"Qelem sundi, elem ezdi dilimni,
Şamal darip kikeş qildi tilimni,
Qolum tutmas, putum basmas, paleçmen,
Nimem birle qilay râzi elimni."
- Abdurehim Ötkür -
Siz değerli okurlarımızın da malumudur ki kuruluş aşamasından beri TamgaTürk'te haber editörüyüm ve 1 aydan fazladır da Kovid-19'a dair onlarca haber yaptım. Yaptığım çoğu haberde de koronavirüsten bahsederken Çin Virüsü demekten çekinmedim. Bunun açıklaması diğer yazarlarımız tarafından önceki yazılarda yapıldı ise de ben kendimce bir açıklama yapmayı siz okurlara karşı borç biliyorum. Çin Virüsü diyoruz çünkü; Çin, bu virüsü 1 ay boyunca dünyadan sakladı ve kendisine yardım ve yataklık etmesi için DSÖ Başkanı ve diğer yetkililerine rüşvet verdi (Bkz. DSÖ Başkanı'nın Çin Bağları). Ayrıca Çin, virüsün yayıldığının öğrenilmesinden bu yana gerek ülkemizde gerek diğer dünya ülkelerinde inanılmaz bir propaganda yürütüyor. Şeffaf olmamak-rüşvet-propaganda. Bu üç olgu otoriter yönetimlerin daima dayanak noktasıdır ve birbirlerini tamamlarlar. Şöyle ki; otoriter bir yönetim sergiliyor iseniz halkınızdan ve dünya ülkelerinden her şeyi gizlersiniz. Sizin hakkınızda birtakım dedikodular döner ama hiçbiri net değildir. Her şeyi saklayabilmek için ise birilerinin cebini doldurmalı, birilerini satın almalısınız. Ve en nihayetinde günü gelir de bunlar açığa çıkar diye her ikisini de inkar edebilmek için propaganda yapmalısınız. Biz ilk etapta propagandayı ele alacağız. Propaganda kavramsal olarak; insanın düşünce ve davranışlarını etkilemek amacı taşıyan, önceden planlanmış bir mesajlar bütünüdür. Yani propagandada kendi fikirlerinizi hedef kitleye empoze etmeye çalışırsınız. Nitekim ilk profesyonel propaganda örneklerinin görüldüğü II. Dünya Savaşı döneminde Nazi Almanyasının yenilmesi ile ele geçirilen 6800 sayfalık propaganda belgeleri de bunu destekler nitelikte. Nazi Almanyası Propaganda Bakanı Joseph Goebbels'e bu belgelerde propagandanın amacı, nasıl yapılacağı, hedef kitlenin nasıl belirleneceği ve hangi araçların kullanılacağı etraflıca yazıyor. En başta da bahsettiğim gibi ideolojinizi halka empoze edebilmek için otoriter bir yönetim yapısına sahip olmanız gerekir. Fakat bu otoriteyi silah zoru ile değil hegemonya ile sağlamak durumundasınız, aksi halde ters teper. Peki nedir bu hegemonya? Hegemonya, ünlü sosyal bilimci Antonio Gramschi tarafından terminolojiye kazandırılmış bir kavram. Rızaya dayalı “dominance” yani egemenlik çerçevesinde tanımlanan bu kavram gerek Gramschi gerekse de onu takip eden düşünürler tarafından Batı endeksli bir yönetim biçimi olarak aktarılır. Fakat 21. yüzyıl itibari ile böyle bir şey söz konusu değil. Zira önceden baskı unsuru olarak silah gücünü tercih eden Doğu ülkelerinin iktidarları günümüzde hegemonyayı tercih ediyor. Çünkü silah gücünün en nihayetinde feci sonuçlara sebep olduğunu Arap Baharı ile birlikte herkes gördü. Yanlış anlamayın, çok bir şey değişmedi. Bahsettiğimiz otoriter rejimler eskiden yapmadıklarını yapıp arada sırada halkın ağzına bir parmak bal çalıyor o kadar. Çin Halk Cumhuriyeti de bu bahsettiğim ülkelere dahil tabii ki. Mao döneminde silah zoru ile yönetilen Çin halkı şu an rızaya dayalı bir otoriter rejim ile yönetiliyor. Yani birtakım baskı unsurları esnetilse de otoriterlik durumu aynı. Çin yönetimi kendi halkını hegemonyaya dayalı bir yönetim ile kontrol altına aldığı gibi, kendi propagandasını yaptığı ülkelerin halklarını da gayet iyi tanıyor ve ona göre PR geliştiriyor. Öyle ki Türk halkı henüz Kovid-19 adlı virüsten bihaberken ülkemizdeki Çin algısı nedendir bilinmez fazlasıyla sempatik düzeyde idi. Maalesef halkımızın Doğu