Merkez Bankası Başkanının görevden alınmasının etkilerine, bundan sonra neler olabileceğine dair ortada birçok yalan yanlış haber ve değerlendirme var. HDP’nin kapatılması ve İstanbul Sözleşmesi gibi diğer birikmiş bir gündem de var. Söze Merkez Bankası Başkanının değişimi ile başlayalım.
Bir ekonomiyi değerlendirmek için sadece ekonomik kavramlar ve ekonomik öğreti yetmez. Çünkü sorduğumuz sorulara göre olaylara cevap alabiliriz. Önce bütünü ortaya koymamız lazım. Dünyanın mevcut ekonomik ve finans sistemini ortaya koymalı ardından Türkiye’de neler oluyor buna bakmamız lazım.
Dünyadaki mevcut ekonomik sistem, biliyorsunuz; 1944 yılında Bretton Woods Anlaşması ile ortaya konulmuştur. Bretton Woods sistemi, II. Dünya Savaşı sırasında Temmuz 1944'te ABD'nin küçük bir kasabası olan Bretton Woods'da toplanan Birleşmiş Milletler Para ve Finans Konferansında ortaya çıkan iktisadi sistemdir. Bu konferansa 44 ülkenin temsilcileri katılmıştır ve gelen devletlerin yarısından fazlası az gelişmiş ülkelerdir. Ayrıca Romanya dışındaki sosyalist ülkeler fona üye olmamış ve sistemin dışında kalmışlardır.
Bretton Woods sisteminin kurulma sebeplerinden ilki, 1930 yılında yaşanan ekonomik buhran ve hemen ardından gelen dünya savaşı ile ekonomisi dibe vuran ülkelerle ilgili uluslararası alanda yaşanan para değişiminin duraksama noktasına gelişine ve yine savaş sebebiyle ülkeler arası alım satım ticaretinin durma noktasına gelişine çözüm bulmaktı. Özetle uluslararası parasal döngünün düzeltilmesiydi.
Bretton Woods uluslararası para idare sistemi, dünyanın önde gelen devletleri arasındaki ticari ve finansal işlemlerde uyulması gereken kuralları belirliyordu. Hem ekonomik hem de siyasi yönden gelişmiş ülkelerin liderliğinde İkinci Dünya Savaşı’ndan yıkılan ve harap olan Avrupa'nın tekrardan kalkınmasını sağlamayı ve savaş sonrası bitik halde olan dünya ekonomisini yeniden ayağa kaldırmak için ülkelerin paralarını teminat altına almayı amaçlıyordu.
Uluslararası para sisteminin kurallarını belirleyen bu anlaşma, Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu (IMF)'nun kurulmasına da karar vermiştir. 1946'da, yeterli sayıda ülke anlaşmayı imzalayınca bu kurumlar faaliyete geçmiştir. Bu sistemin getirilmesini isteyen ABD adına önerileri ünlü ekonomist Harry Dexter White sunmuştur. John Maynard Keynes ise, İngiliz ekibinin başındadır. Bu konferansta altına dönüştürülebilen tek para biriminin dolar olmasına, diğer para birimlerinin değerlerinin de dolara göre ayarlanmasına karar verilmiştir
Bretton Woods sisteminin aslında temel amacı, Amerika Birleşik Devletleri’nin dünyadaki para akışını düzenleyerek İkinci Dünya Savaşı sonrası yıkılan harap olan Avrupa'nın para olarak kendisine bağlı olmasıdır. Ayrıca bu sistem birçok ülkenin içinde yer almasıyla birlikte bir nevi dünyanın küreselleşmesine önayak olmuştur.
Bretton Woods sisteminde iki plandan söz edilmiştir. Bunlardan birincisi 'İstikrar Fonu'dur. Oluşturulan bu fonla ve uluslararası ticarete getirilen düzenlemelerle ödemeler dengesi sorunlarının giderilmesi ve uluslararası para ve kredi akışının düzenlemesi amaçlanmıştır. Bir diğer plan ise 'Keynes Planı'dır ve bu planda öngörülen Dünya Ticaret Bankası'nın kurulmasıdır.
