Dün akşam ilginç bir olay yaşadık. Sevgili eşim, "Geçen sana çok kızmıştım, dedim bunu boşayayım. Evi terk edeyim. Kira fiyatlarına baktım, aman Allah’ım. Neyse bir şans daha vereyim dedim, barıştık" dedi. İkimiz de buna çok güldük, "AKP ilk defa işe yaradı, ben bilmeden evliliğimizi kurtardı" dedim ben de. Akabinde çok komik olduğunu düşündüğüm için, genelde yaptığım gibi, bu diyalogu Twitter’a yazdım. Aman kozmos! Kira, AKP, hayat pahalılığı temalı bir tweet atmamışım da, bütün kadın cinsini yok etmekle tehdit etmişim gibi tepkiler. Üstelik sezgisel tepkiler: Kimi avukat olan eşimin cahilliğine acıdı, kimi benim eşimden “evdeki” diye bahsetmeme takıldı. Kimse bu ifadeyi bir filmde görünce çok güldüğümüzü ve bu yüzden her kullandığımızda gülümsemeye devam ettiğimizi düşünmedi. Düşünmek zorunda değiller elbette, “cahilliği”ne üzüldükleri eşimin avukat olduğunu öğrenmek zorunda da değiller; ancak bir görüş serdetmeden önce tespitlerini tahkik etmek gerektiğini öğrenmek zorundalar. Karşımızda eksik bilgiden kaynaklanan bir önyargı yok; soru dahi sormayan, peşin hüküm veren ve çığırtkanlıkla kalabalık toplayıp yıldırmaya çalışan bir düşünce sistematiği var. Aynı mizah dünyasını ve bağlamını paylaşmıyorsak gülmemek, engellemek, görmezden gelmek vb. normal insan tepkileri yerine, basit bir mavrayı neden çok önemli bir mesele gibi bir “feminist gündem” haline getirip, temelsiz tespitleri üzerine bina edilmiş saçma argümanlar kurdular? Çünkü histerikler.
Birçok yazımda “bu satırların yazarı kendisine feminist demekte beis görmez” ifadesi vardır. Fakat hoşlanmadığım bir şey var; geçenlerde Birikim’de yayımlanan söyleşimde de buna dikkat çekmiştim, Kürtler hakkında “şımarık” dememe dair eleştirel bir soru gelince:
Bunun ötesinde kültürlerin eşit olduğuna yahut sırf var oldukları için bütün özellikleriyle saygıyı hak ettiklerine inanmıyorum. Türk milliyetçisi kimliğimle mevcut Türklerin kültürünü oluşturan birçok motife -biraz da Türk olmanın verdiği rahatlık ve korumayla- sipsivri eleştiri oklarımı “Türk değil mi şu alemin eşeği?” dizeleriyle yöneltebiliyorum. Kürtlere de yönelmesinde bir beis görmüyorum – zira hassasiyetler cehennemdir. Şark kurnazlığı, şımarıklık gibi sözlerin Türkler, Kürtler, travestiler, erkekler, kadınlar, bıyıklılar, mor saçlılar (…) herkes için kullanılabilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu söyleşinin kapsamında olmadığından “saygı dini” dediğim duruş ve anlayışa eleştirilerimin temellerine girişmeyeceğim.
