenler aşağıdaki gibi, sizin aklınıza başka şairler ve şiirler gelirse onları bu yazının veya bu yazının paylaşıldığı sosyal medya platformunun yorum kısmına ekleyin ki bizim de bahçemiz büyüsün, bakalım aynı tür çiçeklerin farklı kokuları da var mıymış…
Kalbimde arama eski yerini
Sen gözümden akan sele karıştın
İstesem de artık sevemem seni
Hasret rüzgarına yele karıştın
Seninle aşkımız eski bir roman
Yandı sayfaları külüdür kalan
Sevgilim herşeyim sendin bir zaman
Ne yazık sonunda ele karıştın
…
-Aşkımız Eski Bir Roman, Ahmet Selçuk İlkan
*
Sarı saçlarına deli gönlümü
Bağlamışlar, çözülmüyor Mihriban
Ayrılıktan zor belleme ölümü
Görmeyince sezilmiyor Mihriban
Yâr deyince kalem elden düşüyor
Gözlerim görmüyor aklım şaşıyor
Lâmbamda titreyen alev üşüyor
Aşk kağıda yazılmıyor Mihriban
…
-Mihriban, Abdürrahim Karakoç
*
…
Senelerdir vatanımdan ırağım
Ne mekanım belli, ne durağım
Yâd ellerde parça, parça yüreğim
Yarıla yarıla geçti bu ömrüm
Arif derki; eremedim ahtıma
Veda etmek üzre gemi rıhtıma
Ele değil ele kara bahtıma
Darıla darıla geçti bu ömrüm
-Aha Geldim Gidiyorum, Arif Şirin
*
…
Bende bir resmi var, yarısı yırtık
On yıldır evimin kapısı örtük
Garip bir de sarhoş oldu mu artık
Bütün sırlarını der yavaş yavaş
İşte hancı ben, her zaman böyleyim
Öteyi ne sen sor, ne ben söyleyim
Kaldır artık, boş kadehi neyleyim
Şu bizim hesabı, gör yavaş yavaş
-Binbirinci Gece (Hancı), Bekir Sıtkı Erdoğan
*
Yüreğim karanlık incisiz kabuk
Seni hangi ayyar çaldı Mahbube
Muhayyel ölüler pes etmez çabuk
Seni hangi ağyar aldı Mahbube
Şimdi yıkık dökük bu puslu şehir
Ne ben o denizim ne sen o nehir
Dudağ’ma bûseyle çaldığın zehir
Şerbetti, şekerdi, baldı Mahbube
…
-Metruk, Bleda Yaman
*
…
Er olmak isteyen serinden geçer
Bir saki elinden badeyi içer
Seç deseler yârin zehrini seçer
Ağyarın balını tatmaz kurbanım
Sözün özü derdi minnet bil cana
Yâre can ver ki can yar olsun sana
Serdar isen serini koy meydana
Kurbanlara bıçak tutmaz kurbanım
-Kurbanım, Serdar Tuncer
*
Badem gözlerini kısıp da öyle
Acı acı bakma, arım var, kardaş
Susma “suçlusun” de, kız, ağır söyle
Ne cevabım, ne de sorum var, kardaş
…
Haydi, tut elimden, geç desin diyen
Ver yarı kinini, öç desin diyen
Bu bir ulu haktır, suç desin diyen
Andımızda ilkin Kırım var, kardaş
-Uyanış, Turgut Günay
Kürk mantolu Madonna'sın, tanıştık bir sergide Okumuştum Sabahattin'i, çalışmıştım dersime İstasyon kahvesinin karşısında öptüm seni Gece gündüz yağmur yağdı geldiğinde kentime https://www.youtube.com/watch?v=Wc_s5BN5qS0