Geçen haftaki yazıda, şahsen önemli gördüğüm irfan nedir sorusuna cevap vermeyi başaramamıştım, şimdi aynı bataklığın biraz daha derinlerine inmekten korkmuyorum.
Tekrarlamak gerekirse irfan, anladığım kadarıyla, somut ve kesin olmayan, kişiye ve hatta duruma göre değişen, hayatta somut bir karşılığı olan bir bilgidir. Ancak muğlaktır, ölçülebilir değildir, kişinin aktif olarak akıl yürütmesini gerektirir.
Mesela suyun 100 derecede kaynadığı bir veri, sıcak su üzerimize dökülürse yanıklar oluşacağı bir bilgidir; ocakta su kaynarken (sayın ki evde kettle yok) küçük bir çocuğun mutfağa girmesinin tehlikeli olacağı ise irfandır. Bu durumda şunu söyleyebiliriz; hayattaki buna benzer neredeyse sonsuz olasılık göz önüne alındığında, bütün durumlar için “bilgi” üretilemez, hem gereksizdir hem de maliyeti yüksek olur. Kişinin kendisinin sağduyusuyla, aklıyla, deneyimleriyle karşısına çıkabilecek milyonlarca durumla baş edeceği varsayılır, hepsi için bir kural yazılmaz.
Başka bir örnek verelim. Kızınız bir oğlana âşık oldu, yaşı da daha 15. Oğlanı gördüğünüz anda sağlam ayakkabı olmadığına karar verdiniz; bunun için oğlanın it, serseri, eroinman olması falan da gerekmiyor, o zaman irfana değil adli makamlara başvurulur zaten. Ama kızınıza bu oğlandan fayda gelmeyeceğini anlatmanın bir yolu yok, biliyorsunuz. O sizin yaşadıklarınızı yaşamadı, sizin kadar kazık yemedi, reddedilmedi, aldatılmadı vb. İlla o uykusuz geceler yaşanacak, o kalp illa kırılacak. Bu durumda da şunu diyebiliriz; irfan, geçmiş deneyimler ışığında yeni bir durumda ne olacağını öngörebilmektir. Bu türden bir bilgi asla ispatlanamaz ama doğru olduğunu da bilirsiniz.
İrfan ile ne kast ettiğimi umarım anladınız, çünkü daha iyi, dört başı mamur bir tanım yapabileceğimi sanmıyorum.
Peki, irfan diye bir bilme/bilgi biçiminin var olduğunu kabul edersek, bunu öğretebilir miyiz? Öğretilebilir bir şeyse nasıl öğretebiliriz? Daha “arif” kişiler yetiştirmek mümkün müdür? Evrensel bilgi kümesi içinde, bilim tarafından sistematik bilgiye dönüştürülmeden kalan o küçük alanı nasıl fethedebiliriz?
Bir zamanlar atalarımızın bu konu üzerinde çalıştıkları muhakkak, ama o bilgiyle irtibatımız koptuğu, bu konuya olan ilgimiz körelip yok olduğu için bu öğretim/eğitim biçimi ortadan kaybolmuş gibi. Bir zamanlar (ve kısmen hâlâ) kendisine irfan mektebi diyen bir tarikat/tekke eğitim sistemi mevcut, fakat bu sistem yukarıda tarif edilen türde bir irfan peşinde değil maalesef. Seküler anlamda irfan öğretimi nasıl olacak peki? İrfan nesilden nesle aktarıldığına, yüzyıllardır ortadan kaybolmadığına göre aktarılması mümkün görünüyor. Peki, bundan modern bir müfredat çıkarılabilir mi?
Benim gördüğüm kadarıyla eskiden bu eğitimin iki temel yöntemi varmış. Birincisi usta-çırak ilişkisi, ikincisi de sözlü kültür, yani şarkılar, türküler, maniler, atasözleri vb.
