Son dönemde Polonya, Estonya, Letonya ve Litvanya, anti-personel kara mayınlarının kullanımını yasaklayan Ottawa Anlaşması'ndan çekilme sürecini başlattı. Bu ülkelere benzer şekilde Finlandiya da Ottawa Anlaşması'ndan çekilmeyi düşündüğünü açıkladı. Bu kararın temel gerekçesi olarak, Ukrayna’yı işgaliyle birlikte Rusya’nın saldırgan politikalarının yarattığı artan güvenlik tehdidi gösteriliyor. Söz konusu ülkeler, NATO'nun doğu kanadının savunmasını güçlendirmek amacıyla, daha önce yasaklanmış olan kara mayınlarını kullanma esnekliğine ihtiyaç duyduklarını ifade ediyorlar.
Letonya Savunma Bakanı Andris Spruds, Rusya'nın bölgedeki tehdidinin Ukrayna'daki savaşın sonucundan bağımsız olarak süreceğini belirterek, sınırlarını güçlendirmek zorunda olduklarını ifade etti. Polonya’nın ise devlet kontrolündeki savunma sanayi sektörü vasıtasıyla bir milyon kara mayını üretmeyi plandığı aktarılmıştı. Polonya’nın üreteceği bu mayınlar, "Doğu Kalkanı" girişimi kapsamında sınır güvenliğini sağlamak amacıyla yerleştirilecek.
Söz konusu ülkelerin anlaşmadan çekilme süreci, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri'ne resmi bildirim yapmalarından sonraki altı ay içinde tamamlanacak.
AKP'nin Onayladığı Antlaşma: Ottawa
1 Mart 1999 tarihinde yürürlüğe giren "Anti-Personel Mayınların Kullanımının, Depolanmasının, Üretiminin ve Devredilmesinin Yasaklanması ve Bunların İmhası ile İlgili Sözleşme" başlıklı Ottawa Antlaşması, Türkiye tarafından 25 Eylül 2003 tarihinde imzalanmıştı. Antlaşma, 12 Mart 2003 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından onaylanırken, 15 Mart 2003 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Bu tarihte Türkiye’de hükûmet, AKP tarafından kurulan 59’uncu hükûmet iken başbakanlık koltuğunda Recep Tayyip Erdoğan oturuyordu.
Hükümetin Ottawa Antlaşması’na taraf olunması konusunda resmi gerekçeleri; uluslararası toplumda insan haklarına saygılı bir ülke olarak tanınma isteği ve mayınların sivillerin güvenliğine tehdit oluşturduğu yönündeydi. Yine AKP hükümeti, Ottawa Antlaşması’yla birlikte Suriye sınırındaki mayınların kaldırılmasının; bölgenin tarımsal üretime açılmasına ve ekonomik kalkınmasına katkı sağlayacağını savunuyordu. Antlaşma sayesinde uluslararası fonlardan da yararlanma fırsatını da kaçırmak istemiyordu.
O dönemde antlaşmaya taraf olmanın Türkiye’nin başta sınır güvenliğinin zayıflamasına, yasa dışı geçişler, kaçakçılık ve terör tehdidinin artmasına ve Türkiye’nin egemen bir ülke olarak sınırlarını koruma kapasitesinin zedelenmesine neden olacağı yönündeki uyarıları AKP kulak arkası etti. 2009 yılında Suriye sınırındaki mayınların temizlenmesi gündeme geldiğinde de yine bu uyarıları dinlemedi.
Bu tarihten sadece iki yıl sonra başlayan Suriye İç Savaşı, bu konudaki eleştiri ve uyarıların ne kadar haklı olduğunu ortaya serdi. Başta Suriye sınırı olmak üzere 2005 yılında başlayan mayın temizleme çalışmaları sonucunda, daha önce geçişe kapalı olan sınır bölgeleri her türlü terör ve kaçakçılık faaliyeti için güvenli hale gelmiş oldu. Bu durum, Türkiye’nin hâlen sıkıntısını çektiği yasadışı sığınmacı akınında kolaylaştırıcı etki yarattı. Kitlesel şekilde gerçekleşen kaçak göçlerde muazzam artışlar oldu.
