Bütün dünyayı esir alan bir ikon ticareti var, siyaset artık büyük oranda ikonlar, sembolik değerler, kabullenilmiş yahut varsayılmış hassasiyetlere hitap eden mesaj paketleri üzerinden yapılıyor. Bunun en güncel örneklerinden birisi Finlandiya Başbakanı Sanna Marin olabilir: Hayat hikayesine baktığınızda hiç de sıradışı bir yetenek, başarı vb. görmüyorsunuz. Başka alanlar ötesinde siyasetin içinde, “siyaset simsarlığı”nda bile başarılı değil, alelade bir yerel siyasetçiyken, sırf “genç ve kadın” sembolik değerini taşıdığı için başbakanlığa getiriliveren birisi. Tam olarak bu yüzden Finlandiya’nın en önemli dönemecinde, Rus agresyonu tarihi zirve yapmışken ülkesini yönetmesi beklenen biri olarak çuvallıyor ve kamuoyunda art niyetli –Rus ajanı- kişilerce ülke istikrarını ve gündemini olumsuz etkileyecek biçimde kullanılması mümkün malzemeler veriyor.
Türkiye’de ortalama bir parti de bu manzarayı aynen sergiler. “Gencimiz var” demek için göstermelik birkaç genç; asla risk almamış, bir iş yapmamış, yetenek, zeka, birikim, hülasa sıradışılık (TDK yanlış biliyor, sıradışı birleşik yazılmalı) sergilememiş, sırf var oldukları için vitrine konmuş gençler, mesela. Kadınımız da var diye kadın, Ermenimiz de var diye bir Ermeni, Kürdümüz de var diye bir Kürt. Bu aktörlerin partiye ne kattıkları zatları zaviyesinden önemsizdir, ikonik yahut sembolik değerleriyle önemlidirler. Batı’da biraz daha ileri gidip mutlaka sarıklı bir Sikh, bir eşcinsel ve bir trans koyma zorunluluk haline gelmiş durumda.
Medyanın yaygınlaşıp güçlenmesinden evvel, diyebiliriz ki, ikon sayısı da, etkinliği de daha düşüktü. İkonik/sembolik değer dini figürlere ve çok nadir durumlarda milli kahramanlara atfedilir, bunlar da ekseriyetle bu nadir gelinen pozisyonun vakarına uygun hareket ederlerdi. Ancak iletişim araçları sayesinde ikonların sayısı da hızla arttı. Artık dünyada siyaset ikonlar üzerinden yapılıyor, bunu engellemek de pek mümkün değil. Ancak “ikon ticareti” sevimsiz, üstelik hem Sanna Marin örneğinde olduğu gibi muzır hale gelebiliyor, hem de çoğu zaman siyasi başarıyı getirmiyor, zira ikon enflasyonunda işe yarayan ve yaramayan ikonlar/semboller var.
İYİ Parti bütün diğer partiler gibi ikon ticaretinden nasibini alıyor, hem olumlu, hem olumsuz anlamda. İlk planda, parti kurulduğunda dile getirdiğim gibi, İYİ sembolünü AKP’den deyim yerindeyse “çalarak” çok güzel bir gol atmıştı. AKP’nin finanse ettiği dizilerle, etkinliklerle popülerleşen bu “Kayı tamgası”, bir aralar kendisine böyle etkileyici (ve Ülkücü hareketi taklit eden) bir simge arayan AKP seçmeninin gamalı haçına dönüşmüştü. Arabalarda, evlerde, ofislerde karşımıza çıkar olmuştu. İYİ Parti, ismini ve logosunu bu simgeye benzeterek para harcamadan ciddi bir tanınırlığı kendi markasına transfer etmişti.
Ancak partinin ikonlarla ilişkisinin olumsuz tarafı da var. Söz gelimi CHP, kendince “Kürt seçmen” olarak addettiği kesime mesaj vermek için, olabilecek en ikonik manzarayı seçti: Babasına torbada teslim edilen terörist oğulun kemikleri. Bu, siyasetten kaçınan bir dil aslında; bir “Kürt seçmen” varsa ona HDP’de olmayan bir argümanla mesaj vermek yerine, onun benimsediği ikonlar üzerinden mesaj vermek… İYİ Parti de benzerini yapıyor: Partiyle uyumlu, partinin konumlandırması, ana kimliği ve söylemiyle eşgüdümlü hareket edebilen ikonlar ve semboller seçmiyor. Partinin Kürdü olarak işlev üstlenen Ensarioğlu, mesela, bu misyona uygun değil, zira İYİ Parti’nin CHP’ye ve HDP’ye eleştirilerini zeminsizleştiriyor, anlamsızlaştırıyor. İYİ Parti’nin siyasi görüşü ve dili -her ne ise- ile uyumlu yeni bir söylem geliştiren Kürt aktör yaratmak yerine, arada Öcalan, Kürtçe vb. gibi HDP çevresinin ikonolojisinden aşırma motiflere atıf yapan ve bu sayede misyonunu yerine getirdiğini sanan bir figür, partiye ne kadar oy kazandırıyordur?