Yüzlerce, belki de binlerce yıldır tek eğitim biçimi olan usta-çırak ilişkisi, bugün eğitim sistemlerinde kendine yer bulamayan bir üvey evlat durumunda. Bilginin sistematik hale getirilmesi, kitaplara ve müfredatlara sığdırılması sayesinde bir çocuğun kaç yaşında neyi öğreneceği belirlendi. Ustaların yerini alan öğretmenler, her sene aynı dersi aynı yaştakilere okutuyorlar. Esnaf ve zanaatkarlardaki usta-çırak ilişkisi ise eski halinin bir karikatürü gibi daha çok, neredeyse kimse yirmi sene ustanın yanına oturup iş öğrenmek istemiyor, hayat hızlı, bilgiler değişiyor ve el ustalığı gerektiren işler bile youtube videolarıyla hemencecik öğreniliyor (!).
Sözlü kültür ise kulağımıza küpe olması için yazılan öğütleri, bilgileri öğretmekte yetersiz kalıyor. “Ayağını yorganına göre uzat” eğer bir irfan incisiyse, bunu 2010 sonrasında doğan bir çocuğa önemli, gerekli ve değerli bir bilgi olarak kabul ettirebilmek mümkün değil. Kimse o eski, kadim bilgileri ciddiye almıyor!
O zaman irfan nasıl üretilecek? Yeni nesillere nasıl aktarılacak?
Benim ilk cevabım sanat. Bir insan diğer insanların acılarını, sevinçlerini, korkularını ve en önemlisi deneyimlerini öğrendikçe insan olmaya dair bilgisi güçlenir ve derinleşir. Bunun için yüzlerce insanla karşılaşmak, tanışmak ve konuşmak pek mümkün değildir, üstelik çok uzun yıllar da sürebilir. Ama küreselleşmiş dünyamızda bir Afrikalının, Almanın romanını okumak gayet de mümkündür, yüzlerce yıl uzaktan bize seslenen birinin yakarışlarını bir şarkıda duyabiliriz. Bazen dört dakikalık bir şarkı, bazen bir roman bize hayatımızı değiştirecek düzeyde bir bilgelik sağlayabilir.
İkinci cevabım ise felsefe. Kafayı “doğru” çalıştırmak istiyorsak felsefeyi yeniden ve çok ciddi bir biçimde yeniden hayatımıza sokmalıyız. Bu nasıl olacak bilemiyorum, ama bir yolunu bulmak lazım.
Üçüncü cevabım da bireyselleşme. Eskiden etini ve kemiğini bir ustaya teslim ederek öğrenilen irfan, bugün ancak kendi macerasının peşine düşen, kendi deneyimlerini biriktiren, kendi düşen ve kendi kalkan bireylerde bir karşılık bulabilir. Kendisini toplumun bir parçası ama toplumdaki herkesten farklı olduğunu bilen, toplumun kurallarını sorgulayan ve kendi sorumluluğunu kendi taşıyan bir birey olarak görmeyi beceren biri, kendi topladığı / deneyimlediği bilgilerin değerini de bilecektir. “Düşersin oğlum dikkat et” çocuğu etkilemez basitçe söylemek gerekirse, düşmeli, kalkmalı ve bu bilgiyi ilk elden edinmelidir.
Dördüncü ve son cevabım da çaba. Eskiler buna zaman ayırırmış. Taptuk Emre sırf odun lazım diye yollamamış Yunus’u dağa. Onu olgunlaştırmak, pişirmek için çaba göstermiş. “İlk hafta şu ders işlenecek” gibi bir ders planı olsa mükemmel olurdu, doğru (o iş bende, rahat olun, gerekirse romanını yazacağım) ama asıl mesele öğretmek istemektir. Elbette öğrenmek istemek de aynı derecede önemli. Bir çocuğa yalnız olmadığını hissettirmek, onu dinlemek, öğrenmesi gereken şeylere ve bunları nasıl öğretebileceğimize kafa yormak gerekir, çocukların eğitimi Milli Eğitim Bakanlığına veya bolca para dökülen o özel okula bırakılmayacak kadar ciddi bir iştir.
Çok somut, bugün (olmadı yarın) yapabileceğiniz bir öneri istiyorsanız eğer, elinizdeki her şeyi bırakın, “Dune” adlı kitabı okuyun. Bitirince haber verin, uzunca bir okuma listesi paylaşayım. Sonra da vaka çalışmaları falan yaparız, ne bileyim?
Erkin Çam