Batı Medeniyetinde idrak, gözün hizmetkarı değil efendisidir. Bunu Oswald Spengler söylüyor. Yaptığı tespitin en güzel örneği, Ortaçağ Avrupa’sının yegane değilse de en önemli “yerli ve milli” icadının gözlük olmasıdır. Evet, Avrupa’nın diğer kültür merkezleriyle ayrışan tarafı, her zaman mercek ve optik teknolojisinde ileri olmasıdır; Avrupa’nın doctor mirabilisi Roger Bacon’un mercekler üzerinde çalışması tesadüf değil.
İdrak gözün hizmetkarı değil de, efendisi olunca ne oluyor? Yalnız var olanı tespit etmekle yetinmiyor, henüz belirsiz olanla uğraşıyorsun: Avrupa’nın teknolojisinde değilse de, merceklerin nasıl çalıştığını anlamada İbn-i Heysem’in çalışmalarına, evet, borcu vardır, ancak o merceği bilinmeyene çevirmek ancak gözüne efendilik eden bir idrakin işi olabilirdi ve öyle de oldu. Doğulular var olanı tespit etmede, kesip biçerek analiz etmede kısa bir süre çok başarılı olmuşlardı, fakat o tespitlerinden bugünün teknolojisi doğmadı, o tespitler ancak doğru bir idrak elinde başarılı olabildi, Avrupa’nın idraki. Tam olarak bu yüzden keşifleri hala büyük oranda Batılılar yapıyor, Doğulular “bunlar zaten Kuran’da yazıyordu” sohbetleriyle teselli bulmaya devam ediyorlar.
Evet, belirsiz ve bilinmez olanla uğraşan bir idrak, gözünü bilinmeze çevirdiğinde, gördüğü şeyleri anlamlandırmak için kurallar, kaideler, formüller, reçetelere ihtiyaç duyduğunu da anlıyor. Bilime çığır açan ihtiyaç da bu: Matematikçiler Uranüs yörüngesine dair yaptıkları hesaplarda, Neptün’ün yörüngesinde Neptün kütlesinde bir gezegen olması gerektiğini fark ettiler. Daha sonra gözlem yapıldı ve Neptün keşfedildi: Teori, pratikten önce geldi ve daha isabetliydi. O zamana dek gökyüzünü tarayan yüzlerce teleskop Neptün’ü görmemişti ama önce bir matematikçi, sonra iki astronom hesap kitap yaparak gezegenin varlığını ispatlamışlardı. Neptün çok sonraları teleskopla gözlemlendi. Bu demektir ki gözün efendisi olan idrak, bazen öyle bir mertebeye erişiyor ki, gözün görmediğini dahi görüyor ve göz, idrakin hızına bazen yetişemiyor.
Şu halde bir toplumun nasıl düşündüğü, idrakinin nasıl eğitildiği çok önemlidir. Bu ister millet olsun, ister bir topluluk. Sözgelimi komplo teorileriyle düşünen insanların gözünden apaçık hakikati saklamak çok kolaydır. Geçenlerde yaşanan bir dolandırıcılık vakası bana bunu düşündürdü: Ortaokul mezunu bir genç, birçok insanı dernek açmak, kütüphane kurmak vs vaatleriyle dolandırmış; epey bir insandan para almış ve sırra kadem basmış. Kendisinin yere ve zamana göre MİT’e çalıştığını, eski bir ülkücü olduğunu, Suriye’de savaştığını, Yahudi olduğunu, tarikatçı olduğunu, bir dernek kurmak üzere hazırlandığını, mafya olduğunu (…) anlatmış ve hemen her defasında başarılı olmuş. Gözünün hizmetkarı olan idrakin bu iddialara aldanması çok kolaydır: Ne görüyorsa, önüne ne konuyorsa ona inanır.
İlginç olan, bu aldanan kitle içerisinde sözgelimi vaktiyle ""Hudut Namustur" eylemi yapan gençlerin NATO ajanı olduğuna, FETÖ'cü olduğuna dair uzun uzun analizler ve tespitler yapanların da olması. Kendi komploculuklarının kurbanı olmuşlar: Dünyayı yöneten gizli güçleri fark edebiliyorlar, ancak gözlerinin önündeki hakiki komployu görmüyorlar. Zira sistematik bir düşünce yeteneğinden yoksunlar. Yalnızca “görüyorlar” ve gördüklerini bir şeye benzetme (pareidolia) yeteneklerini kullanmak zorunda kalıyorlar. Vaktiyle hem Batılı, hem Doğulu astronomlar, mesela, tam olarak bu yüzden Güneş sisteminin dünya etrafında döndüğünü düşünmüşlerdi, gördükleri buydu çünkü.
