Tanzimat'tan günümüze dek Türk milleti ve aydını tarafından divan şiirinin "halk"tan kopuk olduğu iddia edilmiştir. Bu iddia, Tanzimat'tan Cumhuriyet'e dek genellikle içeriklere yönelik bir eleştiri iken, Cumhuriyet'ten itibaren daha çok dile yönelik olmuştur. İddianın bir açıdan haklılık payı olmakla beraber biraz yanlış mantık yürütüldüğünü biraz da insafsızca olduğunu düşünüyorum. Çünkü "halk" kavramının dünü bugünü çok değişkendir, bundan dolayı şunu sormamız gerekir: Halk kimdir?
Halk Kimdir?
İmparatorluklar çağında halk denilince akla gelen daha çok saray ahalisi veya "yüksek zümre"dir. Bunun dışındakiler genellikle tarımla uğraşan kesim olup imparatorun veya vasalının tebasıdır. Daha sonra bu bakış açısı değişmiş ve teba zamanla halk olarak, yüksek zümre ise eşraf, cemiyet, sosyete (society) adlarıyla anılmaya başlanır. 19 ve 20. yüzyıldaki divan edebiyatı, halk edebiyatı adlandırmaları bu bakış açısıyla ortaya çıkmıştır. Ancak bu anlayış artık geride kalmıştır.
Amerikalı halkbilimci Alan Dundes, 1980'de "Halk Kimdir?" (Who Are The Folk?) adıyla bir makale kaleme alır. Dundes, o güne dek gelen halk tanımlarındaki problemi irdeleyip sonrasında folklor araştırmalarında yeni usûl hâline gelecek bir tanım ortaya koyar. Buna göre halk, benzer duygu düşüncelere sahip ve teorik olarak en az iki kişiden oluşan zümredir, pratikte ise bir çekirdek aile veya öğrenci evi halk örneğidir. Bu hâliyle bir ülke içerisinde tek, bir bütün ve homojen halk yoktur; halk içerisinde çeşitli zümreler, gruplar, birimler vardır ve hepsi halktır, hepsi ayrı ayrı halkı oluşturur. Aynı işyerinde çalışan diyelim yirmi kişi o işyerinin halkıdır. Bu kişilerin işyerinde geliştirdikleri ve onların parçası olanların anlayabileceği bir jargon ve gelenek vardır. Aynı kişiler işten çıkıp eve gittiklerinde bu sefer ev halkının bir parçası olurlar.
Dundes'in halk tanımını en iyi anlayacak kişiler, okul arkadaşının evine gidip arkadaşının ailesiyle vakit geçirenler olacaktır. Ortaokulda arkadaşımın evine öğle yemeği yemeye gitmiştim, annesi bizi sofraya çağırdığında baktım masaya oturuyorlar; benim ailem o dönemde henüz yer sofrasında yemek yiyordu. Ardından sofrada yemek yerken sohbet başladı; benim ailemde ise özellikle annem yemek yenirken konuşulmasından hoşlanmaz, sohbetin sonra edilmesi gerektiğini söylerdi. Sohbet esnasında arkadaşımın aile fertlerinin bazı sözlerini anlamıyordum; bunların aile arasında süregelen bazı şakalar olduğunu söylediler. Dundes'in tanımını okuduğumda aklıma direkt bu ve benzeri anılarım geldi. Verdiğim örnekte farklı ırklardan, mezheplerden, ülkelerden insanlar değil aksine bir ilçenin iki köyünden aynı dil, din, mezhep ve sosyal statüye sahip iki aile var ama doğal olarak onların arasında dahi farklar var. Aynı çevreden iki ailenin de kendine has zevkleri, beğenileri, bakış açıları, zihniyetleri var.
Divan Şiiri Eğitimli Halka Hitap Ediyordu
Halk şiiri, döneminin pop müziğidir. Doğrudan bir müzik âletiyle sözlü icra edilir, müzik çoğu zaman sözün önüne geçer, tavır öne çıkar bu yüzden anlamak için çok geniş bir ardalana (background) ihtiyaç yoktur, ondan beklenen neşelendirmesi, eğlendirmesi veya hüzünlendirmesidir. Bundan dolayı daha geniş kitlelere hitap eder. Divan şiiri ise okuyup yazmak için din, tarih, mitoloji gibi konularda belli bir eğitimden geçmeyi gerektirir.
Mest olup uyurken öpmüş la‘l-i cânânı rakîb
Ehremenler hâtemi almış Süleyman bîhaber
Divan şiirinin en sade diline sahip isimlerinden Bâkî'nin yukarıdaki beyitinde geçen kelimelerden halk şiirinde kullanılmayan sanırım yoktur, belki Ehremen geçmiyor olabilir. Ancak bu beyiti anlamak için sadece kelimelerin anlamını bilmek yeterli değil. Süleyman Peygamber'in hayatı (tılsımlı yüzüğünün cinler tarafından çalınması), Fars mitolojisi ve sevgilinin güzellik unsurlarının bilinmesi gerekiyor. Nitekim divan şiiri, zamanın eğitimli kitlesi tarafından talep gören tarzdaydı; yani Dundes'in bakış açısıyla ifade edecek olursak "eğitimli halk"ın geleneğiydi. Halktan uzak değildi, onu isteyen, icra eden bir halka hitap ediyordu.
