Bölüm 1: 90’lı Yıllar – Türün Doğuşu
FPS yani first person shooter, Türkçesiyle ifade edersek birincil kişi gözünden oynanan oyunların tarihi aslında çok eskilere dayansa da bu türde belli bir tarihe dek çıkan oyunların tamamı “laf olsun diye” FPS diyebileceğimiz nitelikte yapımlar. Bu yazıda bugün FPS dediğimiz zaman aklımıza gelen birçok mekaniği barındırmayan ve yalnızca oyuncuya kendi bakış açısından görüyormuş hissini vermek için tasarlanmış görsellikteki oldukça eski olan bu oyunları bir kenara bırakıp modern FPS’lerin atası diyebileceğimiz oyunları ve onların türe neler kattığını inceleyeceğiz.
Adından anlaşılacağı gibi bir FPS oyununun temel mekaniği serüveni kendi bakış açımızla tecrübe edebilmek, bu teoride kolay gözükse de FPS fikrinin ilk ortaya çıktığı dönemde bunu gerçekleştirmek mümkün gözükmüyordu. Bunun sebebi ise dönemin bilgisayar teknolojisinin ekrandaki görüntünün yumuşak bir şekilde yatay düzlemde akışına müsaade etmiyor oluşuydu. Dönemin yapımlarına baktığımızda konsollarda bu mümkünken bilgisayarlarda bu mekaniğin ya çok hızlı ya da çok yavaş şekilde gerçekleştiğini görüyoruz. Yani o teknoloji ile bir FPS oyunu yapsaydınız fareyi sağa kaydırdığınızda sağınızdaki görüntünün ekrana gelmesi ya gerçekçiliği baltalayacak şekilde hızlı ya da aşırı derecede yavaş gerçekleşen bir süreç olacaktı. Göze hoş gelen ve kopukluğa neden olmayan bir FPS oyunu yapmak için önce bu sorunun aşılması gerekiyordu.
Bu sorunu aşan ve modern FPS’lerin önünü açan kişi oyunseverlerin adını mutlaka duymuş olduğu o dönem yirmili yaşlarının başında olan oyun programcısı John Carmack olacaktı, yakın dostu ve çalışma arkadaşı John Romero ile birlikte bilgisayarı oyun oynamak için konsollarla yarışabilecek bir alet haline getirmek için kolları sıvayan Carmack bir gecelik bir çalışmanın ardından Super Mario taklidi bir oyun geliştirdi ve yatay düzlemde yumuşak geçiş yapabildiğiniz ilk bilgisayar oyununu ortaya çıkardı. Bu oyun hiçbir zaman piyasaya sürülmedi veya bir adı olmadı ancak sağladığı bu teknik imkan oyun dünyasının en büyük markalarının ortaya çıkmasına vesile oldu.
Romero ve Carmack hayal ettikleri mekaniği gerçeğe dönüştürmek için 1991 yılında işlerinden istifa edip birlikte Id Software isimli şirketi kurdular ve bir yıl sonra buldukları bu yumuşak geçiş teknolojisinden faydalanarak FPS türünün gerçek atası diyebileceğimiz Wolfenstein 3D isimli oyunu piyasaya sürdüler. Wolfenstein 3D oyunculara o güne dek şahit olmadıkları bir tecrübe yaşatıyor, onları oturdukları koltuktan alıp oyunun içine bırakıyordu. Oyuncular şimdiye dek deneyimlemedikleri bu hissi oldukça sevmiş olacaklar ki oyun dünyada en çok satılan yapımlardan biri oldu ve efsaneler arasına adını yazdırdı.
Id Software her ne kadar ilk oyunlarıyla büyük bir başarıya imza atmış olsa da Romero ve Carmack’ın hedefleri daha büyüktü, Wolfenstein’da canlı renkler ve dijital sesleri üç boyutlu görüntü ile birleştirip ortaya muhteşem bir oyun çıkaran ekip bu kez daha karanlık bir atmosfer, daha çok şiddet, online oynama imkanı ve yapımın imzası diyebileceğimiz metal müziği harmanlayıp ortaya yepyeni bir eser çıkardılar. Bu oyun Doom’du, 1993 yılında piyasaya çıkan Doom o dönem o kadar popüler oldu ki tüm bilgisayarlarda en çok yüklenen yazılımlardan biriydi. Hızlı oynanış, dur durak bilmeyen aksiyon ve kaliteli müzikler oyuncuların ağzının suyunu akıtmaya yetmişti.
