Aşağıdaki metin, Dana Gioia’nın 1991 yılında The Atlantic’te yayımlanan bir makalesidir. TamgaTürk’te bir süredir çeviriler yayımlıyor, söyleşiler yapıyor, makaleler ve haberlerle sanatın, özellikle şiirin gidişatını ele alıyoruz. Buna devam edeceğiz – samimiyetin ve “tweet atmalık sanat”ın değil, estetiğin ve inceliğin sanatını yeniden hakim görmek isteyen bir avuç insanın görüşlerine tercüman olacağız.
Makaleyi uzunluğundan dolayı bölüm bölüm yayımlamayı uygun gördük. İlk bölüm, “Şiir Nasıl Gözden Düştü”, makalenin girişiyle beraber aşağıdadır. “Alt-Kültürün İçinde”, “Bohemya’dan Bürokrasiye”, “İnsanların Umrundayken” ve “Şairler Nasıl Duyulur?” bölümleri de ilerleyen haftalarda takip edecek.
Bu vesileyle Türk Dünyası haberleri, korkusuz yorumları ve Türk milliyetçiliği neşriyatının mahiyet ve odak açısından genişlemesine katkı yapmayı amaçlayan bu tarz işleriyle öncülük yapmaya soyunan TamgaTürk’e destek vermenizi, çevrenizle paylaşmanızı rica ederek, sözü Dana Gioia’ya bırakıyorum.
Nazım Dişe Dokunur mu?
Amerikan şiiri artık bir alt-kültüre ait. Artık sanatın ve entelektüel hayatın ana akımının bir parçası değil, nazaran küçük ve tecrit edilmiş bir topluluğun özel meşgalesi haline geldi. Yarattığı delidolu etkinliğin çok azı bu kapalı grubun ötesine ulaşabiliyor. Bir sınıf olarak şairlerin kültürel statüsü yok değil, agnostiklerin yaşadığı bir şehirdeki rahipler gibi, itibarlarının bakiyesi hala var. Ama sanatçı şahsiyetler olarak neredeyse görünmez durumdalar.
Çağdaş şairlerin vaziyetini özellikle şaşırtıcı kılan şey, bu durumun sanatın daha önce hiç görülmemiş bir genişleme yaşadığı dönemde gerçekleşmesi. Daha önce hiç bu kadar fazla yeni şiir kitabı, antoloji ya da edebiyat dergisi yayımlanmamıştı. Artık üniversite seviyesinde yaratıcı yazarlığı öğreten binlerce iş kolu var, birincil ve ikincil seviyelerde de çok daha fazlası. Hatta, meclis mümtaz şair diye bir kurum dahi oluşturdu, yirmi beş eyalette olduğu gibi. Federal, eyalet ve yerel yönetim mercileri tarafından oluşturulmuş, şairleri desteklemeye yönelik karmaşık bir sübvansiyon ağımız var; vakıflar, ödüller ve bütün masrafları karşılayan inziva etkinlikleri şeklinde özel destekler de cabası. Aynı zamanda, şimdiye dek çağdaş şiir hakkında hiç bu kadar fazla kritik yayımlanmamıştı, bunların yekunu da düzinelerce edebi bülteni ve akademik dergiyi dolduruyor.
Yeni şiirlerin ve şiir programlarının çoğalması tarihteki bütün ölçülere göre hayrete şayan. Her yıl büyüklü küçüklü dergilerde yayımlanan sayısız yeni şiirin yanında, binden biraz az sayıda yeni şiir derlemesi yayımlanıyor. Her yıl kaç şiir dinletisi yapıldığının sayısını kimse bilmiyor ama on binleri buluyordur. Birleşik Devletler’de şu günlerde yaklaşık 200 yüksek lisans seviyesinde yaratıcı yazarlık programı var, bu sayı lisans seviyesinde binden fazla. Her programda ortalama on şiir öğrencisi olsa, yalnızca bu programlar gelecek on yılda yaklaşık 20.000 resmi, profesyonel şair yetiştirmiş olacak. Bu istatistiklere bakınca bir gözlemci Amerikan şiirinin altın çağında olduğumuz kanaatine kolaylıkla varabilir.
Fakat bu şiir patlaması üzücü bir şekilde sınırlı bir olgu oldu. On yıllar süren özel ve kamu desteği, şiirin üretimi ve kabulü için büyük bir profesyonel sınıf yarattı; alay alay öğretmen, yüksek lisans öğrencisi, editör, yayıncı ve idareci. Çoğunlukla üniversitelerde konuşlanan bu topluluk, çağdaş şiirin birincil hedef kitlesi oldu. Bunun neticesinde, eskiden dışarıya yönelen Amerikan şiirinin enerjisi, artık git gide daha fazla içeriye odaklanıyor. İtibar bu alt-kültürün içinde yaratılıyor, ödüller kendi içinde dağıtılıyor. Russell Jacoby’nin Son Entelektüeller kitabından bu çağın akademik şöhret tanımını uyarlayacak olursak, “ünlü” bir şair artık yalnızca diğer şairler nezdinde ünlüdür. Fakat bu yerel şöhreti anlamlı kılmaya yetecek sayıda şair var. Çok uzun olmayan bir zaman önce, “yalnızca şairler şiir okuyor” sözü ağır bir eleştiriydi. Şimdilerde işe yaradığını ispatlamış bir pazarlama stratejisi.
