Yurttaşlık, en amiyane deyimiyle “hak sahibi olabilmek hakkı”dır. Yani dezavantajlı bir duruma düşülmesine sebebiyet veren bir durumun, değiştirilmesinin talep edilebilmesi için, öncelikle egemen irade tarafından bu hakkın verileceği bir statü tanınması gerekir. Bundan dolayıdır ki yurttaşlık statüsü tanınmış bir birey için, hak talep etmek tabii bir davranış olduğu kadar bir ödevdir de.
Buna karşın egemen iradenin hak talep eden kişi veya gruplara karşı, sanki onlar lüzumsuz ve keyfi bir istekte bulunuyormuş gibi davranması yahut en temel hakların bile birer lütufmuş gibi minnet bekleyen bakışlarla gerçekleştirilmesi; nihayetinde ya yurttaşın hak talep etmekten gocunacak, çekinecek, ar edecek bir hale gelmesine yahut da egemen iradenin yurttaş üzerinde her hakkının sahibi olduğu izlenimi yaratan bir tahakküm kurmasına sebep olabilmektedir.
Yurttaşlık yalnızca bireyin veya toplumun egemen irade ile olan ilişkisinde değil, ideolojik doktrinler veya sosyal değerler nezdinde de önem taşımaktadır. Bir yanda liberal bireyselciliğin toplum duygularını, kimliklerini, ölçütlerini dikkate değer görmemesi ve diğer yanda toplumculuğun bireyin biricikliği, hürriyeti, yetkileri karşısında yetersiz kalması; bu iki kutup arasında bir arabulucu niteliğinde olacak olan yurttaşlık kavramıyla çözümlenebilir.
Uzlaşı sağlama aracı olarak yurttaşlığın öne sürülmesi, temel iki kutup arasında bir mutabakat sağlanmasına yönelik değil, bilakis agonistik bir tartışma zemini oluşturma açısından önemlidir denilebilir. Çatışmanın indirgenemezliği ön kabulüyle, yurttaşlar arasındaki husumetin giderilmesi mümkün olamayacağı için; söz konusu olan egemen iradenin yurttaşlar arasında bir uzlaşı yahut karşılıklı ödün verme yoluyla gerçekleşecek hak taleplerinin ortaya çıkabilmesi için gerekli agonistik tartışma zeminini sağlaması olacaktır.
Yurttaşlık bilincinin yerleşik olmadığı yerlerde, demokrasi istikrarsızlaşacak ve nihayetinde yerini istibdadî yönetimlere bırakacaktır ki bu durum, zaman içinde yönetilenlerin “gönüllü kulluk” zihniyetine bürünmesine yol açacak ve ilerleyen süreçte hak, hürriyet, eşitlik gibi mefhumların kaybolmasına kadar varacaktır. Tabii ki yurttaşlık yalnızca egemen iradenin sağladığı bir statü ve tesis edeceği bir kurum değildir, bilakis yurttaşların erdemli ve bilinçli olması gerekmektedir. Yurttaşlık erdemlerinin kazanımı ise gerek kamusal gerek özel alanda gerçekleştirilecek politikalar ve müzakerelerle edinilebilir ki ancak bu yolla, kolektif refaha erişmek mümkün olabilir. (Misalen, bir yurttaş kendinde çevreyi kirletmeme erdemine sahip olmazsa, devlet çevre kirliliğinin ne kadar önüne geçebilir?)
Antagonizma tarihsel süreçte kendiliğinden yok olacak arkaik bir olgu yahut radikal müdahaleler yoluyla arınılabilecek genetik bir hastalık olmadığı için, yapılması gereken en makul davranış; antagonizmanın düşmanlık boyutuna varmasına izin vermeyip, yurttaşların agonistik tartışmalar yürütebileceği uygun zemini yaratmaktır. Bu tartışmalar sonunda üretilecek hak taleplerinin ise toplumsal dengeyi korumak ve insan haklarına kayıtsız kalmamak adına, egemen irade tarafından makul birer karşılık verilmesi gerekmektedir.
Yurttaşlar eşittir ve yurttaşlar özgürdür. Bu, toplumu oluşturan kişi ve grupların cinsiyet, etnisite, dinî inanç vesair tercihlerinden ve kimliklerinden bağımsız olarak geçerli bir kaidedir. Eşit ve özgür yurttaşların egemen iradeye sundukları hak talepleri, bunları gerçeğe dönüştürecek mekanizmalara ulaşmadan önce; toplumun kendi içinde uzlaşıya varması veya taraflarca ödün verilmesi yoluyla olabilir. Fakat burada belirtmek gerekir ki toplumun uzlaşıya varması yahut taraflarca ödün verilmesi, bir tarafın tahakküm, tehdit, şiddet gibi demokrasi dışı ve antagonizmanın ileri boyutlarını tetikleyebilecek yollar haricinde olması elzemdir. Bu noktada ise yurttaşlar arasındaki dengeyi bulacak üçüncü bir taraf olmak egemen iradenin görevidir.
Bugünün dünyasında karşılaşılan pek çok sorun –ekseriyeti öyle kabul edilmese dahi- politiktir. Nihayetinde yeni siyasal kuramlar, sivil toplumun yükselişi, alternatif siyasal mücadelelerin üretimi gibi yeni dünyanın bize sunduğu yeni siyaset anlayışı; özel olanın politikliğine dikkat çekmekle birlikte kamusal alanın genişletilmesi noktasında da geniş bir karşılığı olan bir dünya tasavvur etmektedir. Örneğin, kadın hakları konusunda, kadını yurttaş olarak görmeyen, görmek istemeyen zihniyet; özelde bir cinse karşı tutum sergiliyor gibi gözükse de genelde yurttaşlık kurumuna karşıdır. Nihayetinde kadının yurttaş olarak tanınması, beraberinde belli hak talepleri ve bazı grupların haksız edinilmiş haklarından feragat etmesini gerektireceği için; politik alanın genişletilmesi ve dezavantajlı grupların haklarının gözetilmesi çoğu egemen irade tarafından görmezden gelinmektedir.
Yurttaşlık kurumunun ehemmiyetinin görmezden gelinmesi, bugün bazı kişi ve gruplarca kendi hak ve hürriyetleri kısıtlanmadığından dolayı olsa da; siyasetin doğası gereği iktidarın sonu olmayan bir mücadele olması ve egemen iradenin er ya da geç el değiştirmesi nedeniyle; bugün zarar görülmesine izin verilen yurttaşlık kurumu, yarın buna göz yumanların hak talebi eden pozisyonda olmasıyla tekrar önem kazanacaktır, fakat önemli olan şudur ki o gün her şey için geç olabilir. Yurttaşlık farklı olanın ötekileştirilmesi ve tahakküm altına alınmasını değil, tam tersine insan hak ve hürriyetlerinin kazanılması ve korunması için en gerekli müesseselerden birisidir.
Oğuz Can Acar
Kaynakça
Chantal Mouffe, Siyasal Üzerine, İstanbul: İletişim, 2018.
Will Kymlicka, Çağdaş Siyaset Felsefesine Giriş, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi, 2016.