6 Mayıs 2023 günü, dünya çok uzun zamandır benzeri gerçekleşmemiş bir seremoniye şahit oldu. Birleşik Krallık’ın yeni hükümdarı 3. Charles, Westminster Katedrali’nde yapılan hayli görkemli bir törenle taç giydi.
Tören sabah 10.20’de Kral ve Kraliçeyi taşıyan altın kaplama, 6 Windsor Grey 1’in çektiği at arabasının Buckingham Sarayı’ndan ayrılmasıyla başladı. Büyük-büyük-büyük anneannesi Kraliçe Victoria’nın heykelinin önünden yola çıkan araba, kalabalık bir süvari birliğinin eşliğinde yaklaşık yarım saatlik bir rotayı tamamlayarak Westminster Katedrali’ne vardı. Canterbury Başpsikoposu2’nun karşıladığı Kral 3. Charles, İngiliz Milletler Topluluğu3’na üye 56 ülkeden temsilcilerin şahitliğinde, hayli eski ve hayli ilginç bir törenle 70 yıldır beklediği tacına kavuştu.
Londra’da yaşayan bir Türk olarak hazırlık sürecini ve törenin kendisini, çok yakından olmasa da merakla takip ettim. Kraliyet Ailesi’nin uzun zamandır magazine meze olmak haricinde pek bir faydası, 21. Yüzyılın ortalarına yaklaşırken tarih kitaplarından aşina olduğumuz törensellikle, birilerinin bir yerlerde altın gömlekler giyip komik şapkalı bir papaz tarafından Kral ilan edilişi nereden baksan seyirlik bir aktivite.
Tören alayı Buckingham Sarayı’nı ilk terk ettiğinde, yaşananlara bir parça özendiğimi itiraf etmem gerekir. Yüzyıllar süren gelenekleri, geleneklere bağlılığı, sembolleri ve temsilleri seviyorum. Britanya’ya dair en takdir ettiğim şeylerden birisi, bu geleneklere bağlılığın devamı olabilir. Mahallemdeki pub dahi 130 yıllık, ve geçenlerde el değiştirdiğinde mahallelinin oranın bir pub olarak kalması için gösterdiği çabaya bizzat şahit oldum. 50 yıldan eski şirketlerin parmakla sayılabildiği, anayasası keyfekeder değiştirilmeye çalışılan, henüz on üç yıl önce mezun olduğum lisemin dahi binasının yıkılıp yeniden yapıldığı bir ülkenin çocuğu olarak, süregelen kurum kültürüne ve geleneklere bir özlem duymam pek şaşırtıcı değil sanıyorum ki.4
Gelgelelim, tören devam ettikçe işler ilginç bir hal almaya başladı. Törenin dini vurgusunun yoğunluğu ve ‘ritüelistik’ havası giderek arttı. Daima asık suratıyla, taç giydirilen bir kraldan ziyade zorla banyo yaptırılan bir ihtiyara benzeyen Charles, önce bir takım pelerinlere sarıldı, sonra eline çeşitli eşyalar tutturularak önünde yeminler edildi, hatta bir noktada -etrafına çekilen paravanların verdiği mahremiyet altında- özel bir yağla yağlandı. Kudüs’teki Zeytindağı’nda yetişen zeytinlerden üretilen bu yağ, kendine has kartal şeklindeki 400 yıllık altın şişesinden, 800 yıllık altın kaşığa döküldükten sonra Canterbury Başpsikoposu tarafından kralın göğsüne, başına ve ellerine sürüldü.
Tam bu noktada ‘yahu, bu insanlar buna sahiden inanıyorlar’ aydınlanması yaşadım. Bizim gözümüzden yalnızca sembolik bir tören olsa da, katılımcıları için bu gerçek bir ritüeldi. Bu adam, bir magazin karakteri değil, sahici bir kraldı. Her ne kadar yetkilerinden neredeyse tamamen arındırılmış da olsa, ipek pelerinler ve dev peruklar yerine çoğunlukla takım elbiseyle de gezse, bu ihtiyar adam dünyanın son büyük imparatorluğunun dört yüz yıllık soylu ailesinin en son ferdiydi. Ve buna gerçekten inanan, soylu aileye bağlılık yemini eden bir grup devlet başkanı ve irili ufaklı diğer soylularla televizyonlarda canlı yayınlanan bir dini ritüel izliyorduk.
Bunu yeni fark ettiğim için beni safdil bulanlar olacaktır elbette. Ancak bu ülkede geçirdiğim dört yılda bu aileye maruz kaldığım yegane anlar ya hediyelik eşya dükkanları, yahut ucuz magazin haberleriydi. Şimdiyse aniden karşımda altın gömlekli bir adam kutsal yağla yağlanıyordu. Ve bildiğim kadarıyla bu adamın şimdiye kadar -amiyane tabirle- mala davara faydası olmamıştı. Krallığın, saltanatın, bir adamı-aileyi-soyu kutsallaştırmanın teatral bir komedisini izliyorduk milyonlarca insan. O anda, bizi bu bataktan çekip çıkartan Atatürk’e bir kez daha teşekkür etmeden geçemedim.
