(Dana Gioia'nın makalesinin ilk 4 bölümünü Bahadırhan Dinçaslan çevirmişti.)
Aşağıdaki metin, Dana Gioia’nın 1991 yılında The Atlantic’te yayımlanan bir makalesidir. TamgaTürk sanat dosyası kapsamında daha önce yayımladığımız dört bölüm ardından, şiire ihtiyaç olup olmadığını, ihtiyaç varsa bu ihtiyacın niçin mühim olduğunu tartışan beşinci bölümünü okurlarımızın ilgisine sunuyoruz.
Aşağıdaki metin, Dana Gioia’nın 1991 yılında The Atlantic’te yayımlanan bir makalesidir. TamgaTürk sanat dosyası kapsamında daha önce yayımladığımız dört bölüm ardından, şiire ihtiyaç olup olmadığını, ihtiyaç varsa bu ihtiyacın niçin mühim olduğunu tartışan beşinci bölümünü okurlarımızın ilgisine sunuyoruz.
Fakat niçin bir şairden başkası Amerikan şiirinin sorunlarıyla ilgilensin ki? Bu kadim sanat biçiminin günümüz toplumuyla nasıl bir ilgisi olabilir? Daha iyi bir dünyada yaşıyor olsaydık, şiir okunabilmek için kendi saf ihtişamının ötesinde hiçbir gerekçeye ihtiyaç duymayabilirdi. Wallace Stevens'ın da bir zamanlar dediği gibi, "Şiirin gayesi insanın saadetine katkıda bulunmaktır." Çocuklar en sevdikleri tekerlemeleri tekrar tekrar duymak istediklerinde yalnızca bu esas gerçeği bilirler. Estetik zevkin gerekçelendirilmesi gerekmez çünkü böyle bir zevkin olmadığı bir hayat yaşamaya değer değildir.
Fakat toplumun geri kalanı şiirin kıymetini unutmuş durumda. Avam okuyucuya şiirin durumuyla ilgili tartışmalar, köhne bir kahvehanede mültecilerin dış politika hakkında tartışması gibi geliyor. Veyahut Cyril Connolly'nin daha acı bir şekilde tanımladığı gibi, "Şairler modern şiir hakkında tartışıyorlar, kurumuş bir kuyunun başında hırlayan çakallar gibi." Eleştirmen, öğretmen, kütüphaneci, şair yahut amatör bir edebiyatçı fark etmeksizin şiirin okuyucu kitlesini genişletmeyi uman herkes iç karartıcı bir zorlukla karşı karşıyadır. Peki, şüpheci okuyucuyu nazmın hâlâ dişe dokunur olduğuna, onun da anlayıp kabul edebileceği bir şekilde nasıl ikna edebiliriz?
William Carlos Williams'ın "Asphodel, That Greeny Flower" adlı eserindeki bir kısım bize bir başlangıç noktası sunabilir. Yazarın ömrünün sonuna doğru kısmen felç olduktan sonra yazdığı bu mısralar, Williams'ın hem şiire hem de tıbba kendini adadığı yıllarda şiir ve okuyucular hakkında kulağına küpe olanları özetliyor. Williams şöyle sesleniyor:
“uyanıyor kalbim
sana haber getirmeyi düşünüyorum
bir yerden,
seni ilgilendiren
ve daha birçok insanı ilgilendiren. Baksana
nedir haberin geçer akçesi.
bulamazsın oralarda ama
hor görülen şiirler saklar onu daima
Artık pek zor
bihaber kaldık o şiirlerden
yine de insanlar her gün sefilce ölüyor
zira mahrum hepsi
onun sakladıklarından.”
Williams şiirin insani değerini anlamıştı ve çağdaşlarının sanata en çok muhtaç olan okuyucuları şiire bağlamaya çalışırken karşılaştığı zorluklar hakkında hayal görmüyordu. Şiirin okur kitlesini yeniden kazanmak için çıktığı yolda ilk önce Williams'ın sadece şairleri ilgilendiren şeyi değil, "birçok insanı ilgilendiren" şeyi bulmaya yönelik meydan okumasını anlamak gerekir.
