Uzun zamandır nesir türündeki yazılarıyla tanıdığım bir yazar olan Mehmet Can Kuyucu’nun son zamanlarda paylaştığı ve dikkatimi çeken bir dörtlüğü üzerine Mehmet Can’ın şiiri hakkında birkaç söz söylemeyi gerekli gördüm. TamgaKritik’i ne zamandır yazısız bıraktığımı da düşünürsek kardeşim diye seslendiğim Mehmet Can’ın şiirini incelemek boynumun borcu oldu Elimizde ne yazık ki Mehmet Can’ın yayımlamış olduğu bir şiir kitabı yok -inşallah yakında olacaktır- bu sebeple onun yalnızca kendi kişisel sayfasında yayımlamış olduğu şiirler üzerine birkaç kelam etmek mecburiyetindeyim, belki onun benimle paylaştığı başka şiirlere dair de eklemeler yapılabilirdi ancak şairin hangi şiirinin okunmasını tercih ettiğinin önem arz ettiğini düşünüyorum, bu sebeple o şiirlerde gördüklerimi elimden geldiğince kendisinin yayımladığı şiirler üzerinden anlatmaya gayret edeceğim.
Benim münekkit tarafım maalesef tekniğe pek meraklıdır, maalesef diyorum çünkü genelde kritik yazılarında şairin muhteşem sözler söylediğine atıfta bulunarak birkaç kuru mana ameliyatı yapılır ve bunun ötesine geçilmez yahut geçilemez. Bana göre ise şairin söyleyeceği sözü bulması, ilham alması kazanılabilecek türden bir yetenek değil, bu haslet şayet mevcutsa zamanla gelişebilir. Kaldı ki birinin ilhamını şu veya bu sebeple eleştirmek makul bir zeminde tartışılabilir değildir. Öte yandan dediğim üzere şiirde bir teknik taraf vardır, benim bu teknik tarafı incelemeye meraklı olmamın sebebi ise ilhamın aksine şiirin tekniğinin tenkide açık olmasıdır, hele ki şair tekniğin ön planda olduğu bir şiir biçimine meylediyorsa bu elzemdir, diğer şiir biçimlerinin som ilhamdan farkı yoktur zaten.
Sözü tekrar Mehmet Can’a getirecek olursam ben bu yazıda Mehmet Can'ın şiirine dair bazı teknik detayları ele alacağım, yine de bu kritik kısmına geçmeden önce Mehmet Can’ı tanımamış olanlar için kısa bir tanıtım yapmak isterim. Bu yazıyı yazarken kitabı yanımda olmadığı için kitaptan alıntı yapamayacağım ancak Mehmet Can Kuyucu’nun “Beyaz Kaftanlı Süvari” adında bir eseri var -okunmasını ısrarla tavsiye ederim-, bu eser belki tarihe nakşedilecek bir eser olmasa bile Süleyman peygamberin cinleri emri altına alışı gibi kelimeleri emri altına alan bir gencin Türk edebiyatına attığı ilk tohumlardan biri olarak fazlasıyla heyecan vericidir. Lakin dikkatleri çekmek isterim ki bu eserdeki heyecan verici kısım, Mehmet Can’ın kurgusu, karakter kurulumu, şu veya bu konudaki mahareti değil doğrudan doğruya kelime seçimlerinin ahenkli olmaya yatkınlığı ve bunun da ötesinde -ve daha zor bulunur bir şey olarak- uzun pasajlarındaki baş döndürücü söylemidir. Sözün özü, benim tanıdığım Mehmet Can Türkiye’deki pek çok şairde olmayan “kelimelerden anlamak” gibi özel bir yeteneğe sahip bir yazar. Mehmet Can, yazdığı şiirlerde nerenin etkileyici olduğunu da bu “kelimelerden anlama” yeteneği sebebiyle iyi bildiğinden ya şiirin tanıtıldığı bir paylaşımda yahut şiirin ayırt edilebilir kısımlarına bu başarılı şiir parçalarını itinayla yerleştiriyor. Birkaç örnek vermek gerekirse…
Sana düştü makus talihim hepten
Bir kıvılcım har vur yorgun bendime
Kaç kadere neşter vuran celepten
Bir sıyrık da düşer elbet kendime
-Ahşap Konak
Şu dörtlükte gördüğüm o kadar fazla özel seçim var ki, elbette Mehmet Can da bütün şairler gibi bazen kendini akışa bırakıyor ancak arada bariz bir fark olacak ki Mehmet Can’ın sözlerini bıraktığı akış inanılmaz derecede isabetli bir yol takip ediyor. Bu dörtlükte misal; ilk ve son mısra ile ikinci ve üçüncü mısra arasındaki eylem yansıması pek çok okuyucunun fark etmeksizin etkileneceği bir durum, bunu yaparken şiiri tekrara düşürmemek gerçekten beceri ister. Daha bir sürü şey söylenebilir, sentaksın başka bir ihtimal bırakmayacak kadar başarılı olmasından veya hece sıralamaları birbirine denk düşen seslerdeki uyumdan dem vurulabilir ancak bunların hiçbirine gerek yok, zira tekniğin başarısını anlamasa dahi okuyucu bu dörtlükten mutlaka zevk alacaktır. Bir başka örnek verelim…
Kabrimin hudutları, şu ruhumdan dar mıdır?