Hoşlanmadığım tam olarak bu, belirli bir formatta konuşma zorunluluğu. Bu formatı belirleyen toplumsal terbiye yahut anlaşılabilirlik kaygısı değil; bu ikisi benim de faydama olan, iletişimi mümkün kılan belirleyiciler. Hayır, yeni dünyada yaratılan saygı dini, kendi tabularını belirliyor ve kullanmaman gereken sözcükleri, girmemen gereken alanları (baş örtüsü konusunda erkekler sussun bir kere!!), yapmaman gereken şakaları tespit edip dayatıyor. Feminizm de, eşit işe eşit ücret, oy hakkı gibi maddi mevzilerini -genel manzarası itibariyle- terk edeli çok oldu, yalnız yeni bir söylem inşasıyla alakadar oluyor ve tepkilerini buna göre veriyor. İşi gücü, eğitimi, kariyeri, hayat tecrübesi olan; dolayısıyla benimle eşit şartlarda bulunan eşimle aramızda bir sömürü ilişkisi olmadığı halde, onunla aramızda karşılıklı “rıza” ile (bu sözcükten de nefret eder oldum!) oluşan jargona dahi karışma hakkını kendinde görenler var. Bunu sık yaşıyorum; birkaç yıl önce de “Yahu bu kadın üçlü prizi yine bir yere kaldırmış, akşama yemek yapacaktım yapamadım bunun yüzünden.” diye bir paylaşımım olmuştu. Yine bir grup feminist “Üçlü priz aradığına göre yapacağın bir tost, bir de kadından şikayet ediyorsun.”, “ayda yılda bir yemek yapıyor, onda da karısından şikayet ediyor.”, “Üçlü prizi sen kaldırsaydın, evi hep karın temizliyorsa böyle olur” argümanlarıyla epey tantanalı bir dijital linç başlatmıştı. Halbuki elektrikli ızgarayla antrikot yapacaktım, karım üçlü prizi başka bir amaçla da kullandığı için koyduğu yeri bulamıyordum ve evimizi yardımcımız temizliyor. Bunlar basit sahnelerdir, ancak feministler tarafından ciddileştiriliyor ve bu yüzden ben de bir yazıya konu ediyorum: Hem onlar bu tür basit meseleleri inanılmaz bir ciddiyetle eleştirilerinin, analizlerinin malzemesi yapabiliyorlar, hem de söylem ihtar eden anlayışın kılcallara kadar nasıl girdiğini, bu tür ufak, “eften püften” meseleleri bile etkilemeye başladığını gösteren bir tablo.
Bu histerik tavrı önemsiyorum, zira bir Türk milliyetçisi olarak kadınların sağlıklı bir cemiyette yaşaması gerektiğini ve bu cemiyeti teşkil eden iki cinsten biri olduklarından, kadınların sağlıklı olması gerektiğini düşünüyorum. Ancak histeri, sair düğün ve kına gecelerinde organizatörlerin kız tarafını bir kenara, erkek tarafını bir kenara ayırıp bağırttığı ve kimin sesi daha çok çıkacak diye yarıştırdığı pespaye oyunumsuya benzer bir çığlık yarışına dönüşmüş halde. İroni içerdiğini belli eden bir şakadan bu kadar alınan ve temelsiz analizler yapan bir zihin formasyonunun, herhangi bir başka meselede sağlıklı düşünmesi, doğru tespitler yapıp gördüğü eksikleri ve sorunları işe yarar önerilerle çözmesi mümkün müdür?
Aklım vaktiyle C. S. Lewis’tan çevirdiğim bir pasaja gidiyor:
Bu son husus biraz açık konuşmayı gerektiriyor. Erkekler geçmişte kadınlar üzerindeki güçlerini o kadar korkunç bir şekilde istismar ettiler ki, en çok kadınlar için eşitlik bir ideal olarak görünme tehlikesi altındadır. Fakat Bayan Naomi Mitchison doğru noktaya temas etti: Evlilik yasalarınızda –ne kadar çok o kadar iyi- eşitlik ne kadar belirgin olursa olsun, eşitsizliğe bir derece rıza, hatta eşitsizlikten zevk almak, bir erotik gerekliliktir. Mitchison, meydan okuyan bir eşitlik fikrine kapılmış, bir erkeğin sarılmasının yalnızca hissedilmesinin bile alttan alta gücenme hissi yarattığı kadınlardan bahsediyor. Evlilikler böyle karaya oturuyor. Bu, modern kadının traji-komedisidir: Freud’un sevişmenin hayattaki en önemli iş olduğunu öğrettiği ve sonra feminizm tarafından bu eylemi tam bir duygusal başarıya dönüştürecek yegane yol olan içsel teslimden alıkonulmuş kadın. Yalnızca kendi erotik zevki için dahi, daha ileriye gitmeyecek olsa bile, bir derece itaat ve alçak gönüllülük (normalde) kadın için gerekli gibi görünüyor.