2015 yılında kurulan Millî Mayın Faaliyet Merkezi (MAFAM), mayın temizleme faaliyetlerini koordine etmeye başladı. Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ve Türk Jandarması’na bağlı birliklerin yanı sıra MAFAM tarafından akredite edilen özel firmaların da bu çalışmalara katıldığı biliniyor. Özellikle Türkiye'nin Suriye sınırında hâlen devam eden mayın temizleme çalışmalarında özel firmaların yer alması çokça tartışılmıştır. Uluslararası fonlar tarafından da desteklenen bu firmalara son 10 yıl içerisinde ne kadar ödeme yapıldığı hakkında resmi bir açıklama bulunmuyor.
Egemenlik Göstergesi Olarak Mayın Döşemek
Moskova'nın hibrit savaş yöntemleri, Belarus sınırında "sığınmacıları silahlaştırması", Rus istihbaratının sınırlarda yürüttüğü psikolojik harp operasyonları ve doğrudan askeri tehditler Baltık ülkelerini savunma konusunda yeni önlemler almaya itiyor.
Özellikle antipersonel kara mayınları, düşük maliyetli ve yüksek etkili sınır koruma ve savunma araçları arasında başı çekiyor. ABD, Rusya, Çin ve İsrail gibi birçok ülke, Ottawa Anlaşması'na taraf olmazken, kendi sınırlarını bu tür sistemlerle güvence altına almakta tereddüt etmemektedir.
Türkiye; Suriye, Irak ve İran’a komşu, devlet dışı aktörlerin cirit attığı, düzensiz göç ve terör tehdidinin yakın ve aktif bir tehdit olduğu bir coğrafyada, AKP eliyle kendini mayınsız sınır politikasına mahkum etmiş durumda.
Milli Savunma Bakanlığı (MSB) kaynaklarına göre, Türkiye'de şu an mayın üretimi durdurulmuş, mevcut mayın stokları ise tamamen imha sürecine alınmış vaziyette. Bunun karşılığında Türkiye'nin sınır güvenliğinde kullandığı teknoloji ise çok pahalı, bakım maliyeti yüksek ve her durumda etkili olmayan elektro-optik sistemlere yaslanmış durumda.
Türkiye'nin sınırlarında halen 400 kilometreyi aşkın bir alanın fiziki güvenlik zafiyeti olduğu, istihbarat raporlarında sıklıkla dile getiriliyor. Daha önce bahsedildiği gibi ABD, İsrail gibi ülkelerin Ottawa Anlaşması’na taraf olmadığı ve hatta sınır güvenliğinde aktif şekilde mayın sistemlerini geliştirdikleri bir ortamda AKP’nin anlaşmaya sadakati ve ısrarcılığı düşündürücüdür.
Bu konuda Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içindeki bazı kurmay çevrelerde ciddi rahatsızlık olduğu biliniyor. Bir TSK kaynağının ifadesiyle:
"Biz sınır hattında sadece gözetleme kameraları ve beton duvarlarla hudut bekliyoruz. Oysa araziyi kontrol eden, mayındır. Hudutta dikenli tel veya duvar çözüm değildir. Mayın yoksa sınır delinir."
Egemenlik sahası, yalnızca sınır taşlarıyla, gözetleme kuleleri ve duvarlarla çizilmez. O hattın gerektiğinde ölümcül savunma sistemleriyle tahkim edilmesi gerekir.
Türkiye'nin bugün Ottawa Anlaşması'nda kalmaya devam etmesi: Terör örgütü PKK/YPG’nin sınır ötesi geçişlerini kolaylaştırmakta, insan kaçakçılığı ve düzensiz göç rotalarını açık tutmakta, Türkiye’nin demografik işgaline zemin hazırlamakta, hibrid harp ortamında elimize kolumuzu bağlamaktadır.
Ottawa Antlaşması’ndan çekilen ülkelerin yaptığı şey sadece bir güvenlik refleksi değil, aynı zamanda egemenlik ilanının tekrar hatırlatılmasıdır. Sınırlarını kendisi belirleyen, tehdidi kendisi tanımlayan her devlet, gerektiğinde istediği savunma aracını kullanabilmelidir.
Sonuç olarak AKP’nin imzaladığı anlaşmalarla hudut güvenliğini sakatlayan Türkiye, kendi sınırında antipersonel mayın döşeme egemenliğini bile kullanamıyor. Her fırsatta "egemenliğimizden taviz vermeyiz" diyenler, kara mayını gibi en temel savunma araçlarından neden kendi elleriyle vazgeçmiş durumda?