İnsan, yaşadığı her şeyi bilinçli ya da bilinçsiz kaydeder. Kimini bildik, tanıdık yerlere, kimini kendinin bile bilip farkında olmadığı kuytu köşelere ama illaki kaydeder. Hiç farkında olmadan çıkıverir bu kayıtlar insanın karşısına. Öyle apansız, pat diye. Kaydederken farkına varmadığı acılarının, büyüklüğünü anlamadığı hüzünlerinin ya da yasını tutamadığı hayal kırıklıklarının geciken yasının sancısını bu defa dibine kadar hisseder. Beyninden iliklerine uzanan uyuşmanın yarattığı sıcaklık bütün vücuduna yayılır yavaş yavaş. Hiçbir hâkimin yargılayamayacağı kadar sert yargılar kendini, kırar kendi kalemini. Susturamaz vicdanının sesini ama her insanın vicdanı aynı tonda çıkarmaz sesini. Kimininki gür ve tok bir sesle bağırır kimininkinin kendi bile duymaz çıkardığı sesi. Ve kimi vicdan alıkoyarken insanı bazı davranışlardan kimi vicdan pısırıktır, karışamaz. Bu sebeple işlenir vahşi cinayetler. Bu sebeple iftira atarken kızarmaz kiminin yüzü. Bu sebeple çalarken bile haklı görür kimi kendini.
"İnsanlar bütünsel varlıklar değildir" der Freud. İnsan parçalara bölünmüştür ve bu parçalar genellikle birbiriyle çatışma halindedir. Aklı türkü söylerken kalbi hard rock dinliyor olabilir insanın. Bilinçaltını da parçalayarak inceler Freud ve bence vicdan dediğimiz aslında süper ego ile eş değerdir ama kimileri vicdan diye İd’ini kullanır.
Bilinçaltını İd, Ego, Süper Ego olarak sınıflar Freud. Bu sınıflamanın en altında İd yer alır. İd, arzuların toplandığı ilkel benliktir. Şımarık, henüz çok küçük ve sürekli bir şeyler için tutturan bir çocuk gibidir. İstekleri hiç bitmez. İd, yeme, içme, cinsellik, saldırganlık gibi insan davranışının altındaki temel ihtiyaçlardan, biyolojik ve psikolojik iç güdülerden meydana gelir. Tehlikeli bir arenadır yani.
Süper Ego en üsttedir. İd’in bitmek bilmeyen arzularına hep karşı çıkan ve onu cezalandıran üst benliktir. Bu ceza, suçluluk duygusudur. Anne-baba ve toplumsal hayatta yer alan diğer önemli kişilerle kurulan etkileşim sonucunda geliştirilmiş değerlere dayanan Süper Ego bir tür sansür, bir tür kontrol cihazı ya da bilinçtir aslında. İnsan önce kendisi tarafından onaylanmak ister. Kendi iç barışını ancak böyle sağlayabilir. Yazık ki kişinin iç barışını sağlaması çok zordur. Bu bölüm, bizler büyüdükçe, içinde yaşadığımız toplum uygarlaştıkça, yasalar çoğaldıkça ve din kabul gördükçe bize durmadan neyin doğru neyin yanlış olduğunu söyler. Eli sopalı bir anne, bir gardiyan ya da bir denetleyici gibidir. Her şeye kızar, asık suratlıdır. Hep fren yaptırmaya çalışır. Yine de o, insanın en kıymetlisi, vicdanıdır. Gelişmiş bir Süper Ego’ya sahip birey, yüksek ahlâklı bir kimsedir.
Ortada ise ikisi arasında sıkışıp kalan Ego yani benlik bulunur. Bir yandan insanın bitmek tükenmek bilmeyen arzuları diğer yandan da ona sürekli "dur" diyen, sadece yaptıkları için değil aynı zamanda düşündükleri için bile onu cezalandıran vicdanı arasında ne yapacağını şaşırmış haldedir. Esas işi bu iki uç noktayı uzlaştırmak ve huzuru sağlamaktır. Üç efendiye birden borcu olan zavallının tekidir aslında. Öncelikle dış dünya durmadan bizden bir şeyler ister, bu birinci efendi. İd’in yani ilkel benliğimizin arzuları ve istekleri hiç bitmez ve bastırılması ya da doyurulması neredeyse imkânsızdır, bu ikinci efendi. Son olarak da Süper Ego, yani vicdanın sürekli durdurma, vazgeçirme, korkutma ve kural dayatmaları vardır, bu da üçüncü efendi.
Anlaşıldığı gibi dünyaya “insan” formuyla gelmek güzel olduğu kadar zor da aslında. Temelde her insan şu veya bu nedenle farklı bir sürü çatışma yaşar. İnsan asla “tam” olamayan bir varlıktır ve temelde pek çok çatışmanın sebebi de budur. İnsan her zaman yarım, tamamlanamamış bir varlıktır. Bir yanı yazken diğer yanı kışa döner. İki yanda birden baharı yaşamak imkânsız gibi bir şeydir.
İd, Ego ve Süper Ego’nun da tasarlandığı şekilde mükemmel çalışması bu sebeple imkân dışıdır. İd’in egemen olduğu insanlarda toplum kurallarına aykırı yaşanan bir hayat ve yanlış olduğunu düşünmediği için işlenen sayısız suç birikir yarına. İd’in egemenliği altına giren birey, neticede suç işler. Şehvet cinayetleri, plansız-anlık işlenen cinayetler ya da şiddet uygulama, kavga çıkarma alışkanlığı gibi suçları işleyenlerde genellikle İd’in baskın olduğu düşünülebilir.
Süper Ego’nun hâkimiyetindeki bir hayat genelde tek başına geçer. Kurallara aşırı bağlılık yalnızlığı getirir beraberinde. Herkesi suçlu ve yanlış görmenin etkisiyle herkesten uzak ve sakin bir yaşam sunar. Aksi bir karakterle beraber tabii. Süper Ego’dan gelen ayıplayıcı, utandırıcı baskılar nedeniyle içine kapanan birey, suçluluk duygularına kapılır. Suç, suçluluk duygusunun bir sonucu olarak ortaya çıkar. Süper Ego’nun güçlü olması neticesinde İd’in taleplerinin karşılanmasına hiçbir şekilde izin verilmeyeceğinden, suç işleyenler nevrotik bir kişilik olarak kabul edilirler.
İd ve Süper Ego arasında dengeyi sağlayabilecek derecede güçlü bir Ego’ya sahip olunmaması durumunda da, bireyde dengesiz bir kişilik yapısı gözlemlenir. İd, ego ve Süper Ego arasındaki dengesizlik ve çatışma, dışa suç olarak yansır
Ego’nun düzgünce çalışabildiği ve orta yolu bulabildiği nadir insanlardaysa ya gözle görülür ölçüde büyük başarılar ya da türüne az rastlanır başarısızlıklar birikir. Her şeye rağmen hem topluma hem de insanın kendine en uygunu Ego’ya teslim olmaktır. Bu teslimiyette asla kulaklarını İd’e tıkamamak ve vicdanını yani Süper Ego’yu kulak ardı etmemek şartıyla tabii.
Başta da dediğimiz gibi insan, yaşadığı her şeyi bilinçli ya da bilinçsiz kaydeder. Kimini bildik, tanıdık yerlere, kimini kendinin bile bilip farkında olmadığı kuytu köşelere ama illaki kaydeder. Bu kayıtlar vicdanının sesi olarak kendini duyurur ve vicdan, insanın kara kutusudur…
23.09.2021 - Demet Yener