Bu iş öyle bir noktaya vardı ki, mesela, sırf mezkur tuhaf eşitlik arayışı yüzünden hiçbir sömürü içermeyen ilişkilerde bile, feminist söylem her yerde zehirli patriarkanın küçük yılan başlarını gördüğü için, karşılıklı fedakarlıklar ve rol paylaşımından bile rahatsızlık duyuluyor. Evrildiği günden beri üremenin taşıyıcısı olduğu için kendisine hamile olduğu ve çocuk baktığı, dolayısıyla hayatta kalma yeteneğinin kısıtlandığı dönemde kol kanat gerebilecek bir erkek arayan ve bunda haklı olan -haklı olması bir yana, böyle yapmasa soyu tükenirdi- Homo Sapiens dişisinin, modern dünyada da aynısına ihtiyaç duyduğunu söylerseniz linç edilirsiniz. Halbuki bu normaldir, iki cinsiyetin bulunmasının da nedeni budur. Bu cinslerden biri, erkek, mesela harcanabilirdir. Anne-çocuk-baba üçlüsü anlık bir tehditle karşı karşıyaysa, bu tehditle diğer ikisi arasına girmesi gereken, erkektir. Erkekler bunu inkar edebilirler yahut böyle yapmamayı tercih edebilirler; bedelini altsoyları öder. Böyle yapan erkeklerin soyunun devam etme şansı artar, üstelik böyle yapabileceklerini belli ederek karşı cins tarafından daha tercih edilebilir olurlar.
Kadınlar için de böyle; ancak feminizm bize sürekli erkeklerin beklentisini karanlık güçlerin bir komplosu olarak görmemizi söylüyor. Erkeklere kendini beğendirmek isteyen kadını aşağılıyor; en müfritleri “kıllarımızı almak zorunda değiliz” diyerek, sanki bu zorla çarşafa sokulan, evden çıkarılmayan yahut çalışması engellenen kadınların maruz kaldığı türden bir “zorunlulukmuş” gibi feveran ediyor. Halbuki cinslerin beğeni kıstasları evrimin tetikleyicisidir; kimi zaman olumlu, kimi zaman olumsuz yönde. Diyelim ki erkeklerin genç, güzel, bakımlı, boylu, poslu vb. kadın sevmesi kötü değildir, hele “patriarka” hiç değildir. Kadınların da kendilerine fiziksel ve mental açıdan cazip gelen erkek istemesi ve bu ölçülerin “maskulenite” sınırlarının içine düşmesi de öyle. Hatta, kadınların seçiciliği evrimsel açıdan daha belirleyicidir zira kadın, hamile kaldığı için, daha ince eleyip sık dokumak zorundadır. Bu yüzden evrimi genelde kadın beğenisi belirler. Türk milliyetçiliği nazarından kadın meselesi bu zaviyeden çok önemlidir: Kadının seçme hakkı, beğenme hakkı elinden alınırsa; kadın maddi bağımsızlığı olmayan, dolayısıyla “insan olmayan” bir konuma indirgenir, erkekler tarafından “babasından” alınırsa, o zaman kafası çalışmayan, kolu kalkmayan, cazip hiçbir özelliği olmayan insanlar, erkekler arasında kurulmuş bir pazarın erkekleri ilgilendiren beğeni ölçülerine göre kadın adına tercih edilir, bu yüzden hastalıklı ve geri zekalı nesiller doğar – Şark’ta çook uzun süredir olduğu gibi. Bu yüzden, evet, Türk milliyetçileri kadının hürriyetini elde etmesini istemek ve bu uğurda mücadele etmek zorundadırlar, zira sağlıklı bir Türk toplumu ancak böyle mümkündür. Ancak özellikle post-modern teorilerin, gender studies, queer theory gibi zırvaların tesiri altındaki feminizmin sağlıklı bir toplum inşa etme ihtimali yok; yalnızca histerik ve yukarıdaki örnekte olduğu gibi erkekler-kadınlar dikotomisine sıkışmış bir çığırtkanlık tesis edebilir.
