Ebüsürreya Sami tarafından kaleme alınan Amanvermez Avni, şüphesiz Osmanlı polisiyesinin ilk ciddi serilerindendir. Bu serinin ilk temel taşları elbette ki Batı’da atılmıştır. Dönemin aydınları tarafından yapılan çeviriler bir müddet sonra Ahmet Mithat Efendi tarafından neşredilen Esrar-ı Cinayat adlı roman sonrası (her ne kadar taklit de ihtiva etse) yerli neşriyatta da kendini göstermeye başlamış ve 1928 yılına kadar ciltler dolusu eser vermeyi başarmıştır. Bugün, devamı gelecek olan diğer polisiye serilerinden bir ilkle, Amanvermez Avni ile, mukaddimeyi taçlandırmak gerekti.
Amanvermez Avni’nin Umumi Polisiye Numunulerinden Benzerlikleri Ve Farklılıkları
Tam on sergüzeştten meydana gelen Amanvermez Avni, “Yanmış Adam” hikayesi ile başlıyor. Polisiye serilere pek meşhur olan Sherlock Holmes ile başlayıp, devamında Hercule Poirot, Cingöz Recai, Arsen Lupen, Yıldırım Cemal, Başkomiser Nevzat ve yerli öykülerden oluşan beş-on numune ile devam ettim. Son olarak Amanvermez Avni serisine başlamak benim için büyük külfetti çünkü bir yazarı ve karakteri kabul etmenin zorluğunu karilerimiz pek yakından anlayacaktır. Hele ki bu kabul, polisiye numunesine dairse.
İstanbul’un sahil kenarında başlayan bu serinin ilk birkaç sayfası nazarımda alışmak için kafi gelecekti. Öyle de oldu. Amanvermez Avni, çevikliği ve kıvrak zekası ile beni daha ilk hikayeden itibaren büyülemeyi başardı. Okuduklarım kadarıyla kanaate vardığım polisiye manzaralarından bazı noktalarda farklılık arz ediyordu. Zira Amanvermez Avni bir hırsız veya bir serseri tiplemesi değil, aksine Türk polisinin medar-ı iftiharıydı. Bu sahadaki manzara-i umumiyede; Sherlock Holmes, Hercule Poirot dedektiflik koltuğunda, Yıldırım Cemal (Nermi) ve Amanvermez Avni polis hafiyesi statüsünde son olarak da Cingöz Recai ve Arsen Lupen, kibar serseri ve bilinçli hırsızlar mevkiinde okuyuculara kendini gösteriyor. Her biri farklı pencerelerden de olsa bir hırsız veya polisin gözünden, yakalamak ve yakalanmamak eylemlerini öne çıkarıyor ve hepsi kendi katında ciddi bir gayeye hizmet ediyor.
Amanvermez Avni, her polis hafiyesi, dedektif veya hırsızın olduğu gibi çırak sahibi: Arif ve küçük Anderya… Tıpkı Cingöz Recai gibi fevkalade derecede kılık değiştiren ve ağız yapan Arif ve küçük Anderya, elbette ki bu sanatı ustaları Amanvermez’den öğrenmişlerdir.
Amanvermez Avni’nin elbette ki şahsına münhasır noktaları yok değil. Fakat yerli bir Sherlock tiplemesi veya özentisi görmek de kaçınılmaz. Bu işin mümeyyiz vasfı, mekân yani coğrafya ile sınırlı değildir. Amanvermez Avni, olayların akabinde okuyucuya, neticeye nasıl ulaştığını açıklama açısından da Sherlock Holmes’ten farklılık arz eder. Sherlock vakaları incelerken seri ve insanüstü bir zekayla, peşi peşine detayları sıralar. Mesela bir adamın pantolonundan veya fötr şapkasından, o gün karısıyla kavga ettiğine kadar vardırır işi. Amanvermez ise peşinen detaylara girmez. O, olayların akışı içerisinde okuyucuyu kendiliğinden aydınlatır. Zira somut olay, direkt olarak açıklayıcının kendisidir. Birkaç yerde bunun istisnasına rastlıyoruz. Özellikle bazı karakterlerin kim olduğunu olay akışını bölerek anlatması buna örnektir. Tabi bunu, dönemin teknik bakımdan kusurlarına da verebiliriz. Aynı şeyi Tanzimat edipleri de fevkalade sıklıkta yapıyordu neticede.
Aslında Sherlock Holmes’ün neden bu kadar meşhur olduğunu yeri gelmişken de söylemek gerekiyor. Kanımca Sherlock’u bu kadar mühim ve değerli kılan, onun, Türk yazarlar tarafından yerli uyarlamalarının yapılmasıdır. Zira Amanvermez Avni ve Yıldırım Cemal, Türk Sherlock Holmes’ü diye de adlandırılır.
Gelelim Agatha’nın biricik dedektifine…
Amanvermez Avni, elbette ki polis hafiyesi vasfıyla Hercule Poirot’tan da farklıdır. Agatha’nın meşhur romanı “Doğu Ekspresinde Cinayet”, Hercule Poirot için yeterli kanaatler edinmemize yarar sağlıyor. Onun olay çözümlesinin temelinde “Yalnızca başını ellerinin arasına alıp tüm analizleri değerlendirmek.” vardır. Amanvermez, Cingöz Recai ve Arsen Lüpen gibi çapkın ve kibar bir hırsız da değildir. O Türk polisinin Mehmet Akif’idir, cemiyetteki olaylara karşı kayıtsız kalamaz.