Bu iki plandan Keynes Planı daha çok ilgi görse de o günkü koşullarda İngiltere'nin dünya ekonomisine tek başına yön verebilecek kadar güçlü olmaması nedeniyle bu plan hayata geçmemiştir. Keynes Planının asıl amacı ise Kriling Birliği’nin kurulmasıdır. Uluslararası tahsilatlarda MB rolünü üstlenecek olan birlik, 'BANCOR' ile kendi para birimini ortaya çıkararak sisteme üye ülkelerin aralarındaki dış borçların yer değiştirmesini sağlayacaktı. İngiltere ekonomisinin İkinci Dünya Savaşı’nda tahrip olup ciddi hasarlar alması sonucu artık yeni bir lider olan Amerika'nın amaçladığı ve savunduğu plan olan İstikrar Fonu kabul edilmiştir. Böylelikle, Amerika dünyada tek güç olarak yükselmiş ve ekonomik gücünü de kullanarak dünyaya egemen olmaya başlamıştır. ABD'nin önerisi olan White Planı ise, uluslararası bir değer taşıyan ortak para birimlerinin oluşturulması ile ortaya çıkabilecek sorunları çözmeyi ve dünya para sisteminde altının esas alınmasını öngörüp kabul eden bir plandı.
Bretton Woods sisteminin temel özelliklerine gelince;
1. Ulusal paraların Amerikan Dolarının değerine göre ayarlanmış değerle altına dönüştürülebilmesi zorunlu olmuştur.
2. Ulusal paraların değerleri dolara göre ayarlanarak bu değerler IMF'ye kaydedilmiştir.
3. Ülkeler ulusal paralarının belirlenmiş kurlarında %1'lik oynama yapabilir ve Merkez Bankaları döviz alıp satabilir kılınmıştır.
Bu sistemde ortaya çıkan temel sorunlar ise;
1. Likidite ve anahtar paraya güven sorunu oluşmuştur yani ülkeler Merkez Bankalarında uluslararası yüksek likidite miktarına sahip iseler ancak paralarının dış değerini belli ölçülerde sabit tutma şanslarına sahip olabileceklerdi.
2. Diğer oluşan bir sorun dış denge sorunu olmuştur. Buna göre IMF sistemi otomatik denk mekanizmasına sahipti. Sabit kurun temelinden dolayı otomatik denkleşme oluşma şansı yoktu.
3. Diğer bir ciddi bir sorun ise, sayılı kaynaklarla elde edilen altın ülkelerin kasalarına girerek kaynak israfı oluşturmuştur.
Birinci Dünya Savaşı ve İkinci Dünya Savaşı sonrası tüm dünya yoksulluk ve sefalet ile uğraşırken ve ekonomisi bozulan devletler kendilerine bir çıkış yolu ve ekonomik kaynak olarak bir kurtuluş reçetesi ararken, karşılarına Bretton Woods sistemi çıkartılmıştır. Sistemin işleyişine baktığımızda ise ayarlanabilen sabit bir kur modeline dayanmaktaydı. Bu modele göre ABD dışındaki tüm üye ülkelerin milli para birimleri Amerikan Doları cinsinden tanımlanmıştı. Ancak Amerikan parası farklı milli para birimlerine göre değil, 1 ons ağırlığındaki altına 35 dolar fiyatından sabitlenmişti. Her ulusal paranın dolar paritesi olduğu için altının da paritesi bulunmaktaydı. Aslında tüm sistem altına dayanmaktaydı ve o yüzden bu sisteme 'Altın Kambiyo' sistemi de denilmiştir.
ABD savaştan güçlenerek çıkmıştı. Güçlü olan ekonomisini savaştan koruyarak Bretton Woods Sistemi ile oluşabilecek yeni bir dünya düzeninde dünyanın yeni hamisi olabilmiştir. ABD'nin dünyanın hamisi olmak istediğini gösteren benzer diğer uygulamalar ise Truman Doktrini, Marshall Planı idi. Hem Bretton Woods Sistemi hem de Truman Doktrini ve Marshall Planı gibi uygulamalar ABD'nin dünyada tek küresel güç olma isteği, hakimiyeti altına aldığı ülkelerde parasal ve ekonomik gücünü devam ettirme politikası olarak görülür. Bretton Woods Sistemi, Amerika Birleşik Devletleri'nin önderliğinde ortaya çıkan uluslararası kuruluşlar aracılığı ile yönetilmeye başlanmıştır. Bu Bretton Woods sisteminin temel amaçlarından biri de, Amerika'nın yeni ortaya çıkacak çok taraflı küresel ekonomik sistemde küreselleşme yoluyla alt ve üst yapı ile tüm dünyaya yayılmasıydı. Ancak bu Bretton Woods Sisteminin devam edebilmesi için eskisi gibi bir dünya savaşının da olmaması lazımdı.