Feministlerin kısm-ı küllisindeki bu histerikliğin slacktivism ile de alakası var elbette. Nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturan “insanlıktan dışlanmış kadın”a -biraz Marksistlik yapalım- somut ve maddi güç kazandırmadığınız sürece “feminist formata uymayan günah” söylemleri avlamakla tatmin olursunuz. Kadını eve hapseden söylem değil, en başta maddi ilişkilerdir ve bu ilişkileri, mekanizmayı kıran bir proje geliştirmediğiniz sürece, sanki söylem tek başına bu somut mekanizmayı inşa etmeye muktedirmiş gibi söylemle mücadeleye adanırsınız ve bu son tahlilde aptalca bir iş olduğundan aptallaşır, söylemle mücadeleyi de aşıp elinize aldığınız çekiçle her sözü çivi zanneder, her tutumu, davranışı, ifadeyi patriarkaya bağlayıp döversiniz. Mesela “bayan değil kadın!!” çıkışını hatırlayın. Doğru bir yerden neşet etmişti: Erkek tuvaletinin yanına bayan tuvaleti yazarsan, “kadın” ifadesini ahlakdışı yahut ayıp buluyor, bir hüsn-ü tabire ihtiyaç duyuyorsun demektir. Burada “bayan değil kadın!” demek doğru. Ancak “bir hanım/bayan geldi sizi sordu” dediğinizde de aynı tepkiyi alıyorsunuz, yahut “pardon bayan” deyince; “bayan değil kadın!!” çığlıkları, feministliğini ispatlamaya ant içmiş çirkin ve şişman kadınlar ve onların yönlendirdiği zihni sorunlu kadınlar cihetinden ayyuka çıkıyor. Halbuki burada bayan, hanım, hanımefendi gibi honorifik kullanmak tabiidir, nezakettir. “Bir herif geldi” denmeyeceği gibi “pardon kadın cüzdanını düşürdün” denmez. Yahut, bazı kadınları sevmemek hakkımızdır; sevmediğimiz jenerik erkeğe herif dediğimiz gibi, sevmediğimiz jenerik kadına karı deriz. Ancak bunu dediğinizde “kadını aşağılıyor!!!” korosu kakofonisine başlar, nedenlerini yukarıda açıkladım.
İşin tarihi serüveninin belirleyiciliğinde bir kültürel sermaye tarafı da var. Kadınların bu tür sapmalara saplanması kaçınılmaz – zira çoğu kadın düşmanı mekanizma ve söylemle ömür boyu mücadele etmek, bu yüzden travmalar yaşamak, savunma refleksleri geliştirmek zorunda. Böyle insanların da reflekslerinin, dürtülerinin peşine düşmesi kaçınılmaz; zira objektivite ve entelektüellik rahatlık gerektirir. Sosyo-ekonomik sınıfında bu rahatlığı olmayan kadınların radikalleşmesi, marjinalleşmesi, çıkmaz yollara sapması ve rasyonaliteden uzaklaşması onların suçu değildir. Her şeye rağmen, evet, zehirli bir patriarka vardır ve değindiğim gibi, sağlıklı cemiyetin önünde engeldir. Bunun çözümü de, bu yüzden, erkeklerin ödevidir: Feminist koroya aldırmayan, ancak verili erkek rahatlığının konforundan da vazgeçebilen, bu sayede kendi özgürleşmesinin de temel taşlarını döşeyeceğinin farkında olan erkekler. Bunu münhasır bir kadın hareketinden beklediğinizde, patriarkanın “maruz” tarafında kaldıklarından zihinlerinde canavarla mücadele eden bir canavar doğuyor ve sorunu çözmek şöyle dursun, girişe vesile ettiğim örnekte olduğu gibi kendisine feminist demekte beis görmeyen ve bu fikri hayatına tatbik eden birini dahi bir anda kadın düşmanı ilan edebiliyor. Bu yüzden “feminist” ifadesinden kurtulmamız gerektiğini düşünmeye başladım, akıl sağlığı yerinde kadınların karşı görüşleri varsa, hafızalarında erkeklere dair ne kadar olumsuz imaj ve hatıra varsa hepsini benim figüranlığımda cisimleştirip beni dövmeye kalkmadıkları sürece, o görüşleri TamgaTürk’te yayımlamaktan memnun olurum.
