Doç. Dr. Mehmet Fatih DOĞRUCAN'ın kitabı Medeniyet Dili Olarak Türkçe (Dilci Felsefe ile Başlangıç ve Yöntem Arayışı) içinde bir sürü cevher ihtiva eden ve tekrarlı okumada değişik birikim sahibi okuyucuları değişik yönlere sevk edebilecek bir yapıt. Yazarın akademik birikimi, düşüncelerinin zenginliği, alanların bakirliği ve değişik konuların bir arada toplanmasıyla birlikte elimize adının da hakkını veren başlangıçlar ve arayışlar silsilesi, Batı'nın hegemonyasında büyümüş yeşermiş dilci felsefenin Türkçe yapılabileceği ile ilgili hayal gücü geçiyor. Bu ivme ile yapılması gerekenler artık bir nevi arayışa ve yönelişe katılmış Türkçe aşıklarının hünerine kalmış şeyler.
Kitapla ilgili eleştirimiz de aslında kitabın eleştirisi olmaktan çok bir hayıflanma. Keşke arayış ve yöneliş öncelerden başlamış olsaydı da eser kendini daha sınırlı ve derin tutabilseydi ve edilgen bir siyasi itiraz halinden - ki bu satırları yazarken gerçekten kendi duygularım düşüncelerimden ne kadar bağımsız bilemediğimden imtina da etmek istiyorum bir yandan - bir nebze daha uzaklaşıp arayıştan çok buluşa odaklanabilseydi. Mesela kitabın adı sadece "Dilci Felsefe ile Başlangıç" olabilseydi ve dilci felsefenin “Türkçe” haline 300 sayfa ayırabilseydi. Ya da dediğim gibi, dilci felsefede arayışları yarılamış olup Türkçe dilinin felsefesindeki yöntemleri öğretiyor olabilseydi. "Medeniyet Dili Olarak Türkçe” başlığı ise keşke başka bir kitabın/alanın konusu olsaydı. Türkçenin zenginliği, çeşitliliği, aşırı geniş coğrafyası, binlerce yıllar ayakta kalması, yapısal uygunluğu vesaire türevinden endirekt nedenlerle via negativa anlatmaya çalıştığı gösterge, adı üstünde, direk gösterge olsaydı: medeniyetin empirik emarelerini Türk coğrafyasında görebilip diğer coğrafyalarda göremeseydik mesela.
Dediğim gibi, bunlar eserin eleştirisi değil de sevk ettiği duygular aslında. Orientalizme itiraz yani eserin siyasi eleştirisi günümüz Türkiye'sinde muhalefet olmak gibi: “Ey orientalist iktidar duy bu mantıklı sesimizi ve doğruyu yap”. İçimizde biriktirdiğimiz duygular orientalizmin üstünden bir silindir gibi geçmek istemek iken tarihsel ve düşünsel itiraz az ve adaletsiz geliyor; derdimiz orientalistlere laf anlatmak değil çünkü; kendi medeniyet, yöntem, arayış, buluşumuzu insanlık hayrına becerebilmek. Eser bu hayıflanmayı bile yaşattığı için yapacağını ziyadesiyle yapıyor ve bizi düşünmeye, çalışmaya sevk ediyor.
Ben şahsen tekrarlı okumayla hem şeklen bir felsefe öğrencisiyken tanıştığım analitik felsefecilere (nedense dil-bilim demek beni sinirlendiriyor) Türkçe merhaba demiş oldum hem Türkçe yapı-bilim, edim-bilim ile uğraşan bilim insanlarını tanımış oldum hem de içerik olarak zengin düşünceleri ile Türkçe düşünmeye sevk edilmiş oldum.