IMF'ye ve Dünya Bankası'na 1947 yılında üye olan Türkiye, IMF'den aldığı yardımlarla ülke içinde siyasetini sürdürmüştür. Aynı zamanda Türkiye IMF ile en çok Destekleme Düzenlemesi (Stand-By) anlaşması yapan ülkeler arasındadır. Dünya Bankasına üye olan bir ülkenin IMF'ye üye olma şartı vardır. Aynı zamanda IMF'den ayrılan bir ülkenin Dünya Bankasından da ayrılması gerekmektedir. Çünkü bu yapılar Bretton Woods Sisteminin vazgeçilmez yapıları arasındadır. Fakat IMF'ye üye olan bir ülkenin Dünya Bankasına üye olması gibi bir mecburiyet yoktur. Bretton Woods Sistemi 1945-1971 dönemleri arasında küreselleşmeyi hayata geçirerek tekrardan atağa geçmiştir. Bu senelerde tüm dünya tarihinde hızlı bir büyüme gerçekleşmiştir. Bu dönemde IMF para buhranlarını önlemek için ilk başlarda sermaye denetimlerini kabul etmiş ve bu yaklaşımı daha aktif para politikalarının devam ettirilebilmesi için üye devletlere daha çok güç vererek bir miktar özerklik tanınmasına müsaade etmiştir.
Bretton Woods Sistemi 1955'lere kadar başarılı olmuştur. Ancak tüm para birimlerinin dolara endeksli olması zamanla piyasalarda gerilim yaratmış ve 1971'de ABD Başkanı Nixon’ın doları altına endekslemekten vazgeçtiğini açıklamasıyla aslında sistemin temeli çökmüştür. Çökmesine neden olacak diğer olaylara gelince;
ABD'nin 1950'lerde dış ödemeler bilançosunda açık vermesi, Japonya ve AET ülkelerinin rekabet güçlerini arttırmaları, ABD'nin askeri savaşlarda yani Vietnam Savaşında harcadığı fazla paralar ve artan dış ekonomik harcamalardır. Özellikle Avrupa ülkelerinin para konusunda tek hegemonya olan ve dünyayı yöneten ABD karşısında ABD Dolarına karşılık Avro’yu ortak değer olarak almaları ve bu para birimini kullanmaya başlamaları ABD Dolarına rağbeti azaltmış ve aynı zamanda ABD'nin Vietnam savaşında harcadığı olağan dışı para ve sürekli bir dış açık vermesi, Bretton Woods sistemini zamanla gözden düşürerek bir anlamda çökmesine neden olmuştur. Ortaya çıkan bu krizin en önemli sebebi ABD dışındaki ülkelerde dolar miktarının artması ve bu sebeple doların değerinin düşmesidir.
Bugüne gelince yani geçen yıl 2020 yılı itibariyle dünyanın gayri safi milli hasılası 87 trilyon 450 milyar ABD Doları’dır. Peki ülkeler arası dolaşan para ne kadardır? Bu rakamın 18 katı. Yani tam 1,5 küsur kat trilyon dolar. Peki bu para nereden yönetiliyor?
Bretton Woods Antlaşması'nın ABD Dolarını rezerv para yapması dünyadaki finans kurgusunu Amerika Birleşik Devletleri üzerinden olmasına neden oldu. Bu sistemin para akışını düzenleyen yan sistem ise “Society for Worldwide Interbank Financial Telecommunication / Dünya Çapında Bankalararası Finansal Telekomünikasyon Topluluğu”nun kısa adı olan SWIFT’dir. Tüm dünyadaki bankalar arasında elektronik fon transferi standardı sağlayan sistem olan bu sistem BIC kodu (Bank Identifier Codes / Banka Tanımlama Kodları) sayesinde her bankayı tanımlamaktadır. Yani Dünyada hangi ülke hangi ülke ile ticaret yaparsa bu ticaretin ödemeleri “200, quai Charles de Gaulle, W Washington, D.C. 20535-0001 935 Pennsylvania Avenue adresindeki Federal Bureau of Investigation (FBI)”; “38 Cours Albert 1er 75008 Paris, France adresindeki International Chamber of Commerce (ICC)” ; “200, quai Charles de Gaulle, 69006 Lyon, France adresindeki INTERPOL IP Crime Unit INTERPOL General Secretariat” aracılığı ile Amerika tarafından izlenmektedir. 10.000 ABD Dolarının üstündeki her para akışını kesme ve ticaretine engel olma hakkı bulunmaktadır. 10.000 ADB Doları’nın altındaki parasal hareketlerde görülebilmektedir. Ama bu sadece izlenir.
Birileri sistemin başına oturmuş ve para akışkanlığı ve döngüsü ile dünya ticaretini istediği gibi kontrol edebiliyor. Şu anda dünya ticaretinin %75’i dolar cinsinden parayla gerçekleştiriliyor. Bu Doların %75'ten biraz daha fazlası ise New York ve Londra'da dönüyor. Peki Amerika’nın dünya üretimindeki katkısı ne? Şu an bir numaralı ekonomi ve yaklaşık 20 trilyon dolarla bir numarada. Ama dünya üretimine katkısı %11 düzeyinde. 2020 itibarıyla dünya ihracatındaki katkı payı da yüzde 8.5 noktasında kaldı.