M. Bahadırhan Dinçaslan
Birçok yazımda “bu satırların yazarı kendisine feminist demekte beis görmez” ifadesi vardır. Fakat hoşlanmadığım bir şey var; geçenlerde Birikim’de yayımlanan söyleşimde de buna dikkat çekmiştim, Kürtler hakkında “şımarık” dememe dair eleştirel bir soru gelince:
Bunun ötesinde kültürlerin eşit olduğuna yahut sırf var oldukları için bütün özellikleriyle saygıyı hak ettiklerine inanmıyorum. Türk milliyetçisi kimliğimle mevcut Türklerin kültürünü oluşturan birçok motife -biraz da Türk olmanın verdiği rahatlık ve korumayla- sipsivri eleştiri oklarımı “Türk değil mi şu alemin eşeği?” dizeleriyle yöneltebiliyorum. Kürtlere de yönelmesinde bir beis görmüyorum – zira hassasiyetler cehennemdir. Şark kurnazlığı, şımarıklık gibi sözlerin Türkler, Kürtler, travestiler, erkekler, kadınlar, bıyıklılar, mor saçlılar (…) herkes için kullanılabilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu söyleşinin kapsamında olmadığından “saygı dini” dediğim duruş ve anlayışa eleştirilerimin temellerine girişmeyeceğim.
Hoşlanmadığım tam olarak bu, belirli bir formatta konuşma zorunluluğu. Bu formatı belirleyen toplumsal terbiye yahut anlaşılabilirlik kaygısı değil; bu ikisi benim de faydama olan, iletişimi mümkün kılan belirleyiciler. Hayır, yeni dünyada yaratılan saygı dini, kendi tabularını belirliyor ve kullanmaman gereken sözcükleri, girmemen gereken alanları (baş örtüsü konusunda erkekler sussun bir kere!!), yapmaman gereken şakaları tespit edip dayatıyor. Feminizm de, eşit işe eşit ücret, oy hakkı gibi maddi mevzilerini -genel manzarası itibariyle- terk edeli çok oldu, yalnız yeni bir söylem inşasıyla alakadar oluyor ve tepkilerini buna göre veriyor. İşi gücü, eğitimi, kariyeri, hayat tecrübesi olan; dolayısıyla benimle eşit şartlarda bulunan eşimle aramızda bir sömürü ilişkisi olmadığı halde, onunla aramızda karşılıklı “rıza” ile (bu sözcükten de nefret eder oldum!) oluşan jargona dahi karışma hakkını kendinde görenler var. Bunu sık yaşıyorum; birkaç yıl önce de “Yahu bu kadın üçlü prizi yine bir yere kaldırmış, akşama yemek yapacaktım yapamadım bunun yüzünden.” diye bir paylaşımım olmuştu. Yine bir grup feminist “Üçlü priz aradığına göre yapacağın bir tost, bir de kadından şikayet ediyorsun.”, “ayda yılda bir yemek yapıyor, onda da karısından şikayet ediyor.”, “Üçlü prizi sen kaldırsaydın, evi hep karın temizliyorsa böyle olur” argümanlarıyla epey tantanalı bir dijital linç başlatmıştı. Halbuki elektrikli ızgarayla antrikot yapacaktım, karım üçlü prizi başka bir amaçla da kullandığı için koyduğu yeri bulamıyordum ve evimizi yardımcımız temizliyor. Bunlar basit sahnelerdir, ancak feministler tarafından ciddileştiriliyor ve bu yüzden ben de bir yazıya konu ediyorum: Hem onlar bu tür basit meseleleri inanılmaz bir ciddiyetle eleştirilerinin, analizlerinin malzemesi yapabiliyorlar, hem de söylem ihtar eden anlayışın kılcallara kadar nasıl girdiğini, bu tür ufak, “eften püften” meseleleri bile etkilemeye başladığını gösteren bir tablo.
