Üzerinden doksan dört yıl geçmesine rağmen Harf İnkılâbı bugün hâlâ Türk entelektüelinin ve geniş halk kitlelerinin bilinçli veya çoğu zaman bilinçsizce diline doladığı bir meseledir. Bence artık geri dönüşü olmayan bir mevzunun temçit pilavı gibi ısıtılıp ısıtılıp getirilmesi Türkiye’nin muhakeme ve tartışma ortamının enerjisini emmekten başka işe yaramaz ancak zaten birçok meselemiz böyle değil mi? Tartışmalar genellikle ortaokul münazarası gibi bildiğinden şaşmamak üzerine kurulu ve bu yüzden faydasız şekilde ilerliyor. Yine de çoğu kişinin bahsetmezse dövülecekmiş gibi yaklaştığı bu konuya dair ortada dolanan eleştirel iddialara, okuyucuyu teknik ifadelere boğmadan uzmanı olarak birkaç cevap vermek istedim.
Türkçenin standart (ölçünlü) yazı diline ilk rastlanılan Orhun Yazıtları’ndan bu yana Türkçede Göktürk, Uygur, Arap, Latin, Kiril ve kısmen Grek ve Ermeni alfabeleri kullanılmıştır. Türkler tıpkı din, coğrafya ve hanedan değiştirdikleri gibi alfabelerini değiştirmekten de çekinmemişler ve bunu çok problem etmemişler. O gün için hangi medeniyet dairesine yakınlarsa, hangi alfabe pratiklik bakımından işlerine geliyorsa o alfabeyi tercih etmişler. Karahanlılar döneminde (840-1212) İslâmiyet, Türkler arasında büyük ölçüde yayıldığında o gün için standart yazı dilinde yaygın kullanılan Uygur alfabesinin yerini din ve medeniyet dairesi değişikliğinin tesiriyle Arap alfabesi almıştır. Nitekim Karahanlılardan kalan en önemli eserlerden Kutadgu Bilig’in (1070) elde bulunan üç nüshasının birinin Uygur alfabesi, diğer ikisinin Arap alfabesiyle kaleme alınmış olması, bu geçiş sürecinin en bariz göstergelerinden biridir. Neticede Türklerin kahir ekseriyetinin Arap ve Farsların ardından girdiği İslâm medeniyeti dairesinde Türk yazı dilinde 11. yüzyıldan 20. yüzyılın ilk çeyreğine dek istisnalar hariç Arap alfabesi kullanılmıştır.
Türkçenin Devlet Dili Oluşu
Karahanlıların alfabe değişimi yaşadığı bu dönemde, Türklerin Batı kolunu oluşturan Oğuzlar, İran ve Anadolu’ya geldiklerinde henüz standart bir yazı dilleri olmayıp devlet işlerinde ve "yazılı" edebiyatta Farsçayı tercih etmişler. Bu tercih 13. yüzyılda değişmiş ve Oğuz Türkçesi, öncelikle Germiyanoğulları sonrasında da onları takip eden Osmanoğulları tarafından Arap harfleriyle yazı dili hâline getirilmiştir. Bugün buna "Eski Oğuz/Anadolu Türkçesi" denilmektedir ve Fatih Sultan Mehmet döneminden itibaren imparatorluk yapısı içinde gelişip kendilerinin Türkçe fakat bugün bizim Osmanlıca/Osmanlı Türkçesi dediğimiz standart yazı dili oluşmuştur.
Latin Alfabesi Kullanma Tartışmaları 19. Yüzyılda Başladı
Türkçede Arap alfabesi ve Latin alfabesi kullanma tartışmaları Osmanlı’nın fiilen ve resmen Batılılaşma sürecine girdiği 19. yüzyılda başlamıştır. Klasik Osmanlı ordusu yerine Batılı tarzda eğitim alan subayların kumanda ettiği orduya geçilmiştir. Mehterân kaldırılıp yerine İtalyan Donizetti’nin öncülüğünde oluşturulan Mızıka-i Humayun’a geçilmiştir. Gazel ve kaside yerini sone, terza rima ve serbest nazıma; mesnevî ise yerini romana bırakmıştır. Bu ortamda din değiştirme dâhil "Batılı olmak"la ilgili bütün öneri ve görüşler dile getirilmiştir. Nitekim Tanzimat’ın öncü şairlerinden Ziya Paşa, Terkib-i Bend’inde:
İslâm imiş devlete pâ-bend-i terakkî
Evvel yok idi işbu rivâyet yeni çıktı
diyerek, Osmanlı’nın gelişmesinin önündeki engelin İslâmiyet olup gelişmek için Batılılar gibi Hristiyan olmak gerektiğini dile getiren görüşlere cevap vermiştir. Arap alfabesinden Latin alfabesine geçiş de işbu Batı medeniyeti dairesine geçiş sürecindeki tartışmaların bir neticesidir. Bu noktada şunu söylemek gerekir ki piyasada Sultan 2. Abdülhamit’in olduğu söylenen ve içeriğinde Abdülhamit’in Latin alfabesine geçişi savunduğu hatırat Süleyman Nazif tarafından uydurulmuş sahte bir metindir.
