Ben bir Y kuşağıyım. 40 yaşındayım, öğretmenim. 2010'lu yıllardan beri Z kuşağı dediğimiz çocuklara ders veriyorum ve onlarla iç içeyim. Haliyle toplumun büyük çoğunluğuna göre onları daha yakından gözlemleme fırsatı buluyorum. Okuldaki ortamlarını, akranlarına ve öğretmenlerine karşı tavırlarını, akademik başarı ya da başarısızlıklarını, yaşadıkları kaygıları, psikolojik sıkıntılarını, içinde bulundukları topluma ve yaşama dair düşüncelerini, geleceğe yönelik planlarını, nelerden hoşlanıp hoşlanmadıklarını, keyifli ve hüzünlü anlarını, sosyoekonomik durumlarını, aileleriyle ilgili bazı sorunları iyi biliyoruz. Onlarla empati kurabiliyoruz. Toptancı bir yaklaşımla hepsi çok iyi çocuklardır ya da hepsi çok kötüdür diyemeyiz. Birilerinin bu kuşağı tamamen yüceltmesine de karşıyız birilerinin tamamen eleştirmesine ve yerden yere vurmasına da. Toptancı ve önyargılı yaklaşımda bulunmak Türk gençliğini anlamak için bizi hataya sürükler. Onları hataları ve sevaplarıyla, iyi ve kötü yanlarıyla, güzellikleri ve çirkinlikleriyle, doğruları ve yanlışlarıyla değerlendirmek gerekir. Önce bizim Y kuşağı bu yaşına kadar neler yaşadı biraz ona bakalım.
BİZİM Y KUŞAĞI
80’lerde doğduk. Çocukluğumuzu 90’larda yaşadık. Sokaklarda oyunlar oynayarak büyüdük, mahallelerde arkadaşlarımızla birlikte sosyalleştik. Okullarda düzenin ve disiplinin olduğu; anne babalarımızın okula bizi “eti sizin, kemiği benim hocam!” diye teslim ettiği; öğretmenlerimize ve idarecilerimize saygılı olduğumuz; eğitim öğretime değer verildiği yıllarda okuduk. Eğitim sisteminde her şey mükemmel miydi? Tabii ki hayır. Ülkede birçok sorun var mıydı? Elbette. Ancak şimdiki nesil kadar kaygılı değildik. Derslerimizde başarılı olur, çok çalışır ve çabalarsak meslek sahibi olabiliriz, toplumun geneline göre birazcık daha iyi şartlarda yaşayabiliriz diye düşünüyorduk. Liyakatimizle, kimseden torpil istemeden, bileğimizin hakkıyla okuyup sonrasında iş bulabiliriz diye hayal kurabiliyorduk. 2002 haziran ayında 17 yaşımda liseden mezun olduğumda en azından ben böyle düşünüyordum. Eminim benim gibi birçok yaşıtım da aynı şeyleri hissediyordu. Ülkede iyi kötü bir adalet mekanizması ve sınav sistemi vardı çünkü. Bu iktidar döneminde üniversite okuduk, mezun olduk, zor bela bir meslek sahibi olduk. “Türkiye’de Öğretmen Olmak” yazımda hangi zorluklarla öğretmen olduğumuzu, yaşadığımız maddi manevi sıkıntıları anlatmıştım. Konuyu fazla uzatmayayım. Yazının ana konusu Z kuşağına geri döneyim.
Z KUŞAĞININ SORUNLARI
1990’lı yılların sonlarından 2010’lu yılların başlarına kadar doğan bir kuşak. İnternetin, sosyal medyanın yaygınlaştığı bir dönemde büyüdüler. Bizden biraz farklı bir ülkeye gözlerini açtılar. İlkokuldan şimdiye kadar mevcut iktidarın eğitim sistemiyle okudular, okumaktalar. Özellikle son 9-10 yıldır bizimle beraber yaşamadıkları felaket ve doğal afet kalmadı gibi. Haliyle psikolojik olarak çok olumsuz etkilendiler. Salgın döneminde 2 yıla yakın uzaktan eğitim, deprem ve sonrasında yaşanan inanılmaz travmalar, son yıllardaki ciddi ekonomik kriz, çok yüksek ve çok anlamsız enflasyon, derin bir fakirlik ve yoksulluk, boşanmaların artması, ailelerinin içindeki maddi sıkıntılar doğal olarak onları derinden etkiliyor. İçlerinde parçalanmış ailenin çocukları pek az değil. Bizim çocukluk ve ilk gençlik yıllarında sokaklar, mahalleler daha güvendeyken onlar ülkeye doldurulan milyonlarca kaçak göçmen ile ne yazık ki muhatap oluyorlar. Sokaklardaki çeteleşme, gördükleri garip mafyatik tipler, uyuşturucu yaşının düşmesi, televizyon dizilerinde veya saçma programlardaki şiddet ve kavga gürültü ortamı, ülkenin her anlamda berbat siyasi iklimi, fikirlerinden ve ideolojilerinden dolayı ötekileştirilmeleri ruh durumlarını olumsuz etkiliyor. Ağır müfredat ve sınav kaygısı altında eziliyorlar. Biz liseyi 3 yıl ve haftada 30 saat ders görerek okurken onlar 4 yıl boyunca haftada 40 saat ders görüyorlar, kendilerine daha az zaman ayırıyorlar. Sosyal medyanın da etkisiyle daha asosyal hale geldiler. Liseyi bitirdikten sonra üniversiteye gidiyorlar ama orda da zorluklar peşlerini bırakmıyor. Devlet yurtlarının azlığı, mevcutların kalitesizliği ve yetersizliği, yemeklerinin bile temiz ve güzel olmaması, yurtlardaki asansörlerin bile çoğu zaman düşmesiyle hayati tehlikeler yaşamaları, cemaatlerin ve tarikatların baskısıyla bahar şenliklerinin yasaklanması, üniversitedeki özgürlük ortamlarının YÖK ve başka yapıların eliyle kısıtlanması gençliği çok öfkelendiriyor. En son Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması meselesiyle ortaya çıkan kriz, zaten geleceğe dair umutsuz ve kaygılı olan bu gençleri ister istemez daha da tetikledi. Sadece üniversite okuyanlar değil liseliler de yaşananlara tepki gösteriyor. En son proje okullarında yaşanan öğretmen atamalarındaki bazı haksızlıklar o çocukları öğretmenlerinden kopardı. Sonuçta ortaya tepki koyan, hakkını arayan, isyan eden, boyun eğmeyen bir gençlik çıktı.