Bu histerik tavrı önemsiyorum, zira bir Türk milliyetçisi olarak kadınların sağlıklı bir cemiyette yaşaması gerektiğini ve bu cemiyeti teşkil eden iki cinsten biri olduklarından, kadınların sağlıklı olması gerektiğini düşünüyorum. Ancak histeri, sair düğün ve kına gecelerinde organizatörlerin kız tarafını bir kenara, erkek tarafını bir kenara ayırıp bağırttığı ve kimin sesi daha çok çıkacak diye yarıştırdığı pespaye oyunumsuya benzer bir çığlık yarışına dönüşmüş halde. İroni içerdiğini belli eden bir şakadan bu kadar alınan ve temelsiz analizler yapan bir zihin formasyonunun, herhangi bir başka meselede sağlıklı düşünmesi, doğru tespitler yapıp gördüğü eksikleri ve sorunları işe yarar önerilerle çözmesi mümkün müdür?
Aklım vaktiyle C. S. Lewis’tan çevirdiğim bir pasaja gidiyor:
Bu son husus biraz açık konuşmayı gerektiriyor. Erkekler geçmişte kadınlar üzerindeki güçlerini o kadar korkunç bir şekilde istismar ettiler ki, en çok kadınlar için eşitlik bir ideal olarak görünme tehlikesi altındadır. Fakat Bayan Naomi Mitchison doğru noktaya temas etti: Evlilik yasalarınızda –ne kadar çok o kadar iyi- eşitlik ne kadar belirgin olursa olsun, eşitsizliğe bir derece rıza, hatta eşitsizlikten zevk almak, bir erotik gerekliliktir. Mitchison, meydan okuyan bir eşitlik fikrine kapılmış, bir erkeğin sarılmasının yalnızca hissedilmesinin bile alttan alta gücenme hissi yarattığı kadınlardan bahsediyor. Evlilikler böyle karaya oturuyor. Bu, modern kadının traji-komedisidir: Freud’un sevişmenin hayattaki en önemli iş olduğunu öğrettiği ve sonra feminizm tarafından bu eylemi tam bir duygusal başarıya dönüştürecek yegane yol olan içsel teslimden alıkonulmuş kadın. Yalnızca kendi erotik zevki için dahi, daha ileriye gitmeyecek olsa bile, bir derece itaat ve alçak gönüllülük (normalde) kadın için gerekli gibi görünüyor.
Bu iş öyle bir noktaya vardı ki, mesela, sırf mezkur tuhaf eşitlik arayışı yüzünden hiçbir sömürü içermeyen ilişkilerde bile, feminist söylem her yerde zehirli patriarkanın küçük yılan başlarını gördüğü için, karşılıklı fedakarlıklar ve rol paylaşımından bile rahatsızlık duyuluyor. Evrildiği günden beri üremenin taşıyıcısı olduğu için kendisine hamile olduğu ve çocuk baktığı, dolayısıyla hayatta kalma yeteneğinin kısıtlandığı dönemde kol kanat gerebilecek bir erkek arayan ve bunda haklı olan -haklı olması bir yana, böyle yapmasa soyu tükenirdi- Homo Sapiens dişisinin, modern dünyada da aynısına ihtiyaç duyduğunu söylerseniz linç edilirsiniz. Halbuki bu normaldir, iki cinsiyetin bulunmasının da nedeni budur. Bu cinslerden biri, erkek, mesela harcanabilirdir. Anne-çocuk-baba üçlüsü anlık bir tehditle karşı karşıyaysa, bu tehditle diğer ikisi arasına girmesi gereken, erkektir. Erkekler bunu inkar edebilirler yahut böyle yapmamayı tercih edebilirler; bedelini altsoyları öder. Böyle yapan erkeklerin soyunun devam etme şansı artar, üstelik böyle yapabileceklerini belli ederek karşı cins tarafından daha tercih edilebilir olurlar.