Şimdi böyle bir finans düzeneğini kullanan akıl aynı zamanda hegemonik güç olarak da kalmak istiyor mu? Evet…Dünyada bunun için her şeyi kullanacağını söylüyor mu? Evet… Amerika'nın hasımlarına ekonomik yaptırımlar uygulayacağını söylüyor mu? Evet… Peki uyguluyor mu ? Evet... Kime uyguluyor? İran-Rusya-Çin-Türkiye’ye uyguluyor. Yakında Hindistan’a da başlayacak. Avrupa Birliğini de ciddi ölçüde tehdit etti. Yani finans sisteminin kendisi zaten bir savaş aracı olmuş. Mesela İran'ı Swift sisteminden çıkarttı. İran’ın elini kolunu bağladı. Çin kendi para birimi üzerinden İran’la ticaret yapmak için bir anlaşma yaptı. Avrupa, İran’a ilişkin bu yaptırıma tepki koydu. İran'la ticaret yapmak için apar topar kendileri bir ödeme sistemi kurdular. İran'da kendi parası üzerinden bir anlaşma yaptı. Şimdi yaptırım yaptığı ülkeler bu olayın dışına çıkmak için kendi para birimleri ile ticarete başladılar ama burada da paranın değerini belirlemekte birtakım sıkıntılar var. Fakat süreç bir şekilde başladı. Peki Amerika'nın yaptırım yaptığı ülkelerin üretimdeki payı ne? %30 civarında. İhracattaki payı %28. Yani dünya ihracat payı %8.5, üretim payı %11 olan bir ülke tüm dünyanın geri kalanında aktif finans sistemini elinde tutuyor ve yaptırımlar uyguluyor. Türkiye de bu yaptırıma maruz kalan ülkelerden biri. Dolayısıyla ekonomistlerin ekonomiyi anlatırken bu sistemi de anlatmaları lazım. Sistemi biliyorlar mı? Biliyorlar da anlatmıyorlar mı? Yoksa durumun farkında mı değiller… Onu sizlere bırakıyorum.
Şimdi dünya finans sistemindeki bu kurguyu kontrol eden Amerika Birleşik Devletleri'nin Federal Rezerv Bankası yani Amerikan Merkez Bankası, özel bir grubun elindedir. Yani Amerikan Merkez Bankası kuruluşundaki özellik gereği Amerikan Devleti’nin kontrolünde değildir. Banka 12 ailenin elindedir. Ve kontrolü de bu ailelerin elindedir.
Ve şimdi Türkiye'nin ekonomisine baktığımızda dünya GSMH’daki payı yeniden %1’in altına düştü. 900 milyar dolara çıkmıştı şimdi ise 650 ile 700 milyar dolar arasında geziniyor. Kişi başı milli gelir daha da giderek düşüyor yani. Türkiye'nin dünya ekonomisindeki yeri bu. Türkiye'nin kendi içinde problemleri var. 1980'lerde Türkiye sisteme entegre edildi. 1980 darbesi ile sisteme entegre edildiğinde parası yoktu. 1990'da da yoktu. 2000'de de yoktu. 2010'da da yoktu ve halen de yok. Para yokun anlamı şu. Para yok derken ihracatımız ithalatımızı karşılamıyor. Cari açığımız yıllık ortalama 50-55 milyar dolar. Bu da hemen hemen enerji giderine denk geliyor. Örneğin son 18 yılda; Dış ticaret açığı 1.1 trilyon $, Cari işlemler açığı 570 milyar $, Devletin ödediği iç ve dış borç faizi 505 milyar $. Yani son 18 yıllık bir süreçte 1 trilyondan fazla faiz ve cari işlemler açığı var. Ülkemizde böyle bir para yok ki. Faiz ödemesi dediğimizde nakit ödeme değil. Borcun yeni faiz sarmalı içinde ötelenmesi. Üretim noktasında problem var. Neden var? Üretim için öz sermaye gerekli veya üretim amaçlı doğrudan gelen yatırıma ihtiyaç var. Oysa gelen yatırımlar doğrudan gelen yatırımlar değil. Gelse de çok az. Gelenler Londra ve New York merkezli köpek balığı fonları dediğimiz sistemin çakal oyuncuları. Sistemin sahipleri veya onun marabaları sistemi iyi bildiği için sadece Türkiye’ye değil ,Türkiye gibi finans açığı olan diğer tüm ülkelere gidip vur kaç taktiği ile paradan para kazanıyorlar.