İYİ Parti’nin bir bütün olarak hala anlamadığı bir husus var, benim vaktiyle bu partiye katılmamı, emek vermemi ve nihayet bu meseleye dikkat çekmek için partiden istifa etmemi sağlayan husus: Türkiye’nin yeni sosyolojisinin milliyetçiliği kendisini İYİ Parti’de manifesto etti. Yeni kurulan bir parti için ciddi başarı sayılabilecek bir oy aldı ve şu sıralar oyunu artırmış görünüyor, potansiyeli de oldukça yüksek. Bu başarıyı ve potansiyeli sağlayan nedir? İslamcılık yapılarak bu sağlanacak olsa, mesela, Saadet Partisi ufacık bir kitlenin etnik kimliğe benzer kimlik partisine dönüşmez, iktidara rakip olurdu. “Merkez sağ” zırvası hakikat olsa, DEVA Partisi ciddi bir güce erişir, Demokrat Parti sahada fırtına gibi eserdi. Hayır, öyle olmadı da böyle olduysa, parti bundan ne kadar kaçınırsa kaçınsın, sivil, demokrat ve özgürlükçü bir milliyetçi anlayış bu partinin temel söylemi olmak ZORUNDADIR, zira partinin karar alıcılarını dahi aşan bir sosyolojik dalga iş başındadır ve İYİ Parti istemese, etken bir aktör olarak bu misyonu üstlenmese bile bu dalga İYİ Parti’de tecelli ediyor.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerine giderken, sık sık dikkat çektiğim bir tehlike muhalif ve kararsız seçmenin önünde duruyor: Özgüvensizlik. Literatür, özgüvensiz seçmenin siyasete katılmakta gönülsüz olduğunu ispatlıyor, üstelik böyle bir hava varsa, kararsız seçmen özgüvenli ve kararlı hareket eden yapıya psikolojik itkilerle yakınlaşacaktır. İYİ Parti, bu bağlamda, AKP’ye karşı yaratıcı ve etkili söylem üretmekte zorlandığı için büsbütün ikon ticaretine yönelen ortağı CHP’yi taklidi bırakmalıdır. Zira siyaset yeniden “kilitleniyor” ve İYİ Parti bir kez daha bu kilidi açabilir.
Bu kilidin iki bileşeni var: Muhalif fay hatları ve HDP. Tayyip Erdoğan’dan kurtulmak için birleşme zorunluluğu, esasen doğal olarak epey ayrı dünyalara hitap eden partileri (CHP, İYİ Parti) ve fırsattan istifade etmek isteyen şark kurnazı teşekkülleri (Gelecek, DEVA) bir araya getiriyor. Bu geliş, birbirine yakınlaşan kıtaların tektonik hareketleri tetiklemesi gibi, fay hatlarını tetikliyor ve irili ufaklı depremler meydana geliyor. Buna aday belirleme sürecinin lüzumsuz uzaması, tartışmalı bir meseleye dönmesi ve kafa karışıklığına yol açması da eklenince, Tayyip Erdoğan’ın en önemli kozu budur. Seçim atmosferine girildiğinde, hele, bu fay hatlarında büyük depremler yaşanacaktır. Meselelerimizden birisi bu: Bu fay hatlarında büyük depremler yaşanmasını önleyecek bir kapasite, Millet İttifakı ve 6’lı masada var mıdır? Yoksa, Tayyip Erdoğan’ın deprem tetikleme operasyonlarını beklemek yerine, önlem alıp şimdiden yolları ayırmak daha faydalı olabilir mi?
İkinci mesele, HDP tuzağı. HDP’nin “vazgeçilmez” olduğu algısı, ilmek ilmek işleniyor ve bu algının mimarı Erdoğan’dır. HDP’nin oyunu alarak belki lokal başarı elde edebilirsiniz, ancak Türkiye denkleminde bunu başaramazsınız – en büyük örneği de HDP ile birlikte çözüm süreci macerasına atılan AKP’nin nihayet tek başına iktidar kuramaz hale gelmesidir. Pazarlamada bir ürünün hedef kitlesi asla “herkes” olmaz. Benzer şekilde, siyasette de herkesin oyuna talip olunmaz; olunsa bile temelsiz bir iddia olarak kalır. Türkiye’nin sosyolojisi, seçmenle doğru iletişim kurarak HDP’yi karşısına alan bir muhalif yapıyı yükseltir, HDP’yle temas kuran yapıyı, milliyetçi “ikonları” dahi olsa, tarihin çöplüğüne yollar.
Hal böyleyken, İYİ Parti’nin vaktiyle MHP’ye ve AKP iktidarının bürokrasisine meydan okurken gösterdiği cesareti yeniden göstermesi gerekiyor. İslamcı ve ülkücü kodları haiz “yan” cumhurbaşkanı adayları çıkararak Cumhur İttifakı’ndan küçük yüzdelerle de olsa oy koparma taktiğini gündemine alan ve “Kılıçdaroğlu aday olacak” dayatmasına rest çekerek müstakil biçimde seçime giden İYİ Parti, CHP’den, kararsızlardan, toplumun ekseriyetini oluşturan milliyetçilerden oy alarak seçimi ikinci tura götürürken meclis çoğunluğunun muhalefette olmasını temin edecek güce sahip. Hatta diyebiliriz ki Akşener’in çatı adaylığı, Kılıçdaroğlu’nunkine nazaran kazanma ihtimali arz ediyor. Çatı adaylığının olmadığı senaryoda, halkın geniş kesimleri tarafından teveccüh gördüğü aşikar iki belediye başkanından birinin aday gösterilmesi, nihayet beklenen zaferi getirebilecek yegane senaryo gibi duruyor – en azından Kılıçdaroğlu dayatması devam ettiği sürece. Bu senaryolar gerçekleşmese bile en azından dillendirilmesi, Akşener’in Kılıçdaroğlu’na karşı elini güçlendirecektir. Şimdiye dek oldukça makul ve birleştirici tasarruflarda bulunan Kılıçdaroğlu’nun bir kez daha makul çizgiye gelmesi yumuşak ikna süreçleriyle değil, sert restler ve “göze almış” bir meydan okumayla mümkün olacak gibi görünüyor – Türkiye’nin kaybedecek bir dönemi daha yok.
M. Bahadırhan Dinçaslan