Kadınlar için de böyle; ancak feminizm bize sürekli erkeklerin beklentisini karanlık güçlerin bir komplosu olarak görmemizi söylüyor. Erkeklere kendini beğendirmek isteyen kadını aşağılıyor; en müfritleri “kıllarımızı almak zorunda değiliz” diyerek, sanki bu zorla çarşafa sokulan, evden çıkarılmayan yahut çalışması engellenen kadınların maruz kaldığı türden bir “zorunlulukmuş” gibi feveran ediyor. Halbuki cinslerin beğeni kıstasları evrimin tetikleyicisidir; kimi zaman olumlu, kimi zaman olumsuz yönde. Diyelim ki erkeklerin genç, güzel, bakımlı, boylu, poslu vb. kadın sevmesi kötü değildir, hele “patriarka” hiç değildir. Kadınların da kendilerine fiziksel ve mental açıdan cazip gelen erkek istemesi ve bu ölçülerin “maskulenite” sınırlarının içine düşmesi de öyle. Hatta, kadınların seçiciliği evrimsel açıdan daha belirleyicidir zira kadın, hamile kaldığı için, daha ince eleyip sık dokumak zorundadır. Bu yüzden evrimi genelde kadın beğenisi belirler. Türk milliyetçiliği nazarından kadın meselesi bu zaviyeden çok önemlidir: Kadının seçme hakkı, beğenme hakkı elinden alınırsa; kadın maddi bağımsızlığı olmayan, dolayısıyla “insan olmayan” bir konuma indirgenir, erkekler tarafından “babasından” alınırsa, o zaman kafası çalışmayan, kolu kalkmayan, cazip hiçbir özelliği olmayan insanlar, erkekler arasında kurulmuş bir pazarın erkekleri ilgilendiren beğeni ölçülerine göre kadın adına tercih edilir, bu yüzden hastalıklı ve geri zekalı nesiller doğar – Şark’ta çook uzun süredir olduğu gibi. Bu yüzden, evet, Türk milliyetçileri kadının hürriyetini elde etmesini istemek ve bu uğurda mücadele etmek zorundadırlar, zira sağlıklı bir Türk toplumu ancak böyle mümkündür. Ancak özellikle post-modern teorilerin, gender studies, queer theory gibi zırvaların tesiri altındaki feminizmin sağlıklı bir toplum inşa etme ihtimali yok; yalnızca histerik ve yukarıdaki örnekte olduğu gibi erkekler-kadınlar dikotomisine sıkışmış bir çığırtkanlık tesis edebilir.
Feministlerin kısm-ı küllisindeki bu histerikliğin slacktivism ile de alakası var elbette. Nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturan “insanlıktan dışlanmış kadın”a -biraz Marksistlik yapalım- somut ve maddi güç kazandırmadığınız sürece “feminist formata uymayan günah” söylemleri avlamakla tatmin olursunuz. Kadını eve hapseden söylem değil, en başta maddi ilişkilerdir ve bu ilişkileri, mekanizmayı kıran bir proje geliştirmediğiniz sürece, sanki söylem tek başına bu somut mekanizmayı inşa etmeye muktedirmiş gibi söylemle mücadeleye adanırsınız ve bu son tahlilde aptalca bir iş olduğundan aptallaşır, söylemle mücadeleyi de aşıp elinize aldığınız çekiçle her sözü çivi zanneder, her tutumu, davranışı, ifadeyi patriarkaya bağlayıp döversiniz. Mesela “bayan değil kadın!!” çıkışını hatırlayın. Doğru bir yerden neşet etmişti: Erkek tuvaletinin yanına bayan tuvaleti yazarsan, “kadın” ifadesini ahlakdışı yahut ayıp buluyor, bir hüsn-ü tabire ihtiyaç duyuyorsun demektir. Burada “bayan değil kadın!” demek doğru. Ancak “bir hanım/bayan geldi sizi sordu” dediğinizde de aynı tepkiyi alıyorsunuz, yahut “pardon bayan” deyince; “bayan değil kadın!!” çığlıkları, feministliğini ispatlamaya ant içmiş çirkin ve şişman kadınlar ve onların yönlendirdiği zihni sorunlu kadınlar cihetinden ayyuka çıkıyor. Halbuki burada bayan, hanım, hanımefendi gibi honorifik kullanmak tabiidir, nezakettir. “Bir herif geldi” denmeyeceği gibi “pardon kadın cüzdanını düşürdün” denmez. Yahut, bazı kadınları sevmemek hakkımızdır; sevmediğimiz jenerik erkeğe herif dediğimiz gibi, sevmediğimiz jenerik kadına karı deriz. Ancak bunu dediğinizde “kadını aşağılıyor!!!” korosu kakofonisine başlar, nedenlerini yukarıda açıkladım.