Terk edilmiş ve iblislerin istilası altında olan bir askeri üssü temizlemeye çalışmanın yanında oyuncular bu oyunu birbirlerine karşı da oynayabiliyorlardı ve bu çok büyük bir yenilikti, Doom çıkana dek çevrimiçi oyunlar satranç ve tavla benzeri ağır oynanışa sahip türlerken Doom bunu değiştirmiş ve yeni bir oyun türünün kapısını aralamıştı. Bu tarihten itibaren yıllara yayılan bir süreç halinde FPS oyunlarda çevrimiçi oyun opsiyonu oyunun ana hikayesinden daha önemli hale gelecek hatta bir süre sonra herhangi bir hikaye modu bulunmayan yalnızca çevrimiçi oyuncu vs oyuncu gibi modlar sunan FPS oyunları piyasaya çıkmaya başlayacaktı.
Id Software’in geliştirdiği Doom Engine kullanılarak ilerleyen tarihlerde çok fazla FPS oyunu yapıldı, bu döneme FPS’lerin altın çağı desek yanlış olmaz. Arka arkaya piyasaya sürülen Heretic, Hexen, Rise of the Triad gibi seriler her yeni oyunlarında ufak tefek yeni mekanikler ekleyerek daha kusursuz bir oynayış sunmaya çalıştılar.
1996 yılında Duke Nukem 3D’nin piyasaya sürülmesiyle birlikte oyunlarda komik ve küfürbaz ana karakterler popüler olmaya başladı, benzer şekilde Shadow Warrior da çizgiden gidiyordu. Oldukça eğlenceli olan bu tarz günümüzde pek kalmadı, kalsaydı da politik doğruculuğa ve cinsiyetçilik karşıtı söylemlere kurban gidecekti büyük ihtimalle.
1996 yılının Haziran ayında ID Software yeni bir oyunla bir kez daha oyun piyasasını darma duman etti, Quake adıyla çıkan bu oyun tamamen üç boyutlu bir çevre sunarak oyunculara etkileşime girebilecekleri daha çok seçenek tanıyor ve bunları da bölüm tasarımlarına yedirerek ortaya keyifli bir oynanış sunuyordu. Ana hikayesinin yanında çok oyunculu modlarıyla da oldukça tutulan Quake serisi çok büyük ilgi topladı.
İki yıl sonra 1998’de hala daha gelmiş geçmiş en iyi oyunlardan biri kabul edilen Half-Life piyasaya sürüldü, o zamana dek FPS oyunları aksiyonun bol olduğu pek derin olmayan hikayeler barındıran ve oyuncunun zekasını kullanması gereken bölüm tasarımlarından uzak amiyane tabirle vurdulu kırdılı oyunlardı ancak Half-Life derin hikayesi ve Source motorunun nimetlerinden yararlandığı fizik mekanikleriyle oyunculara o zamana dek yaşamadıkları bir deneyim sundu. Oyunun yanında Valve tarafından geliştirilen Source motoru modlanmaya müsait yapısıyla bugün dahi milyonlarca kişinin hastalık derecesinde düşkünü olduğu Counter Strike, Team Fortress, Titanfall gibi birçok çevrimiçi çok oyunculu oyunun ve bunun yanında Left 4 Dead, Portal gibi popüler yapımların ortaya çıkmasına ön ayak oldu.
1999 yılına geldiğimizde Epic Games kendi gelişirdikleri Unreal Engine ile ortaya çıkarılmış Unreal Tournament’i piyasaya sürdü, çok oyunculu modları ana odağı yapan bu oyun yılın en başarılı oyunlarından oldu ve FPS tarihine adını yazdırdı. Aynı yıl içinde rekabetten geri kalmak istemeyen ID Software’in piyasaya sürdüğü Quake 3 Arena da aynı prensiple hareket edip çok oyunculu modlarıyla oyuncuların ilgi odağı olmuş ve çok başarılı bir oyun olarak kabul edilmişti. Oynanışın çok hızlı ve silah çeşitliliğinin yüksek olduğu bu oyunlarda oyuncular çeşitli haritalarda birbirlerine karşı savaşabiliyorlardı, bu o güne dek görülmemiş bir şey olmasa da o güne dek Unreal Tournament ve Quake 3 Arena dışında hiçbir oyun bunu böylesine iyi yapamamıştı.