Bana kalırsa Amanvermez’in etvarında Cingöz’e çok benzeyen bir husus var. Bence bir polis hafiyesinin yahut üstün nitelikli bir hırsızın daima altın bir rozet gibi taşıması gereken bir vasıf: Soğukkanlılık.
Misalen Cingöz Recai, sergüzeştlerinin birinde mahalleliye yakalanma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığında, çıraklarından birisi telaşlanıp ustasına kaçmaları gerektiğini söylüyor. Cingöz ise bu esnada düşünmek istediğini ve çırağından kendisi için kahve yapmasını istiyor. Amanvermez Avni de aynı soğukkanlılıktan nasipli. Ötüken Neşriyat tarafından tab edilen bu eserin pek de detayına inmek niyetinde değilim. Zira hikâyeler başlı başına spoiler olabilir.
Amanvermez Avni’nin Sergüzeştlerine Umumi Bakış
Amanvermez’in net olarak on hikayesi bulunmaktadır. Bu hikayelerin isimleri şöyledir;
1- Yanmış Adam
2- Kamelya’nın Ölümü
3- Kanatlı Araba
4- Kara Katil
5- Körebe
6- Mavi Göz
7- Sessiz Tabanca
8- Boyacı
9- Ölü
10- İskeletler Arasında
Bana kalırsa bu serinin en seçkin üç hikayesi var. Bunlar “Kamelya’nın Ölümü”, “Sessiz Tabanca” ve “İskeletler Arasında” isimli sergüzeştlerdir. Nedeni ise, yazar bu hikayeleri meydana getirirken Amanvermez’i devrin siyasi tablosuna da dahil etmektedir. Yaklaşık üç defa Yıldız Sarayı’na davet edilen ve Başmabeynci ile görüşüp padişah Sultan II. Abdülhamid’in emirlerini yerine getirmek üzere görevlendirilen kişi Amanvermez’dir. Bu sergüzeştler sırasında Sultan II. Abdülhamid’in evhamlı tavırlarını ve sarayına gelen meşhur jurnalleri yer yer görüyoruz ve padişahın en ufak olaydan bile nem kaptığına şahit oluyoruz. Kaldı ki padişahın o dönemin çok büyük para birimlerinden olan 100 lira gibi bir bahşişi Amanvermez’e verişi ve devletin kasasının bu hafiyelik oyunları için kullanılması da göz ardı olunmamak gerekir.
Amanvermez bu hikayeler sırasında yer yer bir Kontes ile flört edecek, meşhur Çırağan Baskını’nda Ali Suavi’yi öldüren Yedisekiz Hasan Paşa ile sohbet edecek ve padişahın evhamlarına hedef olacaktır.
Ufak bir dipnot düşmek gerekirse:
Yedisekiz Hasan Paşa, Sultan Abdülaziz dönemindeki sıradan zabitanlardandır ve Sultan II. Abdülhamid’le tanışması garip bir hadise yüzünden olmuştur. Hadise, padişah Aziz’in Dolmabahçe civarındaki geçişleri kapamasıyla başlıyor. Şehzade Abdülhamid Efendi’nin arabası buradan geçecekken Yedisekiz Hasan Paşa’ya takılır. Arabacı’nın tüm ikazlarına rağmen Hasan Paşa’nın “Şehzade mehzade anlamam, padişah buyruğudur.” sözü Abdülhamid Efendi’yi derinden etkiler. Zaten gençliğinden beri siyasi hedefleri için çevresine adam devşiren birisi olarak bu söz, kendisi katında çok değerli. Ardından tahta çıkınca ise paşalık ünvanını kendisine tevdi ediyor. Aslında Çırağan Baskını’nı göz önüne alacak olursak, Sultan Abdülhamid’in bir nevi uzun yıllar tahtta kalışını da açıklar nitelikte olan bu vaka önemli görülmeye değerdir.
Amanvermez Avni, Hasan Paşa’nın karakoldaki huzurundan ayrılınca bize dönemin devlet ricalini ve piramitin tepesinden tabanına meydana gelen bozulmayı da aktarıyor:
“Bu memlekette iş görmek için kafanı kullanmaktan çok, etek öpmek için dudak aşındırmak gerekiyor.”
Her ne kadar sistematik bir padişah gibi görünse de, Sultan Abdülhamid dönemindeki kırılmalar Amanvermez’in diline kadar işte böylece düşmüştür. Portreyi biraz genişletecek olursak, Kamelya’nın Ölümü adlı hikayesindeki Kamelya, gerçekten de o dönemde yaşamış ve Beyoğlu hatta bütün İstanbul erkeklerini baştan çıkaran bir cazibenin yegane abidesidir. Öyle ki Zekiye Sultan’ın (Abdülhamid’in kızı) kocası Ali Nureddin Paşa (Gazi Osman Paşa’nın oğlu) bile Kamelya’ya gönlünü kaptırmıştır.
Yer yer bir bozacı, yer yer arnavut bir tamirci, bohçacı, baca temizleyicisi, Mısırlı Prens ve hatta ölü olarak karşımıza çıkan Amanvermez, özellikle halkın ve esnafın, mahalle erkânının konuşmaları ve âdetleri hususunda da bizi detaylıca aydınlatıyor.
***
Cingöz Recai’nin kendisine râm eden dokusuna karşılık, bir polis hafiyesi nazarıyla döneme bakmak isteyenler için Amanvermez’in pek çok şey öğreteceği kanaatindeyim. Zira kalitesinden taviz vermeyen her polisiye numunesi, zeka düğümündeki bir ipliğin daha açılması ve ufkun genişlemesi demektir.
Bu bilinci kuşanmış muhterem kârilere sevgilerimle…