Saatlerden ne haber, geriye yol var mıdır?
-Yalan
Bu beyitte de aynı şekilde birtakım teknik detayların parladığını düşünüyorum. Ben uzun mısralarda üzerine fazla düşülmüş aliterasyonlardan hazzetmem, Mehmet Can da burada tam istediğim türden bir aliterasyona başvurmuş, belki daha fazla düşünse çok daha iyi bir beyit yazabilirdi ancak bu hâliyle de beyit oldukça güzel. İlk mısrada “u” sesinin tekrarı ve araya giren “a-ı” sesleri akabinde “u” sesinin bir daha tekrarı ve peşine yine gelen “a-ı” sesleri ilk mısrayı oldukça sağlam bir zemine oturtuyor. İkinci mısraya baktığımızda da ses özelinde değil fakat hece özelinde “-er” hecesi görkemli olmayan fakat asla cılız da olmayan bir terennüm yaratmış. Son bir örnek…
Gözleri âfâkın rahminde, mayhoş
Ağzından kayıyor sözler başıboş
"Kotra! Kotra geçmez mi hiç buradan?"
-Kotra
Bu kısımda aslında ikinci dizedeki imaj beni etkilediği için teknik detayın ötesinde bir şeyler daha var ancak yine de tekniğin peşine düşecek olursak “a” ve “o” seslerinin beraber geçtiği kelimeler ve basit bir örnek olsa da kendi içinde kafiyeli iç kelimeler okunası bir ahenk yaratmış durumda.
Şimdi dönelim işin aksayan taraflarına. Mehmet Can’ı kısa olmayan bir zamandan beri tanıyorum ve onun şiiriyle alakalı en başından beri gözüme çarpan eksiklik kafiyelerindeki dengesizlik. Eğer Mehmet Can’ın sözümona Yeni Hececiler gibi bir şiir kovaladığını düşünsem bu ayıbı görmezden gelirdim ancak Mehmet Can’ın kafiye kurgusu pek çok kez mükemmeli arayan, kısa seslerle tatmin olmayan bir yapıda. İlk eleştirim doğrudan kafiye kuramadığı yerlerle alakalı olacak ve birkaç örnek vereceğim…
Kızıl ve beyaz; visal ufkunda raks eylerken,
Meçhul ruhun dudağı renkten renge girerken,
-Sen Muttasıl Ben
Selvilere yoldaş uzunca boylu
Bir şehriyar idim ben anlı şanlı
Seksen vilayetten şuh ve coşkulu
Payitahttan güzel ve heyecanlı…
Ruhumda kuruldu cinler alayı
Cümbüş koptu yıllar boyu içimde
Şafak eylediler hep dolunayı
Şimdi ise hepsi matem içinde
-Ahşap Konak
Maalesef Mehmet Can bu alıntıladığım kısımlarda kafiyeyi redife indirgiyor ve şiir zaten ayakta durmakta zorlanan söyleminin üzerine biraz daha yatıyor ve nihayet yıkılmak üzere bir hâlde okuyucuyu bekliyor. Sözünü ettiğim kafiye dengesizliği aslında yukarıdaki örneklerde değil zira yukarıdaki örneklerde kafiye yok, misal şunları ele alalım.
