DEVA Partisi, seçimlere katılabilmek için 29 Aralık’ta olağanüstü bir kongre gerçekleştirdi. Olası bir baskın seçime katılabilmek adına yapılması gereken il kongrelerini ve genel kongresini gerçekleştiren DEVA, böylelikle haziran ayı sonrası gerçekleşebilecek seçimlere katılma hakkı elde etti.
DEVA Partisi bu zaviyeden bakıldığında “prosedür” olarak geçiştirilmesi gereken kongre sürecini bir gövde gösterisine dönüştürmek istedi. Hava durumu ve kongre takvimi dolayısıyla CHP ve İYİ Parti gibi açık havada kongre yapabilmeleri mümkün olmadı ve kapalı bir salonda maskeli ama mesafesiz bir kongre yapıldı. Pandemi şartlarında olmaması gereken görüntüler televizyon ekranlarına yansıdı. Gerçi muhalif olarak bilinen kanallar dışında kongreyi yayınlayan başka bir kanal da olmadı…
Parti, divan başkanı olarak Ramiz Ongun’u seçti. Kongrenin gerçekleştiği Atatürk Spor Salonu, Ongun’un yabancı olduğu bir mekân değildi. Ülkücü Hareket’in Başbuğu Alparslan Türkeş’in vefatından sonra yapılan ve çıkan olaylar nedeniyle tekrar edilen 1997 kongresi, aynı yıl yapılan olağan kongre ve 2003 kongrelerinde MHP Genel Başkan Adayı olarak çıktığı kürsüyü bu kez divan başkanı olarak izleyen Ongun, partinin en yaşlı ama en bilge ismi olduğunu taraflı tarafsız herkese gösterdi.
Daha sonra kürsüye Ali Babacan çıktı. İl kongrelerinde yaptığı konuşmalarda olduğu gibi sık sık AK Parti’yi eleştirdi ancak kongre konuşmasının henüz başında yaşanan olay bu kongreye damga vurdu.
Konuşmasında kız kardeşinin 28 Şubat döneminde yaşadığı başörtüsü yasağını anlatan Babacan’ın bu cümleleri kurarken gözleri doldu:
“28 Şubat'ın ağır ikliminde benim kız kardeşim ODTÜ’de okurken başındaki örtü yüzünden 3 defa okuldan uzaklaştırma yazısı aldı. Üstelik düzenledikleri tutanağa “ders araç gereçlerine zarar vermek” yazdılar. Gerçek sebebi bu değildi tabii ki. Ben bunlara tepki olarak siyasete girdim. Bir daha kimse bu yasağı getirmeye cüret edemez.”
İşte ne olduysa bu konuşmadan sonra oldu ve “müzmin muhalif” kadrolar, bu açıklama nedeniyle Babacan’a yoğun eleştiriler yönelttiler. Onun da diğerlerinden farklı olmadığını, sahte gözyaşları döktüğünü ve başörtüsü üzerinden oy devşirmeye çalıştığını söylediler. Bunları yazanlardan bir kısmı, düne kadar “Babacan’ın hedef kitlesini AK Parti seçmeni değil CHP ve İYİ Parti seçmeni olarak belirlediği” iddiasıyla Babacan ve DEVA’nın aslında AK Parti lehine çalıştığını iddia eden kişilerdi.
Bizim ülkede komplo teorileri bitmez, bitmez ama bu teoriyi ortaya koyanların gözlemlediği bir olay vardı. O da DEVA Partisi’nin hedef kitlesini sadece bir partinin seçmenine indirgememiş oluşuydu. Bunu yaparken hiç şüphe yok ki birileriyle anlaşarak yapmamışlardı zira hedefi iktidar olarak belirleyen bir siyasi oluşumun sadece iktidar partisinin oylarına göz dikerek bu hedefe ulaşması mantıklı değildir. Aslında bu teorileri ortaya atanların en başta istediği şey, “Gelecek ve DEVA, AK Parti’den ne koparırsa kârdır” düşüncesinden başka bir şey değildi. DEVA Partisi’nin potansiyel kitlesini geniş tutma çabası olmasaydı müzmin muhalif kitle tarafından hiç eleştirilmeyecek bu konuşma, zaten mahcup muhalif konumda olan DEVA Partisi seçmeni ve seçmen adaylarına karşı bir argüman olarak ortaya kondu ve bol bol “gördünüz mü” cümleleri kullanıldı.
Dün, MHP’den kopan İYİ Parti’nin hedef kitleyi yükseltmek istediğinde birilerinin “bakın aslında bunlar faşisttir” dendiğini gördük. Bu yüzden DEVA’ya yöneltilen “bakın aslında bunlar İslamcıdır” söylemine de çok şaşırmamak gerek elbette… Ancak müzmin muhalifler, mahcup muhaliflere “siz eskiden beraber yürüdünüz” “bunlar şunlar olurken neredeydiniz” demekten vazgeçmedikçe ve gerektiğinde içinden “bana ne” veya “sana ne” demeyi öğrenemedikçe, farklı kitlelerin kuracağı muhtemel bağlar pamuk ipliğinden bile zayıf olacaktır.
Kağan Bahadır Küçükalcan