Yine 1999 yılı içerisinde oyuncuların bir kısmı Quake, Doom, Unreal Tournament gibi bilim kurgu ve fantastik ögeler içeren FPS oyunlarına doymuş daha gerçekçi bir shooter oyunu tecrübesi arıyorlardı, bu arayışın bir sonucu olarak bu dönemde Half-Life için bir mod olarak tasarlanan Counter Strike popüler olmaya başladı. Aynı yıl içinde Medal of Honor serisinin ilk oyunu piyasaya sürüldü, o güne dek görülenlerin aksine bu oyunda müttefiklerin ordusundaki bir askerin gözünden 2. Dünya Savaşı’nı tecrübe eden oyuncular bu deneyimi oldukça beğendiler ve seri arka arkaya gelen devam oyunlarıyla yeni bir türün kapısını açtı. Bu tarihten itibaren birçok firma Medal of Honor’ın başarısını tekrarlamak ümidiyle çeşitli askeri FPS oyunları piyasaya sürecekti…
Bölüm 2: 2000’ler – Yeni Arayışlar
İkinci bölüme kronolojik olarak 2000’li yıllardan bir oyunla başlamak gerekse de bu döneme asıl damga vuran değişikliğin köklerini 1998 yılında çıkan Thief: The Dark Project oyununda buluyoruz. 90’ların sonuna gelinmesiyle birlikte FPS’lerin altın çağı geride kalmıştı ve elimizde birbirinin çok benzeri yüzlerce büyük yapım vardı. Bu çeşitsizlik oyuncuların bir kısmının türden soğumasına ve artık yeni çıkacak oyunlar için pek de heyecanlanmamasına sebep oluyordu. Oynanışın tamamen çizgisel bir düzlemde ilerlediği FPS oyunları yakın dönemde çıkan ve keşif unsurunu ön plana çıkaran izometrik rpg oyunları ile özgürlük hissini tatmış oyuncuları tatmin etmekten uzak kalmışlardı. Bu yapıyı kıran ilk oyun Thief oldu. Oyuncunun bir görevi gerçekleştirmek için ne yapması gerektiğini salağa anlatır gibi göstermek yerine ona etkileşime geçip kendi yolunu çizebileceği bir çevre sunan gizlilik tabanlı oyun oldukça ilgi çekti.
2000’lerin oyun anlayışını derinden etkileyen şey de işte bu oynanış tarzı oldu, birçok firma oyunlarında bunu denemeye çalıştılar. Bazıları efsaneler arasına girdi, bazılarıysa bunu beceremediler. 2000 yılında piyasaya çıkan Deus Ex bu oynanış mantığını oyuna çok güzel adapte ederek oyuncuya bir hedefi gerçekleştirmek için birden fazla yol ve seçenek sundu. Bu, günümüz oyunlarında olağan bir durum olsa da zamanı için oldukça devrimsel nitelikte bir oynanış mekaniğiydi ve Deus Ex gibi güçlü bir markanın doğuşu da bu şekilde gerçekleşti.
Bu yeni anlayış zaman içinde çıkacak diğer oyunlara yansısa da eski FPS oyunlarına sadık bir kitle de kendi sevdikleri tarzda oyunların çıkışını iple çekiyorlardı, Duke Nukem Forever ve Daikatana gibi duyurulan ancak çıkış yapması ertelenen oyunlar bugün Half-Life 3’ün beklendiği gibi bekleniyordu. Daikatana onca ertelenmenin ardından 2000 yılında çıkış yaptı ve buglarla dolu yapısı, yapımcının vaatlerinin gerçekleşmemesi gibi nedenlerle beğenilmedi. 1997 yılında ilk duyurusu yapılan Duke Nukem Forever için ise oyuncuların 2011 yılını beklemesi gerekecekti.
