"Asla olmayacak olanı nasıl ayırırsın asla olmamış olandan?"
Cormac McCarthy'nin Yol adlı romanında geçen bu soruda takılıp kalmış ve soruyu bir bilmece gibi tekrarlayıp durmuştum. Bunu esaslı bir soru kabul ediyorum. Esaslı sorular şöyledir; belagâta bulanmış değildir — saf bir bilme arzusuyla sorulur ve apaçık kelimelerin basit diziliminden ibarettir. En önemlisi ise sorunun muhatabı cevap vermek için birkaç sefer ağzını açar fakat ânında kapar, çünkü o soru hazırcevaplıkla geçiştirilemeyecek kadar derindir.
Kitabın bağlamı dışında herhangi bir temaya uyarlanabilir olan bu soruyu, ben, milliyetçilik ekseninde ele alacağım. Öncesindeyse soruyu yalın hâlde tetkik edelim.
Ayrım yapılması istenen iki durum var:
— Asla olmayacak olan
— Asla olmamış olan
Sıralamadaki ilk durum ("asla olmayacak olan") sadece gelecekte değil, bütün zamanlarda geçerli bir hükümdür. İkinci durum ("asla olmamış olan") ise ilkinin artık mazide kalmış tezahürüdür. Ayrım yavaş yavaş belirginleşiyor işte... Bir şeyin "asla olmamış" olması, "asla olmayacak" hükmünü sadece destekler, bu hükmü doğrulamaya muktedir değildir. Yine de tehlike devam eder. Olasılık kapısı aralıktır fakat bu kapıdan henüz geçilmemiştir. "Asla olmayacak!" hükmü, her ne kadar katı görünse ve olasılığın önüne çelikten bir set çekse de, aslında tek bir darbeyle dahi yıkılabilir.
Gündelik hayata dair çok basit bir örnekten yola çıkalım: Herhangi bir mahallede yaşayan, kondisyonu düşük, yeteneği zayıf ama futbola ilgi duyan bir çocuk olsun. Bu çocuğu, mahalle maçlarında hiçbir takımda istenmeyen ve kadro seçiminde hep en sona bırakılan bir çocuk farz edelim. Arkadaşları onun gol atamayacağında hemfikir olsunlar ve şöyle desinler: "Ya bu çocuk asla gol atamaz!" Bir tek gol uğruna topun peşinde koşup kan ter içinde kalan o çırpı bacaklı çocuk, nihâyetinde bir gol attığında, sadece makus talihini değil, aynı zamanda arkadaşlarının kesin hükmünü de yerle yeksan edecektir. Asla olmamış olan bir durum (gol atmak) böylece 'asla olmayacak olan'a evrilememiş ve süreç kesin bir şekilde son bulmuştur.
Demek ki "asla olmamış olan", esasında "asla olmayacak olana" bağlı bir sürece işaret etmektedir.
* * *
Büyük ve müebbet bir ülke olan Turan'ı hür ve müstâkil, tüm kaynakları bakımından varsıl bir ülke hâline getirme amacındayız. Tarihte ve bugün, ideal hâliyle tasavvur ettiğimiz Turan'da nasıl bir düzen tesis edileceği hakkında farklı görüşlerimiz mevcut. Hatta Turan'ın hudutları bile mutabakata vardığımız bir konu değil. Yine de Turancılık mefkûresinden içtenlikle bahsettiğimiz zaman, bize yöneltilen karşı çıkışlar aynı hükümde birleşiyor: "Turan asla kurulmayacak." Sonrasında da bu hükmün gerekçelendirilmesi sûretiyle Turan'ın müebbedi tescilleniyor.
Modernleşme sürecinde sistematize olan ve dönüşüm geçiren mefkûreler arasında Turancılık da hem kendi taraftarları hem de muarızlarınca sorgulamaya tâbi tutulmuş ve aklın laboratuvarlarında sınanmıştır. Turan'ı ister siyasî birlik, ister kültürel birlik, isterse de ekonomik birlik olarak görelim; bu çatının bir ânda inşa edilemeyeceğini kabul etmeliyiz.