Z KUŞAĞI NE İSTİYOR?
Bu çocukların eleştirilecek çok yönü elbette vardır. Az kitap okumaları, zamanlarını internette fazla geçirmeleri, derslerde odaklanma sorunu yaşamaları, bazı iletişim eksiklikleri veya bozuklukları, zaman zaman akran zorbalıkları ve saygısızlıkları eleştirilebilir. Bunları bir yana koymakla birlikte onların bizden, ülkeyi yönetenlerden, hayattan ne istediklerine bakalım. Öncelikle anlaşılmayı istiyorlar. Samimiyet istiyorlar. Mesela karşılarında samimi ve empati yeteneği yüksek, halden anlayan bir öğretmenler olduğunda dersleri ve okulu daha çok seviyorlar. Bazen anne babaları bile olsa yaşamlarına çok müdahale edilmesini istemiyorlar. Biraz başlarına buyruk takılıyorlar. Her türlü otorite ile biraz sorun yaşıyorlar. Yaşamın her alanında daha fazla demokrasi ve özgürlük istiyorlar. Bir kafeye gidip arkadaşlarıyla ucuza bir şeyler yiyip içmeyi ve sohbet etmeyi seviyorlar ancak bir bardak kahvenin 100-200 lira olması canlarını çok sıkıyor. Gezip tozmak ve eğlenmek istiyorlar. Yaşamlarında neşenin eksikliğini hissediyorlar. Her türlü despotik siyasetçi ve yöneticiden nefret ediyorlar. Bir 68 veya 78 kuşağı gibi politik bilinçleri olmayabilir ama siyasetten uzak değiller. Hatta bazen hiç olmamaları gerektiği kadar politikaya maruz kalıyorlar. Bu çocuklar demokratik ve laik bir ülke istiyor. Birilerinin çocukları pudra şekeri çekip son model arabalarla keyif sürerken yoksulluklarını daha net görüp insanca ve adil bir yaşamı arzuluyorlar. Birilerinin çocukları torpille, kayırmayla, liyakatsiz biçimde devlet kadrolarına doldurulurken kendilerinin işsiz kalma kaygısı yaşamalarına isyan ediyorlar. Güzel bir gelecek istiyorlar.
ÇOCUKLAR BİZİM GELECEĞİMİZ
Cemil Meriç, Jurnal kitabında “Bu memleketin büyük faciası, en seçkin evlatlarının beynini ve kalbini itlere peşkeş çekmesi. Halledilmesi gereken büyük dava, bu topraklar üzerinde münevverin nefes alabilecek hale gelmesi.” der. Bu gençlerin beynini, kalbini, gönlünü, hayallerini kimseye peşkeş çektirmemeliyiz. Onlara her anlamda rahat nefes alabilecekleri bir ülke yaratmalıyız ve bırakmalıyız. Bu çocuklar kuracak geleceğimizi. Bu yüzden çekin üzerlerinden kirli ellerinizi!
Günümüz değişimlerine ışık tutan bir yorum olmuş. Türkiye gerçeği ortaya çıkmış... Dilerim herkes nasibini alır...!!!
Çok güzel bir yazı. Kaleminize sağlık.
Türk gençliğini gayet güzel anlatmışsınız. Her Türk gencinin bu anlamlı yazıyı mutlaka okumasını ve paylaşmasını isterim.
Yıllarca Z kuşağına öğretmenlik yapmış Y kuşağı biriyim. Gençleri en iyi anlayanlardan olduğumu düşünüyorum. Bu yazımı özellikle gençlerin okumasını, yorum yapmasını ve sosyal medya hesaplarında paylaşmalarını istiyorum.