2001 yılında FPS’lerin atası olan Wolfenstein’ın devam oyunu Return the Castle Wolfenstein piyasaya çıktı ve beğeni toplasa da ilk oyun kadar ses getiremedi, Hırvatistan’dan ufak bir ekip olan Croteam Serious Sam The First Encounter’ı çıkararak piyasaya hızlı bir giriş yaptı. Arcade usulü üzerinize saldıran tonlarca düşman, devasa bosslar ve tabancadan tutun bomba taşıyan papağana kadar ulaşan garip ve geniş bir silah çeşitliliği sunan oyun eskinin esprilerle dolu eğlenceli FPS’lerinin bir benzeriydi ve oyuncular tarafından büyük ilgi gördü, bugün dahi devam eden bir seri halini aldı.
2001 yılının güzellikleri bunlarla sınırlı kalmadı. Half-Life için Blue Shift isimli genişletme paketi, bir efsanenin doğuşu olan Halo: Combat Evolved ve bugün dahi devam oyunları ve yeniden yapımlarıyla varlığını sürdüren Red Faction serisinin ilk oyunu piyasaya sürüldü.
Bu yapımlar içinde Türkiye’de pek geniş bir kitlesi olmasa da Halo: Combat Evolved çok önemli bir yere sahip, ilk çıkışı konsollar için olan oyun FPS gibi konsolda oynaması zor bir türün kontrollerini oyun kumandasına öncüllerinden başarılı şekilde uyarlayarak “konsolda FPS oynanmaz ya, işkence olur” düşüncesini yıktı.
2002 yılında Battlefield 1942 ve Medal of Honor Allied Assault gibi savaş oyunları türün ve bu tarzın sevenlerini oldukça sevindirdi, iki oyun da kendi şahıslarına münhasır yapıları ve oynanışlarıyla büyük ilgi gördü. Battlefield serisinin temelleri de böylece atılmış oldu, bu oyunla multiplayer modlardaki ekmeği gören EA Games bundan sonra çıkan Battlefield oyunlarında multiplayera önem verip oyunu yalnızca satarken değil sattıktan sonra da para kazanmayı başararak çok büyük kazanç sağladı.
Unreal Tournament 2003 adının aksine 2002 yılında piyasaya çıkarak oyunculara geniş bir silah çeşitliliği, ustaca tasarlanmış haritalar ve birbirinden eğlenceli multiplayer modları eşliğinde birbirlerini öldürme imkanı veriyordu, Unreal Engine’in gücünü gösteren bu oyun oldukça ilgi gördü ve döneme damgasını vurdu.
2003 yılı askeri FPS oyunlarının belki de en iyi örneklerinden olan Call of Duty serisinin piyasaya çıktığı yıl oldu. Medal of Honor ile başlayan tarza yeni bir soluk getiren oyun cephedeki bir askerin çaresizliğini sonuna kadar yaşamanızı sağlıyor ve hikaye aktarımını dönemi için muazzam mekaniklerle yapıyordu. Tek kişilik senaryosunu bitirme süresi 14 saati geçen bir Call of Duty yapımı bugün oyunculara inandırıcı gelmese de eskiden bu serinin oyunları hikaye modu için alınırdı desek yanlış olmaz. Çok oyunculu modları da oyuncular tarafından oldukça beğenilen oyun mükemmel eleştiriler aldı ve satış konusunda çok iyi rakamlara ulaştı.
Bazı yıllar belli kişiler için özeldir; en sevdiğimiz filmler o yıl çıkmış olabilir, çok kaliteli romanlar o yıl okuyucuyla buluşmuş olabilir, beklediğimiz bir albüm o yıl piyasada yerini almış olabilir. İşte 2004 yılı da oyuncular için bu anlamda özel bir yıldı. Yıllardır beklenen Half-Life 2 o yıl raflarda yerini almış ve büyük ses getirerek serinin şanına yakışır bir devam oyunu olmuştu. Half-Life’ın devam oyununa rağmen 2004’ü oyuncular için özel yapan başka unsurlar da var tabii.
Türün mihenk taşlarından olan Doom Serisinin yeni oyunu bu yıl piyasaya sürüldü ve harika grafikleriyle oyuncuları hayran bıraktı. Doom 3, serinin önceki oyunlarının aksine saf aksiyondan uzaklaşarak gerilim ögelerini de içeren ve hikaye anlatmaya çalışan bir yapıya bürünmüştü. Serinin hayranları bundan pek hoşlanmasa da oyun değerini bulan bir yapım oldu ve oldukça beğenildi.
