Osmanlı'nın Türkçeyi bozduğu, dili Arapça ve Farsça kelimelere boğup Türkçeyi bir kenara attığı iddiaları çok eski olmasına rağmen güncel kalmayı başarabilen tartışma konularından biri. Bahsi geçen iddiada doğruluk payı olmakla beraber biraz insafsızca. Yazıda bunun sebebini açıklayıp Osmanlı'nın emsallerine göre Türkçeye en büyük hizmeti ettiğinden bahsedeceğim.
Oğuzların Yazı Dili Yoktu
Türkçe tarih sahnesine gelişmiş bir şekilde 8. yüzyılın başında çıkar. Bundan önce küçük kelime veya cümle örnekleri gösteren dil daha çok sözlü ortamda yaşar. Türklerin Doğu kolunu meydana getiren Göktürk, Uygur ve Karahanlılar bir yazı dili geliştirebilmişler ve bununla Orhun Yazıtları, Altun Yaruk, Kutadgu Bilig gibi mütekamil eserler verebilmişler. Batı'da kalan Oğuzlar ise 13. yüzyıla kadar kendilerine ait bir yazı dili meydana getir(e)memişler.
Oğuzların tarih sahnesine çıktıkları ilk devlet, Oğuz Yabguluğu'ndan bugüne Türkçe kayıt kalmamış. Onlardan sonra gelen ve 10.-11. yüzyılda dünyanın önemli devletlerinden biri olan Selçuklular ise yazı dilinde Farsça ve Arapçayı kullanırlar. Bu durum elbette Selçuklular'ın kendi dillerine düşman olmasından kaynaklanmaz. Köklü yazılı geleneğe sahip İran coğrafyasına yerleştiklerinde henüz bir yazı dilleri olmaması, onları bu mecburiyete itmiş olmalı. Büyük Selçuklu'nun vasalı Türkiye Selçukluları da aynı geleneği devam ettirirler ve yazışmalarda Farsça kullanırlar. Bundan dolayı 13. yüzyıla gelene dek Oğuz Türkçesinden örnekler göremiyoruz.
Başta acayip bir durum gibi gelen bu mevzuyu güncel bir örnekle somutlaştırayım. Bugün Afganistan'ın Mezar-ı Şerif gibi Türkmenistan ile sınır bölgelerinde Afganistan vatandaşı Türkmenler yaşarlar. Belki de ta Büyük Selçuklular zamanında beri o bölgede olan bu topluluk Türkçe konuşmakla beraber yazarken Farsça veya diyalekti Peştucayı kullanılırlar. Afganistan Türkmeni biriyle tanışmıştım. Türkiye'de yeni aldığı telefonun dili Türkçeydi ama o benimle doğrudan Türkçe konuşarak telefonunun dilini değiştirmemi rica etti, dili Farsçaya çevirdim ancak o zaman kullanabildi. Çünkü kendi dilinin yazılı pratiğini hiç görmemiş.
İlk Tepki: Karamanoğlu Mehmet Bey'in Fermanı
Türkiye Selçukluları'nda Farsçanın hâkim dil olması bir dönem orada vezirlik makamına gelen Karamanoğlu Mehmet Bey tarafından tepkiyle karşılanır ve bundan sonra çarşıda, pazarda, devlet dairelerinde, oyun meydanlarında Türkçeden başka dil konuşulmamasıyla ilgili bir ferman yayımlar. Ferman, bugün elimizde olmadığı için varlığı yokluğu veya Mehmet Bey'e aidiyeti tartışılmakla beraber Mehmet Bey'in o tarihten kısa süre sonra Moğollar tarafından öldürülmesi sebebiyle olsa gerek Mevlânâ ve oğlu Sultan Velet'in bir iki şiiri dışında Selçuklu muhitinde elle tutulur bir tesir uyandırmaz. Zira Mehmet Bey'in mirasçısı Karamanoğulları Beyliği'nin resmî dili de Selçuklu'dan kalma geleneğin tesiriyle Farsçaydı. Yine de 13. yüzyılda Farsçaya karşı tepki gelmesi mühimdir, bir şeylerin habercisidir.
Zenginleşen Uç Beylikleri ve Önem Kazanan Türkçe
Alaeddin Keykubat'ın ölümüyle İlhanlılar karşısında peyderpey zayıflayan Türkiye Selçukluları 13. yüzyılın ikinci yarısında kendisine bağlı boy beyleri üzerindeki tesirini yitirir. Bu esnada Ege, Marmara ve Karadeniz bölgelerindeki beyliklerin kimi denizcilikle kimi tarımla kimi ticaretle kimi fetihlerle zenginleşir. Bilhassa Kütahya Eskişehir civarında mukim Germiyanoğulları, o tarihlerde mühim bir madde olan şap ihracatı sayesinde büyük zenginliğe kavuşurlar. Sanatçılar için patronaj usulünün hayatî olduğu bu dönemlerde Anadolu'da bulunan eli kalem tutan birçok şahıs Germiyanoğulları'nın himayesine girer, birçok şair bu beyliğin sayesinde neşv ü nemâ bulur. Ancak burada farklı bir ruh vardır. Büyük Selçuklu'dan Anadolu'ya miras olarak gelen yazı dilinde Farsça kullanma geleneği artık İran'dan uzak Batı Anadolu muhitinde tesirini yitirir. Bu noktada meşhur Farsça eserler, Germiyanoğlu beylerinin dil bilen, eli kalem tutan kişileri teşvik etmesiyle Türkçeye tercüme edilir. İlk tercümeler başarısızdır, Kâbusnâme'nin Germiyanoğulları dönemindeki tercümesinin II. Murat tarafından anlaşılmaz bulunup Mercimek Ahmet'e takrar tercüme ettirilmesinden anlaşılabilir. Yine de bu atılım Anadolu'da Türkçenin yok olmaması adına Türk dili tarihinin en önemli vakıalarından biridir. Kısa süre sonra tercümelerin yerini özgün metinler almaya başlar ancak bunlar genelde Farsça taklididir. Yine Germiyan coğrafyasından çıkan bir isim olan Yunus Emre, Türkçeyle özgün eserler yazılabileceğini kesin olarak ispatlar.