Gökalp'in Teorisi, Kemal Atatürk'ün İradesi
Türk Modernleşmesi’nde Yeniçeri Ocağı'nın ilgası gibi saltanat ve hilafetin ilgası da önemli bir mihenk taşıdır. Bunlar, Batılılaşma tartışmaları içerisinde öne sürülen fikirlerin bağlayıcılığını ortadan kaldıran iki hareket olmuştur. Bu noktada öteden beri dile getirilen birçok fikir uygulamaya konulmuştur. Ziya Gökalp’ın dizelerine yansıyan,
Bir ülke ki camiinde Türkçe ezan okunur,
Köylü anlar manasını namazdaki duânın.
Bir ülke ki mektebinde Türkçe Kur’an okunur,
Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Hüdâ’nın.
Ey Türkoğlu, işte senin orasıdır vatanın!
gibi teoriler, Cumhuriyet’in reformcu hareket tarzı ve Mustafa Kemal Atatürk’ün iradesiyle vücut bulmuştur. Nitekim Arap alfabesinden Latin alfabesine geçiş konusunda İsmet İnönü dâhil Atatürk’ün en yakın isimleri dahi böyle bir değişikliği uygulamanın mümkün olmadığını söylemişler ancak Atatürk bu hususta son derece ısrarcı olup 1 Kasım 1928’de bu büyük değişikliğe gidebilmiş ve Türk Modernleşmesi’nin atılımlarına en önemli halkalardan birini eklemiştir. Bu noktada kaçırılmaması gereken husus, Türk Modernleşmesi’nin Batıcı fikirlerinin ve yukarıda Ziya Gökalp’tan alıntıladığımız Türkçü fikirlerin sadece Türkiye sahasında olmayıp önce Rus Çarlığı daha sonra SSCB idaresinde yaşayan Türk halklarında da görüldüğüdür.
Atatürk Birden Bire "Atın Bu Arap Harflerini" Demedi
Türkiye’den Fuad Köprülü’nün katıldığı 26 Şubat 1926 Bakü Türkiyat (Türkoloji) Kongresi’ne Türk dünyasının dört bir yanından önde gelen âlimler katılmış ve hararetli tartışmalar sonucunda Türk dünyasının Arap alfabesinden Latin alfabesi temelli yeni bir ortak Türk alfabesine geçmesi kararlaştırılmıştır. 1928’de Türkiye Cumhuriyeti’nin "Yeni Türk Alfabesi" olarak belirlediği ve bugün Harf İnkılâbı şeklinde anılan değişiklikte bu kongrenin tesiri büyüktür. Yani Mustafa Kemal Atatürk "bir gece" birden bire "Atın bu Arap harflerini" dememiştir. Ek olarak SSCB, birkaç yıl sonra Stalin idaresinde Türk halklarını bu girişimden cebren vazgeçirmiş ve alfabe değişikliği fikrinin öncüsü Tatar âlimi Bekir Sıtkı Çobanzâde bu ve benzeri Pantürkist görüşlerinden ötürü karşı devrimci ilan edilip 13 Ekim 1937’de kurşuna dizilerek idam edilmiştir.
Harf İnkılâbı’yla ilgili tartışmalarda geçen bazı fikirleri değerlendirmek gerekirse, ilk olarak şunu söylemek gerekir ki inkılâp öncesi kullanılan alfabe, doğrudan birebir Arap alfabesi değildir, Fars alfabesi örnek alınmıştır çünkü Arap alfabesinde olmayan "çim, pe, je" harfleri bulunmaktadır; yine "kef" harfi Arap ve Fars alfabesinde olmayan şekilde "nazal n" adıyla bilinen sesi de karşılamaktadır. Bundan dolayı en doğrusu buna "Eski Türk Alfabesi" denilmesidir. Aynı şekilde bugün kullanılan alfabe, doğrudan Latin alfabesi olmayıp "ç, ğ, ö, ü" gibi Türkçeye özgü harfler barındırdığı ve Latin alfabesinde bulunan "q, w, x" gibi harfleri içermediği için doğrusu "Yeni Türk Alfabesi" denilmesidir.
