“Vallahi Turan’ı kuracağız kardeşlerim!”
Bunu söyleyen hükmü sabit bir suç örgütü lideri. Ayrıca kendisi bir süredir, daha evvelden ittifak içerisinde olduğu statüko ile beraberce işledikleri cürümleri bir bir ifşa ediyor. Biz de haliyle sokak ortasında hayret nidalarının duyulmasının sıradanlaştığı günler geçiriyoruz. Ancak bu şahıs bir yandan da Turan kurmaktan, Türk birliğini inşa etmekten söz ediyor.
Turan gibi mübarek bir kelimeyi diline pelesenk eden bu şahsın profili ise bütün Turancıların sinirlerini bozuyor. Turan, suç örgütü liderlerinin, mafya babalarının eliyle kurulacak bir şey midir arkadaş? Ne olacak senin Turan’ında? Bir anlatıversene! Faili meçhul cinayetler, köşe başlarında gazeteci linç etmeler, parti il gençlik kollarıyla el birliği edip gazete basmalar falan devam edecek mi mesela? Yahut milletvekillerini devletin karakollarında dövmeler?...
Ne mafya Turan kurabilir ne de mafyanın eliyle iş beceren, mafya diliyle konuşan, mafya zihniyle düşünen bir siyaset. Bırakın Turan kurmayı, böyle bir iradenin ülkeyi bir arada tutabilmesi dahi tamamıyla tesadüf eseridir.
Bilimsel çalışmalar bir milleti abad eden şeyin sahip olduğu sosyal kapital olduğunu gösteriyor. Sosyal kapital denen şey de o toplumun birbirine olan güveni; birbiri arasında adalet, ahlak ve hakkaniyet esasıyla ilişkiler kurması (buna yolsuzluk yapmama, nepotizmden kaçınma, rüşvetten uzak durma gibi şeyler de dahildir), bir araya gelerek birbirini korumasını sağlayan kurumlar inşa etmesi, yani güveni inşa etmesidir. Dünyanın en yüksek milletleri, en zengin, en öngörülebilir ülkeleri gidin bakın, güven konusunda da cihanın en tepesinde oturuyordur.
Dünya Değerler Araştırması Beşinci (2004-2009) Dalga Güven Endeksi araştırmasının verilerine bir göz atalım, birbirine en çok güvenen toplumların yaşadığı üç ülke: Norveç, İsveç ve Danimarka. Ama dönüp bir de birbirine en az güvenen toplumların yaşadığı üç ülkeye bakınca aziz vatanımızın adını sondan üçüncü sırada görüyoruz. Aynı grubun 2010-2014 aralığında yaptığı altıncı dalga araştırma sonuçlarında da Türkiye koltuğunu korumuş, istikrarlıyız yani. 117 ülkenin incelendiği araştırmada Türkler içinde her 100 kişinden 95’i etrafındaki insanlara güvenmediğini belirtiyor.
Birbirine bu kadar güvenmeyen bir toplumun fukaralığına, fukaralaşmasına, mafyayla iş tutmayı alışkanlık haline getirmesine şaşırmamak, listenin tepesindeki toplumlara bakıp örnek almak lazım. Birbirlerine güven duyan toplumlar sosyal kapitale sahip oluyor, bir araya gelerek ortak hareket ediyor, sonunda birbirini ömründe görmemiş hissedarların yatırımıyla devasa şirketler kurup zengin oluyor, dernekler kurup haklarını icabında söke söke alıyor, Avrupa Birliği gibi insani standartlara sahip siyasi birlikler kurup bütün bu kazanımlarını garanti altına alıyorlar. Vatanını falanca inşaat şirketinin kepçeleri taş ocağı yapmak için kapısına dayandığında hatırlayan kişinin vatanı herhalde 780 bin kilometre kare değil, kendi köyünden ibarettir. Aynı kişi Salda Gölü’nün başına ne geleceğini umursamayacak, hatta muhtemel ki Salda boyunda oturan kimselerden (hem de siyasi görüşleri nedeniyle!) nefret ettiği için “oh olsun” deyip, “oh” çekecek olan bakanların videolarını izlerken de zevkten dört köşe olacaktır. Yani birbirine güvenmeyen, hatta birbirinden nefret eden kişilerden müteşekkil bir topluluk yükselemeyeceği gibi, daha büyük topluluklar, Turanlar falan da asla kuramaz. Toplumda güvensizliği körükleyen ve dolaylı olarak da bu güvensiz ortamın ürünü olarak ortaya çıkan mafyatik örgütlenmelerin Turan kuracağını iddia etmesi, anayasayı habire çiğneyen bir devlet başkanının ülkenin bütün sorunlarını çözecek olan yeni bir anayasa yapacağını iddia etmesine benzer. Zaten böyle örnekleri de ancak “Alt Akıl”ın[1] hakim olduğu ülkelerde görürsünüz.