Şiirin ahvalinin münevver camianın tümü için mühim olmasının en az iki nedeni vardır. Birincisi, özgür bir toplumda dilin rolüyle alakalıdır. Şiir, sözcükleri en yüce anlamlarıyla kullanma sanatıdır. Mütefekkirlerin dilin gücünü şekillendirme, değerlendirme ve anlama becerilerini yitirdiği bir toplum; politikacılar, vaizler, metin yazarları, haber spikerleri kısacası her kim olursa olsun dilin gücünü elinde tutanların kölesi olacaktır. Şiirin kamusal mesuliyeti modern yazarlar tarafından da birçok kez vurgulanmıştır. Sembolistlerin şahı Stephane Mallarme bile şairin vazifesini "kabilenin sözlerini arındırmak" olarak tasvir edip övmüştür. Hatta Ezra Pound şöyle uyarmıştır:
“İyi yazarlar dilin toprağını bereketli tutanlardır. Demem o ki doğru söyleyin, öz söyleyin. İyi bir yazarın faydalı olmayı isteyip istememesi veya kötü yazarın zararlı olmayı isteyip istememesi değildir mühim olan.
Bir ulusun edebiyatı zayıflarsa o ulus körelir ve çürür.”
Veyahut George Orwell'in İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra yazdığı gibi, "Herkes mevcut siyasi kaosun dilin çürümesiyle alakalı olduğunu kabul etmelidir…”
Şiir, ulusun dilini öz ve saf tutmanın yegane yolu değildir ancak bir ülkenin şiiri terk ettiği bir durumda dilin sıhhatinin korunabileceğini de düşünemeyiz.
Şiirin durumunun tüm münevverler için mühim olmasının ikinci nedeni, şiirin marjinal sanatlar arasında yalnız olmamasıdır. Şiir okuyucusu bir alt kültür mütehassısına mı dönüştü, ciddi dramadan* caza kadar çoğu çağdaş sanat biçiminin izleyicileri de aynı durumda değil mi sanki… Amerikan yüksek kültürünün geçtiğimiz yarım yüzyılda eşi benzeri görülmemiş parçalanışı, sanatların çoğunu genel izleyici kitlesinden olduğu kadar birbirinden de ayırdı. Çağdaş klasik müzik, üniversite bölümleri ve konservatuarlar dışında ölü bir sanattır desek yalan söylemiş olmayız. Bir zamanlar geniş kitlelere hitap eden caz, meraklıların ve müzisyenlerin yarı mahrem alanı haline geldi. (Günümüzün muteber caz yenilikçileri bile pek çok metropolün merkezinde gösteri yapacak yer bulamıyorlar – unutulmamalı ki doğaçlama bir sanat için performans sergileyememek mefluç bırakan bir engeldir.) Yalnızca hevesli aktörler, oyun yazarları ve birkaç hırslı hayran tarafından takip edilen ciddi drama ise Amerikan tiyatrosunun kenar mahallelerine hapsoldu. Sadece görsel sanatlar, o da belki de maddi cazibesi ve üst sınıf desteği nedeniyle halkın ilgisinin azalmasından büyük ölçüde kurtulabildi.
(Çevirenin Notu: Yazar burada trajedi ve komedi gibi kadim tiyatro geleneklerinden beslenen tiyatro türünü kastediyor.
Makalenin ilk 4 bölümü Bahadırhan Dinçaslan tarafından çevrilmişti.
Fakat toplumun geri kalanı şiirin kıymetini unutmuş durumda. Avam okuyucuya şiirin durumuyla ilgili tartışmalar, köhne bir kahvehanede mültecilerin dış politika hakkında tartışması gibi geliyor. Veyahut Cyril Connolly'nin daha acı bir şekilde tanımladığı gibi, "Şairler modern şiir hakkında tartışıyorlar, kurumuş bir kuyunun başında hırlayan çakallar gibi." Eleştirmen, öğretmen, kütüphaneci, şair yahut amatör bir edebiyatçı fark etmeksizin şiirin okuyucu kitlesini genişletmeyi uman herkes iç karartıcı bir zorlukla karşı karşıyadır. Peki, şüpheci okuyucuyu nazmın hâlâ dişe dokunur olduğuna, onun da anlayıp kabul edebileceği bir şekilde nasıl ikna edebiliriz?
William Carlos Williams'ın "Asphodel, That Greeny Flower" adlı eserindeki bir kısım bize bir başlangıç noktası sunabilir. Yazarın ömrünün sonuna doğru kısmen felç olduktan sonra yazdığı bu mısralar, Williams'ın hem şiire hem de tıbba kendini adadığı yıllarda şiir ve okuyucular hakkında kulağına küpe olanları özetliyor. Williams şöyle sesleniyor:
“uyanıyor kalbim
sana haber getirmeyi düşünüyorum
bir yerden,
seni ilgilendiren
ve daha birçok insanı ilgilendiren. Baksana
nedir haberin geçer akçesi.
bulamazsın oralarda ama
hor görülen şiirler saklar onu daima
Artık pek zor
bihaber kaldık o şiirlerden
yine de insanlar her gün sefilce ölüyor
zira mahrum hepsi
onun sakladıklarından.”