Sıradan Britanya vatandaşları arasında da tepkiler benzer bir hissi taşıyor. Burada ufak bir karşılaştırma yapmak gerekebilir; Kraliçe Elizabeth’in geçen yıl kutlanan 70. tahta çıkış yıldönümü etkinlikleri dün yapılan taç giyme törenine göre misliyle daha coşkuluydu. Devlet eliyle, yahut çeşitli firmaların vitrin süslemeleri vasıtasıyla yapılan kutlamaların yanısıra, sıradan insanların da katılımıyla ülke bir kaç günlüğüne bir şenlik halindeydi. Hemen her mahallede geleneksel İngiliz sokak partileri düzenlendi, bütün şehirler süslendi, parklarda devasa piknikler organize edildi. Windsor Sarayı’nın önündeki dev parkı tıklım tıklım dolduran piknikçi kalabalığı hala gözümün önünde. Buna karşın, dün gerçekleşen taç giyme törenine ve kutlamalarına, şehir merkezini işgal eden kalabalık turist güruhu hariç şehrin insanlarından katılım olduğunu söylemek güç.
Kraliçe Elizabeth’in yetmiş yıl süren saltanatı öyle uzundu ki, kendisi milyonlarca sıradan İngiliz’in doğumundan ölümüne hayatında değişmeyen bir köşe taşı gibiydi. Aynı zamanda magazin skandallarından uzak gençliği, oturaklı kişiliği ve kendini konumlandırdığı yer olarak toplum içinde hayli saygın bir büyükanne figürüydü. Ve Kraliçe, zaafları olan, sıradan bir insan gibi değil, heykel gibi duran bir sembole dönüşmeyi başarmıştı -bunun bir yere kadar sebebi de kitlesel iletişimin çok daha sınırlı olduğu bir çağda gençliğini ve orta yaşını geçirmiş olması olabilir tabii ki. Ancak günün sonunda gençliği Diana, yaşlılığı Meghan magazin gündemleriyle geçmiş, şimdiki eşi -o zamanki gizli aşkıyla- yaptığı telefon seksi dahi dergilere konu olmuş5 bir huysuz ihtiyarın kendini halka kabul ettirmesi biraz zor gözüküyor.
Konuyu açtığım İngiliz arkadaşlarımın da hemen hepsinin yeni Krala ve taç giyme törenine karşı son derece ilgisiz olduğunu fark ettim. Aralarındaki en meraklı kişi, ironik olacak ama sanırım bendim. İnternette karşılaştığım yorumlar ise çoğunlukla negatif. Başlığın ilhamı da internette gördüğüm bir yorumdan mülhem; dolma parmak yeni bir şapka takacak diye yer gök polis olurken, evine giren hırsızın üç haftadır bulunamamasından yakınan bir Londralı’dan. Yine, tören günü akşamüzeri gittiğim bir stand-up etkinliğinde komedyen dakikalarca törenle ve komik ritüellerle alay etti, ve seyirci coşkuyla katıldı bu alaylara.
Törenin maddi yanı da bir hayli eleştiriliyor. Tahmin edilen masraflar 100 milyon sterlinin üzerinde. Ancak, birden fazla kez Recep Tayyip Erdoğan’ın o devasa konvoyuna şahit olmuş ‘şerbetli’ bir Türk vatandaşı olarak bu masraf benim gözüme çok batmadı. Öte yandan, Kraliyet Ailesi’nin getirdiği turizm gelirinin bunun çok üzerinde olduğu tahmin ediliyor. Yani tören, günün sonunda muhtemelen ülkeyi kâra geçirdi.
Günün sonunda bana kalan hissiyat da benzer; dolma parmaklının biri yeni bir şapka takacak diye yaşanan bu debdebe komik, komik olduğu kadar da şaşırtıcı. Birileri yalnızca bir aileye doğduğu için altın arabalarda gezdirilmesi, kutsal yağlarla yağlanıp süslü kıyafetler giydirilerek karşısında bağlılık yemini edilmesi geleneklerle açıklanamayacak kadar absürt. Hele ki konu çevresine bir ‘kutsallık’ haresi çizilemeyecek kadar insan yönleri gözümüzün önünde olan bir ademoğluysa.
Tahminim o ki, belki bir Kral daha böyle şaşaalı bir törenle taç giyer, ancak bir sonraki nesilde İngiliz krallığı, çağdaşı diğer kraliyet aileleri gibi gözden ırak, gönülden ırak kendi köşesine çekilmek zorunda kalır -hak ettiği gibi. Krallıklar, saltanatlar, tahtlar, taçlar; filmlerde, tarih kitaplarında, ve hayalgücümüzde kaldıkları kadarıyla güzeller. Gerçek hayatta ise bir hayli sevimsiz.
Tüm tek-adamların, mutlak güç meraklılarının, saltanat sevdalılarının tarihe karıştığı bir gelecek hayaliyle...
When Adam delved and Eve span,
Who was then the gentleman?
[1] https://en.wikipedia.org/wiki/Windsor_Grey
[2] Anglikan Kilisesi’nin başı. Kral ile Kraliçe’ye tacı giydirmekle görevli olmasının yanısıra, hiyerarşi sıralamasında Kraliyet Ailesi’nden hemen sonra gelen ilk ünvan.
[3] Commonwealth
[4] Bu kadar değişken bir ülkenin iktidarının 21 senedir tek bir adama kalması da ilginç bir analize konu olabilir.
[5] https://www.esquire.com/uk/culture/a34736481/tampongate-scandal-the-crown/