Türkiye’de Merkez Bankası başkanı görevden alındı. Bu olayı iyi değerlendirmek lazım. Bugünkü dünya finans sisteminde dünyadaki tüm Merkez Bankalarının tamamına ortak olan bir mekanizma var. Bu mekanizma bizim Merkez Bankamıza da ortak. Bizim Merkez Bankamızın ismi Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası değil; Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası. Merkez Bankası’na Hazinenin ve Türkiye’deki belli bankalar, şirketler ve SGK, Kızılay gibi kuruluşların dışında %9,72 pay oranına tekabül eden 24.309 pay hisse ile paydaş olan 6.369 gerçek kişi ve yine %9,40 pay oranına tekabül eden 23.490 pay hisse ile paydaş olan 92 tüzel kişi, neticede toplam %19,12'lik pay oranı ile altın hisse sahibi olan (D) sınıfı ortakların isimleri nedir niye açıklanmaz? Kimdir bu altın hisse paydaşları? En ağır eleştirilerle Merkez Bankasının altını üstüne getiren ekonomistler konuşmalarında yazılarında neden bu hissedarların isimlerinden ve bağlantılarından hiç bahsetmezler?
Yani dünya finans sistemini kurgulayanlar, ülkelere borç verirken o borcu daha fazlasıyla (faizi) ile geri alması lazım. Bu nedenle borç verdiği ülkelerin batmasını istemezler. Batarsa yumurtlayan tavuğu kesmiş olurlar. Bu nedenle Merkez Bankası Başkanı bağımsız olsun der. Yani bağımsız olsun derken Türkçesi bana bağımlı olsun, ülkedeki siyasilere bağlı olmasın der. Benim önüne koyduğum finans kurallarına uygun davransın ki benim kazancıma mani olmasın der. İçerde böyle düşünürken dışarıda da bu söyleminin gerekçesini, siyasal olarak iktidara gelen Başbakan, Cumhurbaşkanı, Başkan adı her ne olursa olsun bir sonraki seçimi kazanmak için Merkez Bankasının rezervlerini eritir, kullanır yani benden sonrası tufan mantığı ile hareket eder diye açıklar. Yani kısaca dövizdi, borsaydı, faizdi, aha indiydi, aha çıktıydı derken oyunun sonunda kaybetmeyen bir tek yer vardır. O da masada kim kazanırsa kazansın ama aslında sonunda hep kazanan kahvecidir. Amerika Birleşik Devletleri 20 küsur triyon dolar borçlu. Peki bu kadar borçlu da ülkeyi yönetenler hep kötü mü yönetiyor? Amerika borçlu da diğer ülkelerin hiç mi borcu yok? İngiltere, Fransa borçlu, Çin borçlu ve hatta Japonya bile borçlu. Diyebilirsiniz ki ya bu ülkelerden bazılarının resmi kayıtlara göre dış borcu yok, onların borcu iç borç diye gözüküyor. Tamam onların bazılarının borcu iç borç diye gözüküyor da; arkadaşlar zaten bu borç veren aileler o ülkelerde olduğu için iç borç gözüküyor. İsmi iç borç, dış borç. Sonuçta borç verenler belli. Diğer birçok yazıda belirttiğim gibi yeryüzünde bir ulus devletler var; bir de ulus devlet üstü sürdürebilir bir dünya adı altında proje üreten devlet dışı aktörler var. İşte para sahipleri hep onlar. Ve şu an dünyanın şu kadar trilyon dolar borcu varsa alacaklı olanlar da ulus-devletler değil. Hep bu adamlar. Yani bu adamların Merkez Bankaları Başkanları bağımsız olmalı demelerinin altında yatan asıl gerçek budur. Amerika'da vatandaşı 20 küsur trilyon dolar borçlandırdılar. Ama sistem artık tıkandı. Çünkü bu zamana kadar vatandaşı ve Devletleri iliklerine kadar sömürdüler. Durum ortada hemen her devlet ve ülkenin vatandaşı borçlu. Evet, Amerika’da ve Avrupa’da insanların bir refah düzeyi var. Çünkü bu zamana kadar ortada ucuz krediler vardı. Onunla vatandaşlar evini, arabasını alır ama bir ömür boyu da krediye çalışırdı. Yani kredi etrafında dönen bir kitle var. Dolayısıyla Merkez Bankası'nın bağımsızlığını isteyen ve bugünkü finans sisteminin kurgulayan kişiler bu düzende sürekli kendileri kazandığı için bunu istiyorlar.