Bu yılın en beklenmeyen sürprizi bize pek de yabancı olmayan bir ekipten geldi, Almanya’da yaşayan 3 Türk kardeş Cevat, Avni ve Faruk Yerli kendi geliştirdikleri CryEngine motoruyla yaptıkları Far Cry oyununu piyasaya sürdüler ve oyun dünya çapında çok büyük ses getirdi. Bununla kalmayan Far Cry FPS yapımlarının geleceğini şekillendiren birçok yeniliği de beraberinde getirdi. Oyuncuya tam bir açık dünya tecrübesi olmasa da olabildiğince fazla serbestlik veren oyunda koca bir adada istediğimiz göreve istediğimiz şekilde gitmek ve görevi dilediğimiz şekilde yapmak elimizdeydi. Bugün tüm oyunlar açık dünya olduğu için “ee ne var ki bunda?” diyebilirsiniz ama o zaman için müthiş bir yenilikti bu.
Sistem gereksinimleri oldukça yüksek olan ve dönemin oyuncularını oldukça zorlayan Far Cry daha sonraları Türk Far Cry’ı gibi isimlerle de anıldı.
FPS oyunlarının 2000’lerdeki gelişimine en büyük katkıyı sağlayan Crytek bunu yalnızca Far Cry ile yapmadı, 2007 yılında Crysis isimli efsaneyi geliştirdiler ve Far Cry ile oyunculara sundukları özgürlük hissini dönemin belki de en iyi bölüm tasarımları ve vuruş hissiyatıyla harmanlayarak dünya çapında büyük ses getirdiler. Öyle ki kendilerinden sonra FPS oyunları bir daha eskisi gibi olmadı.
2007 yılı FPS severlerin yalnızca Crysis ile hatırlayacağı bir yıl olmadı, geçtiğimiz yıllarda büyük ilgi gören Call of Duty serisinin devam oyunu 2. Dünya Savaşı konseptini bırakıp savaşı günümüze getirdi ve Call of Duty: Modern Warfare ismiyle piyasaya çıktı. Modern Warfare nazi öldürmekten bıkan oyuncular için ilaç gibi gelmişti, oyun oldukça kısa olan tek kişilik modunun yanında çok oyunculu modlarıyla da büyük ilgi topladı. Silah çeşitliliği ve vuruş hissi konusunda üst düzey bir tecrübe sunan yapım bundan sonra da devam edecek Modern Warfare serisinin temelini attı.
Yine aynı dönemde 2006 ve 2007 yılları içinde oyuncuların merakla beklediği Half-Life 2 Episode 1 ve Episode 2 piyasaya çıktı ve büyük beğeni topladı. O günden bu yana oyun dünyası hala Half-Life 3 bekliyor. Valve 2007 yılı içerisinde Portal’ı da piyasaya sürerek türe yeni bir soluk getirdi, FPS oynanışı platform ve bulmaca ögeleriyle harmanlayan yapım büyük ilgi gördü ve en orijinal FPS oyunlarından biri oldu.
2008’e geldiğimizde işler tersine dönmüş gibiydi, Crytek’in geliştirdiği ilk oyunuyla büyük beğeni toplayan Far Cry’ın devam oyunu olan Far Cry 2 bu defa Ubisoft Montreal tarafından geliştirilerek piyasaya çıkmış ancak kendini tekrar eden yapısıyla ağır eleştirilerin hedefi olmuştu, Call of Duty serisi ise bu yıl tekrar 2. Dünya Savaşı konseptine dönerek CoD: World at War ile oyuncuların karşısına çıktı ve oyun vasat olarak değerlendirildi.
2009 yılı FPS severler için bereketli bir yıl olsa da türe yenilik getirme anlamında en başarılı oyun Borderlands olmuştu, rpg ögelerini FPS oynanışla birleştiren oyun co-op imkanı, eğlenceli diyalogları ve derin hikayesiyle büyük beğeni topladı. Silah çeşitliliği konusunda aşmış diyebileceğimiz yapım birçok dlc ile uzun süre tazeliğini korudu. Yine dönemin en iyi FPS oyunlarından olan Metro 2033 sağlam hikayesi ve atmosferiyle büyük beğeni topladı.