Divan şiiri bir formdur, belli kalıplar, kaideler dâhilinde yazılır ve bunların dışına çıkılmaz; buna bağlı olarak klasik sanat şubelerinden biridir. Nasıl ki 17. yüzyıl Fransa'sında Rasin'in yazdığı katı kurallı tragedyalar toplumun geneline hitap etmeyip eğitimli kesim tarafından talep görüyorsa Fuzûlî'nin mesnevîleri de bu ayardadır. Esas mesele şudur, Fransızlar Rasin'i, İngilizler Şekspir'i bugüne taşıyabilmişken Türkler neden Fuzûlî''yi tanımamaktadır? Hâlbuki Rasin, Fransa'da yüksek zümreye hitap ederken aynı zamanda Fransız ozanlar köy ve kasabalarda balladlar okuyorlardı ve daha geniş kitleden talep görüyorlardı.
Operaya Gitmek Halk Düşmanlığı Mıdır?
Bugün bir insan operaya gittiğinde ona "Neden ortaoyunu izlemiyorsun?" demek ne kadar doğrudur? Ortaoyunu onun zevklerine hitap etmiyordur, bu kadar basit. Bunu yadırgamak, buna düşmanlık beslemek sağlıklıklı bir kafanın ürünü değildir.
Bunu genişletebiliriz. Pikasso'ya sövüp "Niye karakalem portre çizmiyorsun?" demek ne kadar makul? Yahut Bob Roz gibi manzara resimleri çizip TRT'de gösterilip "halk"a hitap edebilirdi değil mi? Fazıl Say piyano çalmasın mesela Neşet Ertaş gibi divan sazı çalsın. Sonuçta "halk" Neşet Ertaş'ı daha çok dinliyor. Yahut bütün söz yazarları, Demet Akalın gibi "atarlı" şarkılar yazsın, en çok dinlenme sayıları ona ait.
Eğer sanatın, edebiyatın değeri talep eden sayısına göre tayin edilecekse Şahan Gökbakar'ın Recep İvedik filmi, Nuri Bilge Ceylan'ın filmlerinden kat kat daha fazla seyrediliyor, pekâlâ bu seyirci sayısı iyi, doğru, güzel olanın Recep İvedik olduğunu mu gösteriyor? Hayır. Buradaki örneğim yanlış anlaşılmasın, gayet eğitimli insanlar da Recep İvedik izleyip "sadece" gülmek isteyebilir, tıpkı en ağır dile sahip divan şairlerinden Şeyh Galip'in türkü yazması gibi yahut Sultan 3. Murat'ın şehzadelerinin sünnet düğününde Karacaoğlan'ın çalması gibi. O hâlde neden divan şiirine herkese hitap etmiyor diye düşmanlık ediliyor ve şairleri halka düşmanmış gibi bir hava estiriliyor?
Sanatın herkese hitap etmesi gibi bir kıstas olamaz, zaten "herkese" hitap etmek mümkün değildir. Bu çok garip ve asla anlam veremediğim bir fikir. Halkçılık edeyim derken aslında bireye, toplum içerisindeki zümrelere ve nihayet halka düşmanlıktan başka bir şey değildir. Esas halk düşmanlığı budur.
Divan Şiiri Zannedilenden Daha Geniş Kitlelere Yayılmıştır
Alman halkbilimci N. Nauman'ın "Dibe Çökmüş Kültür Varlığı Teorisi"ne göre "seçkin kültür" zaman içerisinde geniş kitlelere yayılır, bu yayılım esnasında formunu kaybedip dejenere olur. Ben okumalarım üzerinden baktığımda divan şiiri ile geniş kitleler arasında bu teoriye uygun bir münasebet görüyorum. Bu bakımdan divan şiirinin çok kısıtlı, bir avuç insandan ibaret bir zümreye hitap ettiği iddiası da doğru değildir. Âşık Ömer, Gevherî gibi pek çok saz şairi aruzlu şiirler yazmışlardır, Nedim'in "şarkı"ları günümüzde formunu kaybetmiş şekilde neredeyse bütün halka yayılmış hâlde devam eder, Urfalı zanaatkâr Kazancı Bedih Urfa'da kurduğu meclislerde Fuzûlî'den gazeller okuyup geleneği 21. yüzyıla taşımıştır, ozan Pir Sultan Abdal şiirlerinde divan şiirine has pek çok unsur kullanır, bu unsurlar Pir Sultan şiirlerini okuyan günümüzdeki ardılları tarafından çoğu zaman anlamı bilinmeden söylenmektedir. Esasen divan şiiri formlarını kullanan Yunus Emre, saz şairi kadar halka mâl olmuştur. Örnekler çoğaltılabilir.
Sonuç olarak divan şiiri halka hitap etmiyor demek, halkbilim alanının temel hareket tarzına göre dahi uygun değildir. Hitap etmesi gereken halka hitap etmiştir; sanatta herkese hitap etmek gibi bir kıstas olamaz. Aksini iddia etmek herkes aynı tür kitap okusun, aynı tarz müzik dinlesin, aynı tip kıyafetleri giysin demek kadar sakil, saçma ve gereksizdir. Divan şiiri Türk edebiyatının en önemli dönemlerinden, renklerinden birini oluşturmuştur ve zaman içerisinde geniş kitlelere yayılmıştır, halk şiirini gayet derinden etkilemiştir ve gelişimine katkı sunmuştur. Bu tarz ayrımlar akademik açıdan konu daraltmak için kullanışlı olsa da "halk" açısından yapaydır.