Şimdi efendim Merkez Bankası bağımsız değil. Merkez Bankası'na son 20 ay içinde dördüncü başkan atandı. Sen bu kadar sık Merkez Bankası Başkanı değiştirirsen buna yabancı yatırımcı güvenir mi diye soru soranlara dönelim. Arkadaşlar finans sistemini kurgulayanlar ülkenin geleceği ve potansiyelinde kendi kazancını garanti görürse yatırım yapar. Tamam, Merkez Bankası Başkanı değişti. Diyorlar ki niye değişti ? Kimilerine göre mesela Ali Babacan'a göre, 128 milyar dolarlık eksilen rezervin kime gittiğini en son görevden alınan başkan sormak istemiş de; ondan değiştirilmiş. Ahalideki kahir ekseriyetin düşüncesine göre de çok hızlı faiz yükseltmiş ondan dolayı görevden alınmış. Arkadaşlar faiz yükseltmek ve indirmek derin ekonomi bilgisi gerektirmiyor. İlköğretim çağındaki bir çocuğu da Merkez Bankası'nın başına getir. Faizi o da yükseltebilir. Ya da indirebilir. Oysa yurtdışından para gelmesi için sıfatı ekonomist olanlarca ne deniliyordu? Merkez Bankası'nın bağımsız olması, insan haklarının korunmuş olması, hukuk devleti standartlarının yüksek olması, adalet ve eşitlik olması, kadın hakları falan filan gibi birçok şey sayılıp söyleniyordu. Peki... Son görevden alınan ve 8 Kasım 2020’de Murat Uysal’ın yerine göreve getirilen Naci Ağbal, 4,5 aylık görev süresi içinde faizlerde toplam 875 baz puan artırım yapınca onca şey olması gerektiğini şart koşan Londra tefecileri toplamda 18-20 milyar dolarla pat diye çıkıp geldiler ya. Peki faizler artınca aynı zamanda yukarıda saydığımız ve olması gerektiğini söyledikleri onca şey bir anda ülkemizde olup bitiverdi mi? Yani Merkez Bankası bağımsız mı oluverdi? İnsan hakları hukuk devleti normları faizler gibi bir anda en yüksek seviyeye mi çıktı? Tüm bu sayılanlar oldu da mı geldiler? Zaten gelen para maksimum 3 aylıktı. O parada köpek balığı fonu türünden paraydı. Dünyada faizler negatife gidiyor iken, Türkiye dünyada en yüksek faizi veren ilk 7 ülke arasına girince gelen kanı gördü ve geldi. Ama doğrudan yatırıma gelmedi. 2 – 3 ay sonra çıkarken gelişi ile indirdiği dövizi ucuzu da alıp geri gidecek. Yani ekonomistlerin dediği gibi sen faizi yükselt o arada sen gelen parayla işini çevir mantığı tümden yanlış. Türkiye olarak mevcut ihracatımız ithalatımızı karşılamadığı yani gelirimiz giderimize yetmediği sürece ister faizi indir ister yükselt hiçbir şey düzelmez. Bu iş pratikte de mümkün değil. Neden? Çünkü doğrudan yatırım gelmiyor ki… Zaten pandemi döneminde dünya genelinde doğrudan yatırımlar durma noktasında. Pandemi döneminde en çok yatırımı Çin aldı. O da Avrupa ile Çin arasında serbest yatırımla ilgili birtakım anlaşmalar olduğu için. 1860'larda başlayan ve Çin’i Mao üzerinden yeniden kurgulayanlar zaten mevcut finans sistemini kurgulayanlarla aynı da ondan. Dünyadaki finansal operasyonların %76’sını yöneten New York ve Londra bankerleri zaten. Bir anlamda Çin’in de sahipleri bunlar. Dolayısıyla Çin aldı, biz de alabiliriz diyenler arkasındaki gerçeği bilmeden ya da görmeden konuşanlar. Arkadaşlar dünyada ahtapotun kolları gibi bir sistem var. Bu kollar finansta da var; savunma sanayinde de var; dijital dünyada da var; istihbaratta da var; Yani finansı kontrol eden bir üst mekanizma var. Bu gerçeği görmeden ne yaparsan yap atılacak adımlar bir şeyi değiştirmez. Filanca Merkez Bankası Başkanını al, ötekini koy. Hiçbir şey değişmez.