Hakikatin elleri ruhumda oyalansa,
Dehşete varsa dilim: "İnandığım yalansa?"
Şüphelerden azade, Allah'ına müptela,
Aynalara bakarken, aynalardan imtina!
-Yalan
Işıltılar saçarak, kıvrak nur hâleleri;
Bir karanlığa boca ettiler nâleleri.
İki renkten yadigâr, bayıltıcı nefhâda,
Kalpler mutmain oldu, buluştular semâda.
-Sen Muttasıl Ben
Yukarıdaki dörtlüklerin ilkinde güzel bir tunç kafiyeyle kurulan bir beyit varken ardından birden tek sese düşen bir kafiye görüyoruz, kaldı ki bu açığı kapatacak bir ses uyumu da yok ikinci beyitteki kafiyelerde, dolayısıyla bir dengesizlik meydana geliyor. İkinci dörtlükte de aynı mesele mevcut, ilk beyitte üç sese dayanan bir kafiye varken ikinci beyitte birden tek sese -günümüz Türkçesiyle- dayalı bir kafiyeye düşüyoruz. Mehmet Can burada muhtemelen redifin varlığının bu indirgemeyi kapatacağını düşünüyor ancak ne yazık ki bu kapanacak bir açık değil. Bu kısmı daha fazla uzatmamak ve tenkidimin öbür kısmına geçecek olursam Mehmet Can kafiye kurulumunda ne yazık ki cılız kalıyor, bunu sık sık hâl eklerine başvuruşundan anlıyorum. Misal olarak yazıdaki ilk örneğe veya az önce verdiğim son örneğe bakın, ben de özellikle bir şiirde gözüme çarpan dörtlükleri aktarayım…
Ağzımda bir âteş gibisin mağrur!
Hülyalarım ağlar gibi nefsinden.
Zannetme ki bitmez bu hazin mâhur,
Vazgeç bu duadan, kaç kafesinden!
Dehşet gibi düştün ağyar geceme
Ey ufuklardan da muazzam mai!
Avucunda elim, giryân heceme,
Sarılıp gidelim çöllere mahi!
Mehtâbına mahrem, şemsine zahmet,
Kaç kurtar kendini bu şenaatten!
Bak gör şu aziz göklere rahmet,
Râm ol bana daim dön şu vaatten!
-E/A
Yukarıdaki dörtlüklerin hepsinde hâl ekleri kafiye kurulumunda rol almış. Ben hâl eklerine bu kadar sık başvurulmasının amatör işi bir kafiye kurulumu yapıldığı intibası bıraktığını düşünüyorum. Bu durumu aşmak için birçok şey yapılabilir, en başta daha fazla şiir yazmak geliyor olmalı. Kişisel sitesini bir ara temizlediği içindi sanırım birçok şiirine ulaşamıyoruz Mehmet Can’ın ancak mutlaka daha fazla yazmalı ve daha fazla kafiye kurmalı, zamanla kendisi de bu hâl eklerinden kaçmaya başlayacaktır.
Kafiye dengesizliği ve hâl ekleri problemini kendimce ortaya koyduktan sonra son bir hususa değinmek istiyorum. Mehmet Can’ın şiirleri bazen çarpık bir anlam tablosu çiziyor önümüze. Kimi zaman aynı anlama gelen kelimeler bu çarpıklığı ortaya koyarken kimi zaman oldukça kapalı anlatımlar sebep oluyor bu duruma. Benim bir okuyucu ve münekkit pozisyonundan Mehmet Can’a yapacağım tavsiyeler, daha fazla yazması, kafiyeyi şiire yedirmenin yollarını araması, bazen anlaşılmamak için değil anlaşılmak için şiir yazması gibi tavsiyeler olur. Onu tanıyan biri olarak son söyleyeceğim, eğer şiir yazmakta ısrar ederse Türk şiirine çok güzel katkılar yapacağına emin olduğumdur.