Bu kitle, mesela şahsıma sürekli saldırır: Beni NATO’cu, ajan, FETÖ’cü, PKK’lı (hatta yakın zamanlarda tarikat şeyhi) vs ilan ederler. Zira kafalarındaki iptidai kategorilere uyan bir “benzetme” yapmak ve zihinlerini rahatsız eden “anlayamamak” sorunundan kurtulmak zorundadırlar. Üstelik bunu yaparken, benim ABD çıkarlarını savunan tek demecim, herhangi bir yerden para aldığıma dair tek bir kanıt yahut şüphe, Türk milliyetçiliği haricinde bir ideolojiye yakınlığımı gösteren tek emare yokken yaparlar – öte yandan açıkça Rus çıkarlarını, Çin çıkarlarını, FETÖ, PKK ve umum muzır odağın çıkarlarını savunanlarla birlik olurlar.
Komplocu düşünce tarzının yok edilmesi gerekliliği bu iki esasa dayanıyor. Birincisi, komplocu düşünme idraki özgürleştirmemizi engelliyor; böyle bir topluluktan fikir, teori çıkmaz. “Batlamyus”un modeline sonsuza kadar sadık kalırlar. İkincisi, ve pratik açıdan daha önemlisi, bu düşünce sistematiği kasıtlı olarak kullanılıyor. Dünyanın birçok yerinde komploculuğun Rusya tarafından finanse edilmesi ve destek görmesi tesadüf değil. Hakikati perdelemek için idraksiz yığınların “gördüğü”ne inanmasını sağlamak ve ne göreceğini belirleyecek gücü haiz olmak gerekiyor.
Ümit ediyorum ki etraflı düşünmenin, belgeyle, somut ve nesnel bir zeminde konuşmanın ve düşünmenin kıymetini böyle küçük mağduriyet hikayelerinden büyük ibretler çıkararak anlarlar. Yoksa ulusalcılık çukurunda herkesi ajan, terörist vs. ilan ederken sırtlarından para ve nüfuz devşiren bir avuç kurnazın oyuncağı olmaya, büyük planda memlekete hiçbir faydası olmayan bir yığın olarak Rusçu&Çinci perdeleme operasyonlarına alet olmaya devam edecekler. Öfkeleri ve tepkileriyle hareket edip, bu öfkenin ve tepkinin yarattığı kaynamayı, öfke ve tepkilerinin nedenine değil, başkalarının çıkarına vesile eden bu sığ ve kısır zihin düzleminden çıkamayacaklar. Üstelik milliyetçiliğin olanca potansiyelini heba edecekler.
Seküler milliyetçiliğin gidişatına dair yaptığım çağrıya gelen yazıları ve diğer katkıları önümüzdeki iki hafta boyunca yayımlamaya başlayacağım. Dosyanın sonunda ben de bir çift laf edeceğim, o zamana kadar elveda sevgili kari.
M. Bahadırhan Dinçaslan
İdrak gözün hizmetkarı değil de, efendisi olunca ne oluyor? Yalnız var olanı tespit etmekle yetinmiyor, henüz belirsiz olanla uğraşıyorsun: Avrupa’nın teknolojisinde değilse de, merceklerin nasıl çalıştığını anlamada İbn-i Heysem’in çalışmalarına, evet, borcu vardır, ancak o merceği bilinmeyene çevirmek ancak gözüne efendilik eden bir idrakin işi olabilirdi ve öyle de oldu. Doğulular var olanı tespit etmede, kesip biçerek analiz etmede kısa bir süre çok başarılı olmuşlardı, fakat o tespitlerinden bugünün teknolojisi doğmadı, o tespitler ancak doğru bir idrak elinde başarılı olabildi, Avrupa’nın idraki. Tam olarak bu yüzden keşifleri hala büyük oranda Batılılar yapıyor, Doğulular “bunlar zaten Kuran’da yazıyordu” sohbetleriyle teselli bulmaya devam ediyorlar.
Evet, belirsiz ve bilinmez olanla uğraşan bir idrak, gözünü bilinmeze çevirdiğinde, gördüğü şeyleri anlamlandırmak için kurallar, kaideler, formüller, reçetelere ihtiyaç duyduğunu da anlıyor. Bilime çığır açan ihtiyaç da bu: Matematikçiler Uranüs yörüngesine dair yaptıkları hesaplarda, Neptün’ün yörüngesinde Neptün kütlesinde bir gezegen olması gerektiğini fark ettiler. Daha sonra gözlem yapıldı ve Neptün keşfedildi: Teori, pratikten önce geldi ve daha isabetliydi. O zamana dek gökyüzünü tarayan yüzlerce teleskop Neptün’ü görmemişti ama önce bir matematikçi, sonra iki astronom hesap kitap yaparak gezegenin varlığını ispatlamışlardı. Neptün çok sonraları teleskopla gözlemlendi. Bu demektir ki gözün efendisi olan idrak, bazen öyle bir mertebeye erişiyor ki, gözün görmediğini dahi görüyor ve göz, idrakin hızına bazen yetişemiyor.
