Evinde çok kitabı olanların yakından bildiği bir his vardır, o kitaplar “amatör” okurlar tarafından yağmalanır. Gelirler, alırlar bir hevesle, asla da geri getirmezler. Bunu domuzluklarından yapmazlar, sadece kitap onlar için sizin için olduğu kadar önemli değildir. Hele bir de kitaplardan birini biraz överseniz, o kitabı kaybetmeniz olasıdır. Sonra gidilir, aynı kitaptan bir tane daha alınır, aynı yere konur, o eski baskıdan kalmamışsa homurdanarak yeni baskı alınır. Birkaç ay geçmeden bir bakmışsınız o da gitmiş elden!
İşte ben son on yıldır bu yüzden “ödünç verilmezler rafı” uygulamasına geçtim. Şu anda kitaplığımdaki 80 küsur raftan 4 tanesindeki kitaplar bu evden çıkamaz. Babama da vermem, olmayan sevgilime de vermem, en yakın dostuma bile vermem. Elbette bunlar tamamen öznel seçimlerdir, bir kısmı klasik olsa da bir kısmını görseniz burun kıvırırsınız. Kıvırın, ne yapayım, o kitaplar benim hayatıma değmiştir, bazıları bir tokat gibi, bazıları bir yol tabelası gibidir. İşte bunlardan bahsedeceğim size. Bu hayatta en iyi bildiğim şeylerden, kitaplardan.
Çöl Gezegeni Dune’u tam ne zaman okudum hatırlamıyorum. Kitabı açıp baktım, bendeki 1997 baskısıymış – o yıl okumuşumdur diye tahmin ediyorum. Kitapçıların “yeni çıkanlar” raflarını sıkı takip ettiğim dönemlerdi çünkü.
Bilimkurgu okumayı çok sevdiğim doğrudur, lakin Dune serisini bilimkurgu deyip geçmek çok mümkün değil benim açımdan. Kim demişti hatırlamıyorum, “İyi bilimkurgu iyi romandır” diye (Arthur C. Clarke?), işte Dune tam olarak bu sınıfa girer. Çok iyi bir romandır. Size romanı, konusunu, niye çok güzel olduğunu anlatmaya gücüm yeter mi bilmem, zaten klasikler arasındadır kendisi ve bilimkurgu seviyorum deyip okumamışsanız sizi raftan bir Dune alıp onunla döver kitapçı. Ama bana nasıl dokunduğunu anlatabilirim:
Dune, okumayanlarınız için söyleyeyim, elbette bir hikâye anlatır, güzel de bir hikâyedir, ama insana dair çok şey de anlatır – üstelik didaktik veya sıkıcı olmadan yapar bunu. Her biri başlı başına binlerce beğeni alacak yüzlerce tweet çıkar içinden, bir bilgelik kitabıdır. İnsan psikolojisini, dürtülerini, kitlelerin nasıl yönetileceğini, doğru yolun ne olduğunu anlatıpdurur. Elbette her kitapta olduğu gibi size sunduğu bilgelik, aslında bir parça kâğıt üzerindeki bir mürekkep lekesidir, ancak hayatınıza yansıtırsanız size bir faydası olur.
Ben o devirde biraz biraz sorgulayarak okumaya başlamış gibiydim, yani “bunu okuyorum ama niye okuyorum, yoksa gerçeklerden kaçıp buraya mı sığınıyorum, bunu okumanın bana faydası nedir” dönemimdi. “Adamın biri prensmiş de, gezegene hükmediyormuş da, bana ne yahu? Bana ne faydası var, bundan ne öğrenebilirim ki? Bir hayal neticede” diyordum. Sonra kitap bana ufak tokatlar atmaya başladı, böyle baygın birini uyandırmak için attığımız cinsten, tatlı tokatlar. Bir yerde prensin babası şöyle dedi mesela (hatırladığım kadarıyla yazıyorum): “Biz adalet için yakınmayız. Ellerimiz bağlı değilse kendi adaletimizi kendimiz kurarız”. Al sana bir tokat! Tamam, hükmettiğim bir gezegen yok ama benim için de geçerliydi bu. Ya adalet için yakınırdın bu dünyada, ya da elinden geleni yapardın. Ya da ünlü korku duası: “Korkmayacağım. Korku aklın katilidir. Korku toptan yok oluşa götüren küçük ölümdür. Korkumla yüzleşeceğim…” İlk iki cümlesini hemen anladım ama gerisini yıllarca düşünüp kavrayabildim (en az bir Musashi kadar derin geldi bana). Hâlâ karnımda bir düğümlenme hissiyle karşılaşınca bunu okurum içimden üç beş kere. Bir de elbette Fremen’lerin benim için en önemli lafı “Fazla analiz gerçeğin düşmanıdır!”
Bu laflar sizi pek etkilememiş olabilir, şaşırmam. Ama kitapta eminim sizin için de bir bilgelik vardır. Üstelik o bilgelik gözünüze sokulmaz, kendi başınıza bilgelik madenciliği yapmanıza izin verir kitap. Onun için severim ben Dune’u. Roman olarak da müthiştir.
Bugünlerde dizisi de çekiliyormuş. Benim önerim önce kitabı okuyun, pişman olmazsınız. Bu serideki her kitap için demeyeceğim bunu, ama Dune cidden okunası bir kitap.
Vurucu bir kapanış cümlesi bulamadım.
Erkin Çam