Bugün için Merkez Bankalarının para ekonomileri içerisinde kilit bir rolü var. Bunu en iyi bilenlerden biri de Amerikalılar. Fakat kapitalizmin mabedi olarak görülen ABD’nin yaklaşık 100 yıl bırakın kontrol etmeyi bir merkez bankası kurulması fikrine dahi tahammül edemediğini biliyor muydunuz? Merkez bankacılığı sorumlulukları anlamında Amerika’da kurulan ilk kurum ‘Bank of North America’ oldu. Amerikan Devrimi’ni ve İngiliz İmparatorluğu’na karşı yürütülen savaşı finanse etmek için 1782 yılında açıldı. Banka, Amerika Birleşik Devletleri’nin bağımsız bir devlet olarak kuruluşundan önce faaliyete başlamıştı. Başından itibaren, bu kuruma karşı muhalefet güçlüydü. Kongre bankayı başarısız buldu ve 1785 yılında ruhsatını yenilemedi. Bir merkez bankası fikrinin destekleyenler pes etmedi ve ABD’nin ilk merkez bankası ‘First Bank of the United States’ başkan George Washington’un görev döneminde 1791 yılında kuruldu. Fakat Thomas Jefferson başta olmak üzere ABD’nin diğer bazı kurucuları, buna karşı güçlü muhalefeti sürdürdü. Jefferson, 1788’de Edward Carrington’a yazdığı bir mektupta, “Kağıt para yoksulluktur… paranın kendisi değil, hayaletidir,” diyor. Jefferson, 1816’da John Taylor’a yazdığı bir mektupta ise şu ifadeleri kullanıyor: “Ben de senin gibi, bankacılık kuruluşlarının yabancı ordulardan daha tehlikeli olduğuna ve fonlama adı altında, gelecek nesiller tarafından ödenmek üzere para harcama prensibinin, istikbalimizin hile ile çalınması olduğuna içtenlikle inanıyorum.”
First Bank of the United States’in ruhsatı yirmi yıllıktı ve 1811 yılında Başkan James Madison yönetimdeyken sona erdi. Kongre ruhsatı yenilemeyi reddetti. Uluslararası büyük sermayenin buna cevabı İngiltere’yi ABD’nin üzerine salmak oldu. İngiltere ABD’ye savaş ilan etti. 1816’da, Madison ‘Second Bank of the United States’ şeklinde fikri yeniden canlandırdı. Yıllar sonra, başkan seçilecek olan Andrew Jackson ise Avrupalı küreselci sermayenin bir aracı olarak gördüğü Merkez Bankasını kapatmayı kendine hedef olarak seçmişti. Bu amaçla ilk başkanlık döneminde banka fikrini destekleyen 2 bin memurun görevine son verdi. O dönemde ABD federal yönetiminin memur sayısı 11 bindi. İkinci dönemine başlamadan önce Jackson, tüm seçim kampanyasını bu ikinci merkez bankasını kapatma üzerine kurdu. Kampanyasının sloganı “Jackson Gelecek, Banka Bitecek!” oldu. Jackson, bu vaadiyle seçimi kazandı. Bundan sonraki hedefi hükümetin parasını merkez bankasından çekmekti. Bunu reddeden maliye bakanını görevden aldı. Yeni atanan bakan da parayı çekmeye cesaret edemedi. Jackson çok kısa sürede ikinci kez maliye bakanı almaktan çekinmedi. Sonunda hükümetin parası merkez bankasından çekildi. Buna karşı dönemin merkez bankası başkanı Nicholas Biddle’ın yanıtı kredileri geri çağırmak, para arzını daraltmak ve ekonomik kriz çıkarmak oldu. Kongre krize neden olduğu gerekçesi ile Jackson’ın üzerine saldırdı. Ancak Biddle egosunun kurbanı oldu. Yanlış kişilerin yanında piyasadan para çekip nasıl Jackson’ı mahvettiğini anlatınca hilesi ortaya çıktı. Biddle, krizi kendisinin çıkarıp çıkarmadığını soruşturmak için bankaya gelen kongre üyeleri ve askerlere silahla direndi! Daha sonra, devletin tüm borçlarını ödedi! Andrew Jackson ABD tarihinde bunu başaran tek başkan. Küreselci Avrupa sermayesi ise buna karşı çakallarını devreye soktu. Başkan Andrew Jackson’a suikast düzenlendi! Suikastçının iki silahı da art arda tutukluk yapınca Jackson ölümden kurtuldu. Second Bank’ın ruhsatı 1836 yılında yenilenmedi. Jackson’ın başkan olarak görev yaptığı iki dönem boyunca en büyük başarısının ne olduğu sorulduğunda, “Bankayı Öldürdüm!” yanıtıdır.
