Devlet, binlerce yıllık bir insanlık tecrübesi olarak en temelde vergi alır, karşılığında emniyeti ve adaleti tesis eder. Sağlık, eğitim ve sair hizmetler tali unsurlardır. Bundan kırk bin yıl önceki devlet de bin yıl önceki devlet de güncel devlet de kapitalist devlet de sosyalist devlet de federe devlet de ulus devlet de aynı şeyi vadeder: Emniyet ve adalet. Diğer meseleler devletin meşrebince değişiklik gösterebilir.
Biz devlete silah alabileceğimiz, belki de koruma tutabileceğimiz parayı vergi olarak veririz, o para beytülmal (devlet hazinesi) olur. Silahımızdan ve şahsi korumamızdan vazgeçerek bunların bize sağlayabileceği emniyeti ve adaleti, devletten bekleriz. Bu olgu iki kutsalı ortaya çıkarır: Vatandaş ve beytülmal.
Böylece devlet ile toplum arasındaki sözleşme (anayasa) meydana çıkar: Vatandaş şiddet kullanma inisiyatifini ve hakkını devlete devreder ve bu olguya “devletin şiddet kullanma tekeli” denir. İşbu noktada ilk kutsal olan sıradan vatandaş, mümkün olduğunca silaha davranmadan can güvenliği, huzur ve kanun dahilinde hürriyet talep eder.
Pekâlâ biz şimdi Türk vatandaşları olarak kendimizi emniyette hissediyor muyuz?
Hayır.
Hukuka güveniyor muyuz?
Hayır.
Bugün geldiğimiz noktada devlet, vatandaşına gereken emniyet ve adaleti sağlayamıyor. İstatistikler ne söylerse söylesin, vatandaş bunun endişesini yaşıyorsa sözleşmenin bir ayağı kopuyor.
Meclis neden var, milletvekilleri neden var? Vatandaşın emniyet ve adalet temini karşılığında verdiği vergileri, yani beytülmali doğru kullanmak için. Parti fark etmeden herhangi bir vekilin konuşmalarına, yazılarına bakın kesinlikle af istediğini görüyorsunuz. Bütün vekiller hapishanelerin dolduğunu söylüyorlar ve af talep ediyorlar. Vekiller, vatandaşın kendisini, anasını, babasını, kardeşini, çocuğunu öldüren, gasp eden, vatandaşa tecavüz eden birini affetme yetkisini kendilerinde görebiliyorlar ki esasta kimsenin böyle bir yetkisi yok, olmamalı da. Eğer buna sebep hapishanelerin dolu olmasıysa o zaman vatandaştan alınan vergilerle yeni hapishaneler yapılmasını sağlayacaksınız. Sizin vekil olarak vazifeniz, size emanet edilen beytülmal ile silahını size devretmiş temiz vatandaşı korumak, sözleşmeyi ihlal edenleri değil! Pekiyi siz bu vazifeyi doğru dürüst yerine getirmeyince beytülmale halel geliyor mu? Maalesef evet. Böylece ikinci kutsal da ortadan kalmış oluyor.
Bu durumda ortaya çeteler, mafyalar, korkusuz psikopatlar çıkıyor ve devlet ile şiddet kullanma hakkını devlete devretmiş temiz vatandaş arasındaki sözleşme bozuluyor. Hülasa bu yolun sonu düzenin bozulmasına ve “failed state” olmaya gidiyor çünkü devlet iki asli vazifesini yerine getirmiyor, iki kutsalını da örseliyor.
Bütün bunlar olurken ne kutsal görülüyor? Devlet. Her ne kadar o dönemdeki siyasi çizgisinden çok uzak olsam da Hasan Mezarcı’nın ruh sağlığı daha yerindeyken dile getirdiği sloganvari bir vecize vardı: “Kutsal devlet istemiyoruz!” Bu çok doğru bir ifadedir çünkü devlet kutsal oldu mu, devlet kurumlarını işgal eden kişi ve kadrolar da kutsal oluyor; emniyet ve adalet onlar için işliyor, beytülmal onların huzuru, refahı için har vurulup harman savruluyor. Çünkü vali = devlet, kaymakam = devlet, bilmem ne daire başkanı = devlet olarak görülüyor. Halbuki bunlar da vatandaş ama hasbelkader bir makama gelebildikleri için kendilerini sözleşmeden üstün bir ayrıcalıklı mertebede görüyorlar. Bu esnada esas olan vatandaş mağdur oluyor, devlet ile akdi ortadan kalkıyor.
Sonuç olarak biz vergisini veren ve silahını devlete teslim etmiş temiz vatandaşlar, temiz Türkler olarak, kutsal devlet değil, kutsal vatandaş ve kutsal beytülmal istiyoruz. Siz siyasetçiler olarak bunu sağlamakla mükellefsiniz, sağlayamıyorsanız o zaman devleti yönetmeye veya yönetime talip olmaya hakkınız yok. Böyle biline!
Göksel Bey, çok önemli bir konu hakkındaki kıymetli yazınız için çok teşekkür ederim. Dilerim yazınız dikkat çeker ve okunur, insanlara ulaştırmak istediğiniz temel mesaj doğru anlaşılır. Birkaç geri besleme yapmak isterim: Devlet, bir tüzel kişiliktir, toplumsal düzenin kurumsallaşmış, tecessüm etmiş halidir. Günümüz Türkçesi'nde tüzel kişinin tersi gerçek kişidir, yani canlı, kanlı insan. Osmanlı Türkçesi'nde tüzel kişilik için kullanılan ifade hükmi şahsiyyet idi, yani fiilen olmayan ve bizim hükmetmemiz ile, var saymamızla var olmuş şahıs. Yani burada hükmeden ve onu var kılan kimdir? Biz akıl sahibi insanlar. Demek ki devlet kendi kendine var olabilen bir şey değildir, insan yoksa, vatandaş yoksa devlet ontolojik olarak da var olamaz, yani Kadir-i Muhtar olan Tanrı gibi Vacibü'l-vücud, tabiri diğerle varlığı zorunlu, kendi kendine var olabilen değildir. Saye, Farsça'da gölge demek. Bir yerde çok fazla "sayesinde, yüzünden" varsa orada sorumluluk duygusu zayıftır. Fert olmak...
Katkınız için çok teşekkür ederim.