Osmanlı'nın Büyümesi ve Türkçenin Devlet Dili Oluşu
Şap ticaretiyle zenginleşen Germiyanoğulları'nın hemen yanıbaşındaki Osmanlılar da gazâ siyaseti neticesinde elde ettikleri toprak ve ganimetler üzerinden zenginleşirler. Beylik günden güne Selçuklu'da kendine yer bulamayan abdallar gibi kesimlerin cazibe merkezi hâline gelir. Nihayetinde büyüyen devletin kurumsallaşması yani yazıyı kullanması, kayıt tutması gerekir.
Osmanlı'nın henüz Osman Bey'in gençliğindeki ortamı anlamak için Âşıkpaşazâde'deki bir kayıt dikkat çekici. Kumral Abdal adlı bir derviş, Şeyh Edebali'nin Osman Bey'in rüyasını tabir etmesiyle Osman Bey'den müjdelik ister. Osman Bey, Kumral Abdal'a belli bir bölgeyi vakfeder, bunun üzerine Kumral Abdal, senet ister. Osman Bey buna tepki göstererek "yazma bilmediğini" söyler ve senet yerine kılıcını verir. Bu anekdot menkıbevî mahiyette olduğundan tarihî gerçekliği tartışmaya açıktır ancak devrin ruhunu tam manasıyla göstermektedir. İlk Osmanlıların okuma yazma bilmeyen savaşçı tipler olması Türkçenin kaderini değiştirmiş ve bu topraklarda Farsçaya karşı zafer kazanmasını sağlamıştır. Hâl-i hazırda Farsça bilmeyen, Fars tesirinden uzak ve savaşçı olması dolayısıyla hızlı haberleşmesi gereken Osmanlılar, resmî kayıtlarda ve edebî ortamda Türkçeyi tercih etmişler ve bu sayede 20. yüzyıla kadar en çok Türkçe verime sahip Türk devleti olmuşlar. Bu bakımdan özellikle Sultan II. Murat devri dönüm noktası olur. Sultan, Türkçenin devlette tamaman hâkim olması bizzat uğraşır, Farsça yazan birçok isme para vererek Türkçe yazmaya teşvik eder.
Osmanlılar'ın buradaki tercihinin önemini anlatmak için Anadolu ve civarındaki diğer Türk devletlerine bakmak isabetli olacaktır. Bir Türkmen devleti olan Akkoyunlular, devlet dilinde Farsçayı kullanırlar; resmî tarihleri denilebilecek Kitab-ı Diyarbekriyye Farsçadır. Türkçe şiir yazmasıyla ünlü Şah İsmail'in devleti Safevîler'in de resmî dili Farsçadır. Kırşehirli Âşık Paşa bu durumu şöyle ifade eder:
Türk diline kimsene bakmaz ıdı
Türklere hergiz gönül akmaz ıdı
Türk dahi bilmez idi ol dilleri
İnce yoli ol ulu menzilleri
Durum Avrupa'yla mukayese edildiğinde de oldukça ilginç. Osmanlılar ve en büyük rakibi Habsburglar arasında birçok anlaşma imzalanır; İsmail Hakkı Uzunçarşılı'nın aktardığına göre anlaşmaların Osmanlı'da kalan nüshası Türkçe, Habsburglar'da kalan nüshası Latincedir. Halbuki Habsburglar Alman'dır, Almanca konuşurlar ama tıpkı Büyük Selçuklular'ın Türkçe konuşup resmiyette Farsça yazmaları gibi Almanca konuşup resmî evrakı Latince tutarlar.
Hâl böyleyken evet, Osmanlı'yı dile aşırı yabancı kelime soktuğu için veya Arapça ve Farsça gramer uygulamalarıyla Türkçeye zarar verdiği için eleştirelim ancak şunu da bilelim ki hem Batı'da Türkçeyi devlet ve edebiyat dili hâline getirmesi hem de 20. yüzyıla dek Türkçeyle en çok eser verilen devlet olması sebebiyle Türkçe adına Osmanlı'ya minnet borçluyuz.
Kaynaklar
Ahmet B. Ercilasun; Türk Dili Tarihi.
Nihat Azamat; 2. Murad Devri Kültür Hayatı.
Enfel Doğan; Eski Anadolu Türkçesi Döneminde Kabusnâme Çevirileri Üzerine.
Faruk Sümer; Oğuzlar.
İsmail Hakkı Uzunçarşılı; Osmanlı Tarihi, 3. cilt, 1. kısım.