Yani ABD’de Merkez Bankaları Sistemi (Federal Reserve ya da FED), 23 Aralık 1913 yılında yeniden kurulmadan önceki tam 75 yıl boyunca yoktu. Amerika 1906 yılında büyük San Francisco depremini yaşar. Ülke bu anlamda sancılı bir süreç geçirir. Bu tarihten 1 sene sonra 1907 de '1907 paniği' süreci yaşanır Amerika'da. Bu yaşanan büyük bir finansal krizdir. Finansal krizin ardından FED kurulur. Yaşanan krizin temeli 2 kuruluşun tekelleşme çabasından kaynaklanır; o dönemlerde paranın bağlı olduğu bir kurum olmadığından bu 2 kuruluş güçlerini kullanarak tekel olma yolunu seçer ve bunun sonucu bir kriz oluşur. Yaşanan durum likidite sıkıntısı yani nakit akışı sıkıntısıdır. Bu kriz başladığında halk paniğe kapılıp bankalardaki paralarını çekmek için bankalara hücum edince New York borsasının %50 düşmesine sebep olur. O yıllarda çiftçilere verilen kredilerin artması, 1906’da yaşanan depremin ardından yeni inşa sürecinde yapılan harcamalar ve halkın paralarını çekmek için bankalara hücum etmesi ve tekelleşme konusunda hızlı adım atmak isteyen 2 kurumun ve bağlı olduğu kurumların iflas etmesi üzerine, ülkenin önde gelen ismi J.P Morgan finansal piyasayı kurtarmak için harekete geçer. National City Bank başkanı J. Stillman ve First National Bank başkanı George F. Baker ve J.P Morgan resmi olmayan bir ekip oluşturur. Tüm ulusal bankalara fon sağlar. Bu ekibe daha sonra Amerika'nın en varlıklı adamı John D. ROCKEFELLER da dahil olur. Bu hamleler ile bankalar ve kurumları rahatlar. Fakat New York borsasının çok zor olan durumu devam eder ve iflasa doğru sürüklenir. Yaşanan bu panik durumu işsizliğin artması ve ihracatın düşmesine neden olur. Neticede bu özel sermaye grubunun oluşturduğu fon ve sağladığı krediler çok fazla artar. Kontrolü sağlayacak bir merkeze ihtiyaç duyulur ve FED hayata geçer. Yaşanan bu durum tabii her ne kadar piyasayı kurtarmak olarak da görünse temelinde gücü eline almak ve piyasaya yön vermek için atılmış bir adımdır. Parayı yönetenler her şeyi yönetiyordur sonuç itibarıyla. Neticede FED 23 Aralık 1913'te kurulur. Kurulduğunda temel görevi istihdam sağlamak, fiyat istikrarını korumak ve uzun vadeli faiz oranlarını belirlemekti. Bu görev ve yetkiler günümüze kadar artarak değişmiştir. FED 12 bölgesel merkez bankasından oluşur. FED başkanını Amerika Birleşik Devletleri Senatosu belirler. ABD Başkanı adayını seçer ve senatonun onayına sunar, senatonun kararı sonucunda FED Başkanı belirlenir. FED özel bir kuruluştur ve Amerika Merkez Bankası olmadığından, bu görevi üstlenen kurumdur ve bağımsızdır. Aynı zamanda denetlenemez. FED dünyada sermaye yapısı olaraktan tektir; çünkü FED'in sermayesi üyelerine aittir. Bu üyelerde 12+1 aileden oluşur. Resmi görünümde sermaye bankalara aittir. FED dolar basma yetkisini elinde bulunduran tek kurumdur.
Bu anlamda Türkiye'nin geliri giderine denk ise isterseniz Merkez Bankasını kapatabilir ya da oraya 23 Nisan'larda çocukların koltuğa oturması seremonisinde olduğu gibi herhangi birini oturtabilirsiniz. Sonuçta çok da bir şey değişmez. Bizim temel problemimiz dünyadaki mevcut finansal sisteme entegre olduktan sonra devlet kurumlarında görev yapanların bu finansal sistemin arkasındaki yapıyı ya tam bilmemeleri ya da bilmelerine rağmen bir şekilde bu yapının hile ve oyunlarına karşı refleks geliştirememeleri ya da karşı oyunlar kurgulayamamalarıdır.
Yazı maalesef oldukça uzadı, bu yüzden burada noktalı virgül koymamız lazım. Bu nedenle Merkez Bankası üzerindeki bu sık değişimlerin Kasım 2021’deki çok kuvvetle muhtemel bir erken seçimin işareti olduğuna dair arka plandaki önemli ulusal ve uluslararası gelişmeleri ve gerekçeleri daha sonraki yazımıza bırakalım.
Esenlik dileklerimle…
Haldun Aksalman
Emekli Mülki İdare Amiri