İlk okuduğumda tersime giden ama sonraki okumalarda hoşuma gitmiş bir durumu da nakledeyim. Türkçe fiil dilidir demiş hocamız çünkü göçebe kültürümüzü yansıtır: Hızlı ve hareketli iletişime anlaşmaya yardım ettiği için belki de ekler ile zenginleştirilmiş olmasına rağmen tek bir kelime ile anlatılan konular (verilen komutlar) zor hayat şartlarıyla baş etmek için ağdalı, endirekt iletişimden çok daha uygundu. Fiil Türkçe cümlenin sonundadır tabii ama burada konu "sonda" olması değil fiilin tekilliğidir mühim olan. Yani tek olduğunda başta olması çok daha uygundur eğer göçebe kültür üzerinden dilin yapısı tezimiz de doğruysa. Eserin ismini de koyan en önemli kısmı 200. sayfadan sonra geldi. Yani tıpkı bir fiil gibi ya da sahneye son çıkan assolist gibi. Türkçemize uygun olduğu için hoşuma gitti ama sadede gelinmediği için yani yerleşikliğe geçmiş Türklerin rehavetine kapıldığı için de biraz zorlandım.
Hem önsözden hem de kitabın editörü Ayşegül DOĞRUCAN hocamızdan bildiğimiz kadarıyla Fatih Hoca son hastane sürecinde, bir ara ölümü kabul edip kafasındakilerin hepsi onunla toprağa gidecek endişesiyle, en azından bir giriş bırakmak için yazıp bastırmayı tercih etti. Bildiğimiz bir başka bir şey ise ona ve Ayşegül Hocaya artık uzun ömürler verilsin, külliyatın devamının da geleceği. Göçebe kültürün yaşam tarzının ve bunun dile yansımasının hem olumlu hem “olumsuz” yönlerinin inceleneceği bölümleri yazacaklar. Konularda, karar verme süreçlerinde, etkilenmede vb. Türklerin bu dil yapısının bir etkisi var mı, sorusunu soracaklar örneğin. Askeri süreçlerde kabiliyetle birleşen bu özellik, sosyal hayatın örgütlenmesinde ve tutumların gelişmesinde nasıl etkili oldu mesela? Ya da bilim ve felsefe, birbiriyle çelişen ifadelerin kabulü, birbirini yalanlayan sözlerin önemsizleşmesi, kelimelerin sadece seslerden ibaret hale gelmesi göçebe kültürün koşullara uyum sağlayan yapısı ve bunun dile yansımasıyla mı alakalı, başka bir sebep mi? Bu alakadan dolayı mı farklı bilgiler ve veriler arasında bağlantı kurulmakta zorlanılıyor ve şerhe yönelim ortaya çıkıyor? Yoksa hakikaten mükemmeldik de teknoloji mi bizi bu hale getirdi? Bunların hepsini dört gözle bekliyoruz.
Eserin bizi sevk ettiği ilk pratik eylem ise "Hasan Tahsin Yayınlarını" kurmak oldu. İki ay önce kitabın dijital versiyonunu temin etmek istedik, bulamadık, çünkü yoktu. Bu ve bunun gibi eserlerin dünyanın en büyük kitabevi olan Amazon'da olması gerektiği sorunsalını yayınevi yaratarak çözdük.
Artık tüm dünya bu eserin e-kitabını bir tıkla alabilecek.
Diyeceksiniz kitabın "fiziksel" hali neyinize yetmedi de sol kulağınızı kafanızın üzerinden sağ elle gösteriyorsunuz. Özellikle e-kitap olarak dünyada herkese daha kolay ulaştırabileceğimizi düşündüğümüz yüzlerce eser var. Dolayısıyla bu yarattığımız altyapı (Hasan Tahsin Yayıncılık) bundan 5 sene sonra güzel Türkçemize çok katkıda bulunacak bir oluşuma dönüşebilir diye de bir iddiamız var. E-kitap satışlarından elde edilecek tüm karı telif hakki sahiplerine veriyoruz kuruluş gerekçemiz ve yaptığımız anlaşmalar uyarınca. Tüm yayıncılık bilgisini ve emeğini eserlerin yaratıcılarına bağışlıyor. Umarız bu emek de (mesela kitabın mizanpajı, kapak tasarımı, e-kitap tasarımı vesaire) okuyucuların beğenisini kazanır.
Oltaç Ünsal