Harf İnkilâbı konusunda en çok eleştirinin geldiği kanat elbette filologlar değil, çoğu filolojiden bihaber siyasal İslâmcı kitlelerdir. En önemli(!) iddiaları ise "Bir gecede cahil kaldık!" ifadeleridir. Bu elbette retoriktir, slogandan ibarettir ancak biraz açmak gerekirse, o gün eli kalem tutan Necip Fazıl gibi isimler Osmanlı’nın modern okullarından mezun olmuş, iyi Fransızca ve bazen İngilizce veya Almanca bilen, dolayısıyla Latin alfabesini gayet iyi tanıyan isimlerdir. Âlim iken cahil kaldığını iddia eden ise genellikle sadece eski harfli Türkçe bilen imamlar gibi dindar kesim içinde şanslı bir azınlıktır. Yakın zamanda kıymetli hocam Prof. Dr. Baki Asiltürk’ün dediği gibi, "Bir insan veya toplumun bir gecede cahil kalması için ‘bir gecede cahil kalacak derecede’ cahil olması lazım." Hâl böyleyken Osmanlı toplumunun ve âlimlerinin çok şey bilip çok okuyup bir anda bilgisizleştiklerini düşünmek çocukçadır. Çünkü 18. asrın ortalarından 1928’e kadar Osmanlı ulemasının özellikle pozitif bilimler sahasında katkısı sıfırdır. 1928’de eski harflerle yazılı olup okuyamadığınızda sizi o günün dünyasının bilimsel gelişmelerinden geri bırakacak özgün tek bir kitap yoktur. Öte yandan inkılâpla birlikte insanlar kör olmamış, okuyan yine evindeki kitapları okumaya devam etmiştir.
"Dedelerimizin Mezar Taşını Okuyamıyoruz!"
Yine aynı kesimin "Dedelerimizin mezar taşını okuyamıyoruz!" iddiası meşhurdur ancak bu da slogandan ibaret bir söylemdir. Bugün Osmanlı Türkçesi bilen birçok kişi İstanbul’un muhtelif yerlerinde Osmanlı’dan kalan mezar taşlarını okuyamaz çünkü gerçekten iyi okumak için mezar taşı yazısının uzmanı olmak gerekir. İkincisi ise kendi köyüm dâhil, Türkiye’nin birçok bölgesindeki köylerde mezarlıklar gördüm, Osmanlı döneminden kaldığı söylenen mezarların neredeyse tamamı yazısız şekilsiz taşlardan ibaretti. Bugün babaannem, kendisi çok küçük yaştayken ölen annesinin mezar yerini bilmemektedir. Çünkü kadın 40’larda öldüğünde dahi köyünde mezartaşına yazı yazmak geleneği yoktur.
Mezartaşları Cumhuriyet'le Yazıya Kavuştu
Bunun sebebi elbette Osmanlı döneminde geniş halk kitlelerinde, bilhassa taşrada okuma yazma oranının çok düşük olmasıdır; bir diğer sebebi de bu işlerin para gerektirmesidir. Nitekim Cumhuriyet’in ilerleyen yıllarında okuma yazma faaliyeti köylere kadar uzanınca mezartaşları yazısına kavuşmuştur. Bundan dolayı dedesi reaya olan insanların "mezartaşı yazısı okuyamıyoruz" diye üzülmesine çok da lüzum yoktur.
"İslâm Alfabesi" Kavramının Filolojide Yeri Yoktur
Siyasal İslâmcı kesimin bir diğer iddiası Arap alfabesinin kutsal olduğudur. Bundan dolayı "İslâm alfabesi/yazısı" ifadesini kullananları çoktur. Açıkçası bunun filolojide yeri yoktur, herhangi bir alfabe kutsal değildir. Dinde de harflere kutsallık atfeden benim bildiğim Fazlullah Hurufî vardır ancak fikirleri devrin uleması tarafından küfür kabul edildiği için 14. yüzyılın sonunda Semerkant’ta boynu vurularak idam edilmiştir. Yine de bu konudaki kararı ehli verir ancak bu alfabede bir keramet aramak akıl noksanlığına delildir. Arap alfabesini kullanan ülkeler ortadadır, herhangi birinin dünya siyasetinde mühim bir yer işgal ettiği söylenemez, aksine hepsi birilerinin gölgesine sığınmış vaziyettedir. Türkler arasında ise Doğu Türkistan’ın Yeni Uygurcasında Arap alfabesi kullanılmaktadır. Arap alfabesine ilk geçen Karahanlıların torunları olmalarına rağmen alfabe onları Çin esaretinden kurtarmaya yeterli olmamıştır. Sonra bu harfler ortaya İslâmiyet’le beraber çıkmamıştır, ondan önce putperest alfabesidir. Yine İslâm’dan çok önceleri var olup günümüzde yaşayagelen Hristiyan Arapların da alfabesidir.