Türkistan'da yapılan zulümden, oradaki insanların maruz bırakıldıkları ağır çalışma koşullarından, ucuz işçi gücünden, sosyal adaletsizliklerden ve virüsün en büyük sebeplerinden biri olan vahşi hayvan pazarlarından haberleri dahi yoktu. Medyada Doğu Türkistan'dan bahsederken bölgenin adı Sincan diye anılıyor, oradaki olaylardan sadece iddia şeklinde bahsediliyordu. Halkımızdaki en olumsuz Çin algısı belki de “oyuncakları biraz dandik yapıyorlar yav” söyleminden ibaret idi. Oysaki Sincan Ankara'nın bir ilçesi idi ve Doğu Türkistan'da olanlar birebir gerçekti. Çin'in propaganda örneklerini biraz çoğaltacak olursak eğer % 0,2 oy alan bir parti, buna bağlı bir gençlik örgütlenmesi, yine aynı partiye bağlı basın-yayın organları, haber siteleri ve sırf Çin övmek ve Çin savunmak adına açılmış yüzlerce Twitter ve Facebook sayfası bulabiliriz. Malum partinin kısıtlı (?) görünen imkanları ile bu kadar etki alanı yaratması da başka bir yazının konusu elbette. Peki Çin nasıl oluyor da Türkiye'de bu denli etki sahibi olabiliyor? Gustave Le Bon, Kitleler Psikolojisi adlı çalışmasının bir pasajında der ki; “Kitlelerin genel karakterlerinden birinin de aşırı bir şekilde telkine kapılmaya uygun bulunmaları olduğunu söylemiş ve her insan yığınında bir telkinin ne kadar sirayet edici olduğunu gösterdik. Bu durum ise duyguların belli bir tarafa çabuk yönelmesi olayını açıklar. Ne kadar yansız olduğu sanılırsa sanılsın, kitleler çoğu zaman telkine hazır bir dikkat ve bekleme durumu içerisinde bulunurlar. İlk yapılan telkin derhal sirayet yoluyla bütün zihinlere kendisini kabul ettirir ve hemen yönünü belirler.” Burada bizi en çok ilgilendiren kısım son paragrafta bahsedilen ilk telkinin derhal zihinlere sirayet ettiğinin anlatıldığı kısımdır. Yani virüsün Çin'de ortaya çıktığının öğrenilmesinin hemen ardından Çin İstanbul Başkonsolosunun herkesten önce Türk televizyonlarına çıkması ya da çıkarılması tesadüf değil, bir propaganda çalışmasıdır. Tabii yukarıda bahsettiğim Türk halkındaki ilginç Çin sempatisi de daha önceden yapılan telkinlerin bir sonucu. Bu telkinler içerisinde filmler, Çinli turistler ve buna çanak tutan Türk medya yayın organları var. Ama burada önemli olan Çin'in ne yaptığı değil, önemli olan Türk medyasının bu propagandaya alet olarak Çin'in ideolojik aygıtı haline gelmesi. Bu arada ideolojik aygıt demişken bu kavramı da biraz açmak gerekiyor. Bir başka ünlü düşünür Louis Althusser, Gramschi'nin ortaya koyduğu hegemonya kavramını destekler nitelikte yönetimlerin bu hegemonyayı birtakım ideolojik aygıtlar vesilesi ile uyguladığını savunur. Bu aygıtlar içerisinde spor salonları, aile, medya, sendikalar, okul ve ibadethaneler gibi kamusal ve özel alanlar yer almaktadır. Burada bizi ilgilendiren kısım medya. Çin yönetimi zaten kendi ülkesinde birtakım medya-yayın organlarını kullanarak propaganda yapıyor ve halkını hegemonyası altına alıyor. Ancak ben bir Türk milliyetçisi olarak benim ülkemde benim vatandaşlarımın Çin propagandasına maruz kalmasını ve tahakküm altına almasını sindiremiyorum. Bütün bu anlattığım reel-politik ve sosyal bilim kavramlarından ötürüdür ki ben bu virüse her alanda ve platformda Çin Virüsü demeye devam edeceğim. Benim mücadelem ne kadar etkili olur, kimin gücüne gider kime güç verir bilemem ama maksat safımız belli olsun. Yazımı sonlandırmadan evvel siz değerli okurlarımıza şunu söylemeliyim ki; bu yazı benim bir platformda yayınlanan ilk yazım. Bu sitede yayınlanması sebebiyle de ayrıca kıymetli. Tabii kıymetli olduğu kadar acemilik de barındırıyor. Bundan mütevellit bir kusurumuz olmuş ise affola. Esen kalın...
Furkan Akar