Al Pacino'nun Tony D'Amato rolünde (Any Given Sunday, 1999) antrenörlüğünü üstlendiği takıma yaptığı motivasyon konuşmasını bilenler olacaktır. Kritik bir maçın molasında, profesyonel kariyerlerinin kanıtlanacağı sahaya çıkmadan önce takımına sert bir nutuk çeker Al Pacino. Hayatı ve futbolu birbiriyle özdeş tutar. Ben de, üstte, mahalle futbolundan hareketle bir örnek sunmuştum. Oysa ben futbol ile hayatı, bilhassa siyasal hayatı bir tutmuyorum. Mahallenin hevesli ama hâkir görülen çocuğu bir gol ile "asla olmayacak" hükmünü geçersiz kılabilir. Turancılar ise bir tek darbeyle o hükmün çelikten seddini yıkamaz.
Siyasî mücadele, her şeyden evvel, bir süreçtir. Bu süreci en özlü şekilde özetlemiş olanlardan biri, belki de Şevket Süreyya Aydemir'dir:
"Siyasi mücadele; bir siyasi düzen mücadelesidir. Bu mücadele; düzeni yönetenler tarafından değil, düzeni yönetenlere karşı yürütülür. Yürürlükteki siyasi düzen, öyle aksaklıklar, öyle çelişmeler, yetersizlikler verir ki, bu düzene karşı güvensizlikler, şikâyetler, toplum içinde bazı sözcüler yaratmaya başlar. Mücadele, önce bir ruhî direniş şeklinde belirir. Bu direniş; siyasi memnuniyetsizlikler, mevcut nizamı çeşitli yönlerden eleştirmeler, mevcut nizama karşı bir düzen değişikliği hasreti şeklinde gelişir. Nihayet bu gayri memnunlar yavaş yavaş çevrelerini etkilemeye başlarlar. Yavaş yavaş kendi aralarında görüş, fikir, hedef birliğine varırlar. Bundan da bir hareket birliği ihtiyacı, hatta hareket birliği doğar. Aynı fikir ve görüşleri paylaşanlar; aralarında direniş ve hareket cemiyetleri teşkil ederler. Sahnede Lider'ler belirir, sonunda bu akım; ya fiili bir mücadele, yani mevcut düzene karşı bir isyan ve ayaklanmayla su yüzüne çıkar. Azınlık, fakat aktif bir kadro, mevcut siyasi nizamı, cebir ve zor yolu ile değiştirmeye çalışır. Yahut da bu mücadele, bu kadronun mevcut siyasî nizam üstünde, kanunlara ve şekillere uygun olarak söz sahibi olması imkânını yaratır. Siyasi nizamda değişiklik, tekâmülcü bir akış takip eder."*
Siyasî mücadelelerin her safhasında inişler ve çıkışlar mevcuttur. Roma bir günde kurulmadı vecizi bu bakımdan vurgulanmayı hak eder. Aksi bir kez ispat edilene dek dillerden düşmeyecek olan "Asla olmayacak!" hükmü bizi zincirlemiştir. Zihnimizi ve ufkumuzu çevreleyen zincirlerden azat olmak -en azından şu ân için bu zincirleri gevşetmek- amacıyla başvurabileceğimiz yöntemler mevcut. Davam Türkçülük Turancılık olduğuna göre meseleyi bu minvalde değerlendireceğim. Nihâyetinde Turan'ı kurmak, bir gol atmak kadar basit değildir. Malûm hükmün çelikten seddini tek bir darbeyle değil, yıllar yılı nihaî darbeyi indirmek için hazırlanmış sayısız darbeyle yıkabiliriz.
Türk milliyetçilerinin en samimi hislerle kuracağı ve Turancılığa hizmet edecek her dernek, bir milliyetçinin Türkistan coğrafyasındaki başka bir devletin vatandaşı olan soydaşıyla tesis edeceği her dostluk, Turancı fikir ve eylem adamlarının yâd edileceği büyüklü küçüklü her meclis "Turan asla kurulmayacak!" hükmüne bir reddiyedir.
Bugün, topyekûn Türkistan'da, ateşe atılan İbrahim değil Türklüktür. Bugün, Türk'ü Türk'e bağlayan güzergâhı haramîler basmıştır. Çözüm; ateşe su taşımak, haramîye kılıç çalmaktır.
İşte o vakit geldiğinde ki Enis Behiç Koryürek'in kaleminden seslenen "Turan'ın sayhasını" duyarız: "Unutmuşdun beni; fakat ben vardım."
Celalettin Durak
*Şevket Süreyya Aydemir, Makedonya'dan Ortaasya'ya Enver Paşa — Birinci Cilt — 1860 ~ 1908 (İstanbul: Remzi Kitabevi A.Ş. Yayınları, 1983), ss. 15-16