Bu Yola Bizzat Halifeler Girdi
Aynı kesim Harf İnkılâbı’nın sebebini İslâm dünyası ile Türkiye’nin bağlarını koparmak olarak öne sürmektedir. Yegane sebep olmamakla birlikte, doğrudur, sebeplerden biri budur. Ancak bu durum zaten Osmanlı’nın 1826’da fiilen, 1839’da ise resmen adım attığı Batılılaşma sürecinin bir sonucudur. Ülke ve toplum, bütün gayretiyle Batı medeniyeti dairesine girmeye çalışmaktayken ve bu günümüzde hâlâ devam ediyorken Batı kökenli bir alfabeyi almak kaftanı atıp ceket giymek gibi son derece normaldir. Bizzat halifeler tarafından girilen bu yolda sadece Atatürk’ü eleştirmek cehalet değilse ikiyüzlülüktür.
Konu Batı medeniyeti dairesine girmeye gelmişken, çeşitli kesimler tarafından dile getirilen ve yukarıdakilere göre kısmen daha ciddî olan "Neden millî alfabemiz Göktürk alfabesine geçilmedi?" eleştirisini de cevaplamak gerekir. Öncelikle 19. yüzyılın sonunda çözülen Göktürk alfabesi, 1920’lerde yeni yeni bilinen bir alfabeydi ve bugün ö-ü gibi sesli harflerin yazımı hâlâ muallakta. Konunun uzmanları arasında "Kültigin mi Költigin mi?" tartışması sonlanmış değil. İkincisi 1920’lerde faal ve yaygın bir alfabe değildi. Halbuki Latin alfabesinin faaliyet ve yayılım alanı tartışılmazdı. Üçüncüsü Göktürk alfabesi harf gövdelerinin yapısı itibariyle not tutmak için uygun bir alfabe değil. Zaten Göktürk alfabesiyle çok fazla eser olmaması ve Göktürklerden hemen sonra devam ettirilmeyip yerini Soğd temelli Uygur alfabesine bırakması, fonksiyonel bir alfabe olmadığını göstermektedir.
Alfabe Değiştirilmeseydi?
Peki alfabe değiştirmeseydik çok şey kaybeder miydik? Açıkçası zannetmiyorum ama ilk öğrendiği alfabe Arap alfabesi olan biri olarak, Yeni Türk Alfabesi’nin, Eski Türk Alfabesi’ne oranla çok daha kolay, kullanışlı ve çabuk öğrenilebilir olduğunu söyleyebilirim. Çünkü Arap harfli Türkçede ilk hece hariç uzun olmayan ünlüler gösterilmez, okuyanın veya yazanın tahmin etmesi gerekir. Okuması yine nispeten kolaydır ancak yazması gerçekten zordur. "S, k, z, t, n" gibi harfler birden fazladır. "Servet" derken sin ile mi peltek s ile mi sad ile mi yazacağını "ezbere" bilmen gerekir. "Dağ" derken tı mı, dal mı, dad mı kullanılacak ezbere bilmen gerekir. Nitekim Osmanlı zamanında yaşayan kâtip, yazar ve şairlerin de bu konuda zorlandıkları elde bulunan yazmalardaki yanlışlarından anlaşılmaktadır. Aynı yazar, aynı metinde, aynı kelimeyi dört beş farklı şekilde yazabilmektedir. Bu durum Cumhuriyet gibi örgün eğitimi köylere kadar yaygınlaştırma ideali olan bir rejim için büyük zorluk demektir. Nitekim bugün eğer kelimesini "eyer", eğlenceyi "eylence", değili "deyil" yazan insanların tek harfte yaşadıkları problemleri görünce oldukça kompleks Arap harfleriyle ortaya facia çıkaracaklarını tahmin etmek zor değildir.
Son olarak alfabe değişim sürecinde iki alfabenin aynı anda kullanılması düşüncesi ilk bakışta kulağa mantıklı gelen fikirlerdendir ancak bugün bunu söylemek gereksizdir. Eğer Harf İnkılâbı başarısız olsaydı, bunu söylemenin bir anlamı olabilirdi ancak maksadına oldukça kısa sürede ulaşan Harf İnkılâbı’nın işleyişini eleştirmek abesle iştigaldir.
Kaynaklar
A.B. Ercilasun; Türk Dili Tarihi, Akçağ Yayınları.
A. Birinci; “Sultan Abdülhamit’in Hâtıra Defteri Meselesi”, Divan Dergisi, sayı 19.
E. Şahin; “Stalin Dönemi Siyasetinin Kazan Tatar Türkleri Kültürüne Etkileri”, Stalin ve Türk Dünyası, Ed: E.G. Naskali, Kaknüs Yayınları.
İ. İnönü; “Harf İnkılabı 1928”, Hatıralar, Bilgi Yayınevi.
M. Turhan; Kültür Değişmeleri, Altınordu Yayınları.