Williams şiirin insani değerini anlamıştı ve çağdaşlarının sanata en çok muhtaç olan okuyucuları şiire bağlamaya çalışırken karşılaştığı zorluklar hakkında hayal görmüyordu. Şiirin okur kitlesini yeniden kazanmak için çıktığı yolda ilk önce Williams'ın sadece şairleri ilgilendiren şeyi değil, "birçok insanı ilgilendiren" şeyi bulmaya yönelik meydan okumasını anlamak gerekir.
Şiirin ahvalinin münevver camianın tümü için mühim olmasının en az iki nedeni vardır. Birincisi, özgür bir toplumda dilin rolüyle alakalıdır. Şiir, sözcükleri en yüce anlamlarıyla kullanma sanatıdır. Mütefekkirlerin dilin gücünü şekillendirme, değerlendirme ve anlama becerilerini yitirdiği bir toplum; politikacılar, vaizler, metin yazarları, haber spikerleri kısacası her kim olursa olsun dilin gücünü elinde tutanların kölesi olacaktır. Şiirin kamusal mesuliyeti modern yazarlar tarafından da birçok kez vurgulanmıştır. Sembolistlerin şahı Stephane Mallarme bile şairin vazifesini "kabilenin sözlerini arındırmak" olarak tasvir edip övmüştür. Hatta Ezra Pound şöyle uyarmıştır:
“İyi yazarlar dilin toprağını bereketli tutanlardır. Demem o ki doğru söyleyin, öz söyleyin. İyi bir yazarın faydalı olmayı isteyip istememesi veya kötü yazarın zararlı olmayı isteyip istememesi değildir mühim olan.
Bir ulusun edebiyatı zayıflarsa o ulus körelir ve çürür.”
Veyahut George Orwell'in İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra yazdığı gibi, "Herkes mevcut siyasi kaosun dilin çürümesiyle alakalı olduğunu kabul etmelidir…”
Şiir, ulusun dilini öz ve saf tutmanın yegane yolu değildir ancak bir ülkenin şiiri terk ettiği bir durumda dilin sıhhatinin korunabileceğini de düşünemeyiz.
Şiirin durumunun tüm münevverler için mühim olmasının ikinci nedeni, şiirin marjinal sanatlar arasında yalnız olmamasıdır. Şiir okuyucusu bir alt kültür mütehassısına mı dönüştü, ciddi dramadan* caza kadar çoğu çağdaş sanat biçiminin izleyicileri de aynı durumda değil mi sanki… Amerikan yüksek kültürünün geçtiğimiz yarım yüzyılda eşi benzeri görülmemiş parçalanışı, sanatların çoğunu genel izleyici kitlesinden olduğu kadar birbirinden de ayırdı. Çağdaş klasik müzik, üniversite bölümleri ve konservatuarlar dışında ölü bir sanattır desek yalan söylemiş olmayız. Bir zamanlar geniş kitlelere hitap eden caz, meraklıların ve müzisyenlerin yarı mahrem alanı haline geldi. (Günümüzün muteber caz yenilikçileri bile pek çok metropolün merkezinde gösteri yapacak yer bulamıyorlar – unutulmamalı ki doğaçlama bir sanat için performans sergileyememek mefluç bırakan bir engeldir.) Yalnızca hevesli aktörler, oyun yazarları ve birkaç hırslı hayran tarafından takip edilen ciddi drama ise Amerikan tiyatrosunun kenar mahallelerine hapsoldu. Sadece görsel sanatlar, o da belki de maddi cazibesi ve üst sınıf desteği nedeniyle halkın ilgisinin azalmasından büyük ölçüde kurtulabildi.
(Çevirenin Notu: Yazar burada trajedi ve komedi gibi kadim tiyatro geleneklerinden beslenen tiyatro türünü kastediyor.
Makalenin ilk 4 bölümü Bahadırhan Dinçaslan tarafından çevrilmişti.
Yazının ikinci bölümü için tıklayınız: Nazım Dişe Dokunur mu II: Alt-Kültürün İçyüzü
Yazının üçüncü bölümü için tıklayınız: Nazım Dişe Dokunur mu III: Bohemya’dan Bürokrasiye
Yazının dördüncü bölümü için tıklayınız: Nazım Dişe Dokunur mu IV: Şiir İnsanların Umrundayken)