Şu halde bir toplumun nasıl düşündüğü, idrakinin nasıl eğitildiği çok önemlidir. Bu ister millet olsun, ister bir topluluk. Sözgelimi komplo teorileriyle düşünen insanların gözünden apaçık hakikati saklamak çok kolaydır. Geçenlerde yaşanan bir dolandırıcılık vakası bana bunu düşündürdü: Ortaokul mezunu bir genç, birçok insanı dernek açmak, kütüphane kurmak vs vaatleriyle dolandırmış; epey bir insandan para almış ve sırra kadem basmış. Kendisinin yere ve zamana göre MİT’e çalıştığını, eski bir ülkücü olduğunu, Suriye’de savaştığını, Yahudi olduğunu, tarikatçı olduğunu, bir dernek kurmak üzere hazırlandığını, mafya olduğunu (…) anlatmış ve hemen her defasında başarılı olmuş. Gözünün hizmetkarı olan idrakin bu iddialara aldanması çok kolaydır: Ne görüyorsa, önüne ne konuyorsa ona inanır.
İlginç olan, bu aldanan kitle içerisinde sözgelimi vaktiyle ""Hudut Namustur" eylemi yapan gençlerin NATO ajanı olduğuna, FETÖ'cü olduğuna dair uzun uzun analizler ve tespitler yapanların da olması. Kendi komploculuklarının kurbanı olmuşlar: Dünyayı yöneten gizli güçleri fark edebiliyorlar, ancak gözlerinin önündeki hakiki komployu görmüyorlar. Zira sistematik bir düşünce yeteneğinden yoksunlar. Yalnızca “görüyorlar” ve gördüklerini bir şeye benzetme (pareidolia) yeteneklerini kullanmak zorunda kalıyorlar. Vaktiyle hem Batılı, hem Doğulu astronomlar, mesela, tam olarak bu yüzden Güneş sisteminin dünya etrafında döndüğünü düşünmüşlerdi, gördükleri buydu çünkü.
Bu kitle, mesela şahsıma sürekli saldırır: Beni NATO’cu, ajan, FETÖ’cü, PKK’lı (hatta yakın zamanlarda tarikat şeyhi) vs ilan ederler. Zira kafalarındaki iptidai kategorilere uyan bir “benzetme” yapmak ve zihinlerini rahatsız eden “anlayamamak” sorunundan kurtulmak zorundadırlar. Üstelik bunu yaparken, benim ABD çıkarlarını savunan tek demecim, herhangi bir yerden para aldığıma dair tek bir kanıt yahut şüphe, Türk milliyetçiliği haricinde bir ideolojiye yakınlığımı gösteren tek emare yokken yaparlar – öte yandan açıkça Rus çıkarlarını, Çin çıkarlarını, FETÖ, PKK ve umum muzır odağın çıkarlarını savunanlarla birlik olurlar.
Komplocu düşünce tarzının yok edilmesi gerekliliği bu iki esasa dayanıyor. Birincisi, komplocu düşünme idraki özgürleştirmemizi engelliyor; böyle bir topluluktan fikir, teori çıkmaz. “Batlamyus”un modeline sonsuza kadar sadık kalırlar. İkincisi, ve pratik açıdan daha önemlisi, bu düşünce sistematiği kasıtlı olarak kullanılıyor. Dünyanın birçok yerinde komploculuğun Rusya tarafından finanse edilmesi ve destek görmesi tesadüf değil. Hakikati perdelemek için idraksiz yığınların “gördüğü”ne inanmasını sağlamak ve ne göreceğini belirleyecek gücü haiz olmak gerekiyor.
Ümit ediyorum ki etraflı düşünmenin, belgeyle, somut ve nesnel bir zeminde konuşmanın ve düşünmenin kıymetini böyle küçük mağduriyet hikayelerinden büyük ibretler çıkararak anlarlar. Yoksa ulusalcılık çukurunda herkesi ajan, terörist vs. ilan ederken sırtlarından para ve nüfuz devşiren bir avuç kurnazın oyuncağı olmaya, büyük planda memlekete hiçbir faydası olmayan bir yığın olarak Rusçu&Çinci perdeleme operasyonlarına alet olmaya devam edecekler. Öfkeleri ve tepkileriyle hareket edip, bu öfkenin ve tepkinin yarattığı kaynamayı, öfke ve tepkilerinin nedenine değil, başkalarının çıkarına vesile eden bu sığ ve kısır zihin düzleminden çıkamayacaklar. Üstelik milliyetçiliğin olanca potansiyelini heba edecekler.
Seküler milliyetçiliğin gidişatına dair yaptığım çağrıya gelen yazıları ve diğer katkıları önümüzdeki iki hafta boyunca yayımlamaya başlayacağım. Dosyanın sonunda ben de bir çift laf edeceğim, o zamana kadar elveda sevgili kari.
M. Bahadırhan Dinçaslan