Bölüm 3: Açık Dünyanın Yükselişi ve Çok Oyunculu FPS Devrimi
Bu dönemde birçok büyük marka yeni oyunlarıyla piyasaya çıksalar da FPS’lerin kaderini değiştiren şey Valve’ın 2012 yılında Counter Strike Global Offensive’i piyasaya sürmesi oldu, CS:GO yalnızca bir oyun değil bir devrim etkisi yaptı. Oyun içi satın alımlar ve kozmetik ürünler vasıtasıyla büyük bir gelir sağlayan oyun FPS’lerin zaten pek de güçlü olmadıkları senaryo kısımlarının iyice savsaklanıp arka plana atılması furyasına neden oldu.
CS:GO’nun başarısını gören yapımcılar yeni oyunlarında senaryo kısmını olabildiğince sığ ve kısa tutup çok oyunculu modlara yüklenerek oyunculara rekabetçi bir ortam sunmayı amaçladılar. Bu rekabette öne geçmek için belli bir miktar para harcamanız gerekiyordu tabii…
Tek kişilik hikaye moduna sahip FPS’ler piyasaya çıkmaya devam etse de bildiğimiz FPS tarzı bu dönemden itibaren nostaljik olarak anılmaya başladı, alışılageldik aksiyon oyunları yerine rpg ögeleriyle bezeli ve açık dünya konseptli FPS’ler piyasayı ele geçirdi. İşte bunlardan en başarılı olanı Far Cry 3 oldu. Bu oyun getirdiği büyük yeniliklerle türü farklı bir seviyeye taşıdı. Kapsamlı bir açık dünya konsepti ve “haritanın hakimi olma” hissiyatını oyunculara sunan yapım serinin en çok beğenilen oyunu oldu. Ubisoft Far Cry 3’ten sonra birbirinin neredeyse aynı olan çok fazla Far Cry oyunu çıkararak serinin tabiri caizse suyunu sıktı ve seri günümüzde eskisi kadar itibarlı değil. Yine de yeni bir Far Cry oyunu her zaman ilgi çekmeye devam edecek gibi.
Çok oyunculu oyunlar türü ele geçirmiş ve birbirinin neredeyse aynısı olan tonlarca yapım her yıl piyasaya çıkıyorken bazı geliştiriciler bu oyunlar için bir mod olarak tasarlanan battle royale konseptinin özellikle Youtube ve Twitch gibi platformlarda yapılan yayınlarda çok ilgi gördüğünü fark etmiş olacaklar ki yalnızca bu konseptten oluşan oyunlar piyasaya sürmeye başladılar. H1Z1, PUBG, APEX Legends gibi battle royale konseptli oyunlar oyuncular tarafından çok büyük ilgi gördü. Bu türün oldukça büyük ilgi gördüğünü fark eden Valve çağı yakalamak adına CS: GO için battle royale konseptini getirse de rakiplerinin gerisinde kaldı.
Bu noktada bir parantez açmamız gerekiyor, akıllı telefonlar ve tabletlerin teknolojik anlamda oldukça gelişmiş olması ve adam akıllı bir oyuncu bilgisayarından çok daha ucuz olmaları özellikle üçüncü dünya ülkesi oyuncularının mobil platformlar için çıkan büyük yapımlara yönelmesine neden oldu. Bu pazarı gören yapımcılar PUBG’yi mobil platformlara getirerek oyunları oynayamayan ancak yalnızca izleyen düşük bütçeli oyunculara bu hevelerini giderme fırsatını sundular ve büyük başarı yakaladılar.
Günümüzde FPS oyunlarının gidişatı eski tarza yaklaşmaya başladı, battle royale konsepti eski popülerliğini gün geçtikçe kaybediyor. Doom Eternal, Serious Sam 4 gibi ilgi gören klasik yapımlar bunun ilk işaretleri.
Her konseptin seveni ve nefret edeni, her yapımın da eksikleri ve artıları var. Sorun bu konsept iyi şu konsept kötüden ziyade oyun yapımcılarının “bak bu oyun tuttu hadi bunun benzeri 96 tane daha oyun çıkaralım” kafasında yatıyor. 2021’in yeni nesil konsolların gücünden de yararlanarak çeşitliliğin bol, kalitenin yüksek olduğu oyunlar getirmesini dileyerek yazıyı bitirelim. Kill/death rationuza zeval gelmesin.
Zafer Şen