İşin tarihi serüveninin belirleyiciliğinde bir kültürel sermaye tarafı da var. Kadınların bu tür sapmalara saplanması kaçınılmaz – zira çoğu kadın düşmanı mekanizma ve söylemle ömür boyu mücadele etmek, bu yüzden travmalar yaşamak, savunma refleksleri geliştirmek zorunda. Böyle insanların da reflekslerinin, dürtülerinin peşine düşmesi kaçınılmaz; zira objektivite ve entelektüellik rahatlık gerektirir. Sosyo-ekonomik sınıfında bu rahatlığı olmayan kadınların radikalleşmesi, marjinalleşmesi, çıkmaz yollara sapması ve rasyonaliteden uzaklaşması onların suçu değildir. Her şeye rağmen, evet, zehirli bir patriarka vardır ve değindiğim gibi, sağlıklı cemiyetin önünde engeldir. Bunun çözümü de, bu yüzden, erkeklerin ödevidir: Feminist koroya aldırmayan, ancak verili erkek rahatlığının konforundan da vazgeçebilen, bu sayede kendi özgürleşmesinin de temel taşlarını döşeyeceğinin farkında olan erkekler. Bunu münhasır bir kadın hareketinden beklediğinizde, patriarkanın “maruz” tarafında kaldıklarından zihinlerinde canavarla mücadele eden bir canavar doğuyor ve sorunu çözmek şöyle dursun, girişe vesile ettiğim örnekte olduğu gibi kendisine feminist demekte beis görmeyen ve bu fikri hayatına tatbik eden birini dahi bir anda kadın düşmanı ilan edebiliyor. Bu yüzden “feminist” ifadesinden kurtulmamız gerektiğini düşünmeye başladım, akıl sağlığı yerinde kadınların karşı görüşleri varsa, hafızalarında erkeklere dair ne kadar olumsuz imaj ve hatıra varsa hepsini benim figüranlığımda cisimleştirip beni dövmeye kalkmadıkları sürece, o görüşleri TamgaTürk’te yayımlamaktan memnun olurum.
M. Bahadırhan Dinçaslan
Harika, her kelimesine katildigim bir makale . Maalesef ülkemiz kadini özgürlesmeyi, esiltlesmeyi , rolleri degistirip erkegi ezmek ile ifade ediyor. Bu ise geri kalmisligin özgürlük ve fikir hürriyetinin kavranmadigini gösteriyor. Bir de hemcinslerim günlük yasamda onlari asagtilayan, hice sayan, siddet uygulayan erkekler degil de daha cok özgür kadinlarin kadina karsi esit davranmasini bilen yetistirdigi anlayisli , kültürlü genclere, erkeklere saldiriyor ( kendilerine saldirilmayacagini bildikleri icin belki de , tipki cocuklarin kime simariklik yapabileceklerini bildikleri gibi :-) ). Güzel ülkemin kadinlari daha cooook firin ekmek yemeleri gerekiyor özgürlügü özümseyene kadar. Bir seyi anladiginiz zaman espri yapabilirsiniz, anlamadiginiz zaman ya israrla tartisir , ya da saldirirsiniz !
Yazı müthiş. Yalnız mobilde açıldığında kelimeler arasında büyük boşluk çıkıyor, altı yedi space basımı var gibi duruyor. Teşekkürler.