Avrupa Birliği gibi, Turan gibi büyük örgütlenmeler, ancak ortak mitleri bulunan ve bu öğretilerin üzerine güveni de ekleyen topluluklar tarafından yaratılır. Çöken Doğu Roma’da da, Osmanlı’da da, ağır ağır inhitata uğrayan böyle büyük yapıların hemen hepsinde de yapıyı çürüten bir kurt bulunur: Güvensizlik. Oysa yükselen Osmanoğulları’nın “Gaziyân”ı sefere gittiğinde şehirleri müdafaa etmek dahi “Bacıyân”ın işidir. Garip gureba herhalde korunmalı, “Abdalân” eliyle vakıflaşan tekkeler sayesinde imarethaneler, sebiller, aşevleri ortaya çıkarılmalıdır. Şehirlerin idaresi de ömründe konağından dışarı adım atmamış tepeden inmelere bırakılmamalı, oranın eşrafı, şehrin asıl sahibi olan “Âhiyân” ile birlikte yapılmalı, istişare edilmelidir. Ayrıca bütün bu ahalinin hukuku da kadı eliyle korunmalı, herkes kendini güvende hissetmelidir. Bakın, her alanda güven inşa eden bir toplum, her alanda yükselen bir millet görüyoruz.
Turan denen mefkûreye ulaşacak olan da ancak ve ancak sosyal kapitale sahip bir millet olabilir. Yani ülkeyi yöneten azınlığının mafyayla iş tutmadığı, yolsuzluk yapmayan, açıkgöz aptallığı yapmayıp yalnızca nefsini değil toplumu da düşünen (buna bir çikolata ambalajını yere atmamak için saatlerce elinde gezdirmeyi tercih etmek dahi dahildir), kamu personeli tayin ederken kayırma yapmayan, bankamatik sırasında kaynak yapmayan, “neme lazım?” demeyip girente davranan ve sivil topluma katılan insanlardan müteşekkil bir toplum... Zaten böyle bir sosyal sermayeye sahip bir toplumun bir de kuvvetli ortak mitleri, bir ortak hikayesi varsa o artık “ben” değil, “biz”dir ve halihazırda parçası olduğumuz “yığın”ın aksine o bir “millet”tir.
Turan da elbet kurulacak, kuracağız. Ancak bunu jurnal kültürünü toplumun genlerine kazımaya çalışan kan emici diktatörler ve onların (eski-yeni fark etmez) ortakları olan mafyalar değil, hürriyetçi, ilerici, bilim kültürüne sahip, hukuka saygılı, öngörülebilir ve huzurlu bir toplumda yaşamak isteyen, öz saygılı ve saygın bir yaşam isteyen Türk milliyetçileri kuracak.
Müstebidle arası bozuldu diye, birlikte doldurdukları bagajını ayan eden bir suç ortağı değil.
Muhammed Âkif Kalaycı
[1] Prof. Dr. İskender Öksüz’ün kaleme aldığı “Alt Akıl: Aptallar ve Diktatörler” eserini şiddetle tavsiye ederim.