Vaziyet iyice bir paradoksa, kültürel sosyoloji alanında bir Zen bilmecesine dönüştü. Son yarım yüzyılda, Amerikan şiirinin uzman okuyucu kitlesi genişledi ama genel okuyucu kitlesi daraldı. Bunun ötesinde, şiirin kurumsal başarısını mümkün kılan lokomotifler; akademik yazarlık programları, sübvanse edilen dergi ve yayınların artması, yaratıcı yazarlığın bir kariyer rotası olarak gelişmesi ve Amerikan edebi kültürünün üniversiteye göç etmesi, farkında olmadan şiirin kamunun gözlerinden ırak olmasına neden oldu.
Ortalama okuyucu için şiirin okuyucu kitlesinin azaldığı önermesi izaha gerek duymaz. Sanatın mevcut tecridinin en önemli belirtisi, alt-kültür içerisinde bu tür fikirler genellikle reddediliyor. Parnassus Dağı’ndan [ilham perilerinin yaşadığı dağ – Ç.N.] gelmiş ticaret odası temsilcileri gibi, şiir çığırtkanları yayınların, programların ve profesörlüklerin nicel artışına dair etkileyici ezberler sunuyorlar. Şiirin maddi genişlemesine dair boğa piyasası istatistiklerine bakınca, insan nasıl entelektüel ve ruhsal nüfuzunun eksildiğini gösterebilir ki? Buna dair sayıları bir araya getirmek zor, fakat samimi bir gözlemci düşünceler ve harfler dünyasındaki delillerin aşikar olduğunu görecektir.
Günlük gazeteler artık şiir kritiği yapmıyorlar. Aslında bütün bir basında şiirin ve şairlerin tuttuğu yer çok azaldı. 1984’ten bu yıla (1991) Ulusal Kitap Ödülleri şiir kategorisini çıkarmış durumda. Önde gelen münekkitler nadiren şiir değerlendirmesi yapıyorlar. Aslında diğer şairlerden başka kimse şiir değerlendirmesi yapmıyor. Norton Antolojisi gibi yalnızca akademik bir kitleye hitap edenler dışında hiçbir popüler çağdaş şiir derlemesi yok. Görünüşe göre, kısaca, nitelikli kurgu eserlerini hala takip eden geniş bir kitle şiiri fark etmiyor bile. Joyce Carol Oates, John Updike ya da John Barth’ın romanlarını tanıyan bir okur, Gwendolyn Brooks, Gary Snyder ve W. D. Snodgrass isimlerini hiç duymamış bile olabilir.
Şiirin mevcut durumunun mikrokozmosunu The New York Times’ta ne kadar yer kapladığına bakarak anlayabiliriz. Günlük baskıda neredeyse hiç şiir değerlendirmesi yok, arada bir Pazar eki Book Review’da değerlendirmelere rastlıyoruz, ama ekseriyetle kitapların birlikte ve kısaca değerlendirildiği toplu incelemelerde. Yeni bir roman ya da biyografi yayın tarihinde ya da yakın bir zamanda değerlendirilirken, Donald Hall ya da David Ignatow gibi önemli bir şairin yeni kitabı fark edilmek için bir yıl bekleyebiliyor. Bazen de hiç değerlendirilmiyor. Henry Taylor’un The Flying Change kitabı ancak Pulitzer Ödülü kazandıktan sonra incelendi. Rodney Jones’ın Transparent Gestures kitabı Ulusal Kitap Eleştirmenleri Topluluğu Ödülü’nü kazandıktan aylar sonra incelendi. Rita Dove’un Pulitzer ödüllü Thomas ve Beulah kitabı Times tarafından hiç incelenmedi.
Diğer mecralarda da şiir eleştirisi daha iyi durumda değil, hatta genel olarak daha kötü durudma. The New York Times’ın vaziyeti, çok iyi şiirler olsa da, bunların hiçbirinin okuyucular, yayıncılar ve tanıtımcılar dahil, şairler dışında kimse için bir şey ifade etmediği fikrini yansıtıyor. Birçok gazete ve dergi için, şiir onaylayan iki satırla anılacak ama daha az okunacak bir edebi metaya dönüşmüş durumda. Birçok editör, şiir ve şiir kritiğine, Montanalı zengin bir çiftçinin elinde birkaç bufalo tutması gibi bir muamele yapıyor – soyu tükenmekte olan bu hayvanları yemek için değil, gelenek uyarınca sergilemek için elde tutmak.
Şiir Nasıl Gözden Düştü?
Şiirin kültürel öneminin azaldığına dair iddialar yeni değil. Amerikan edebiyatında 19. Yüzyıla kadar geriye gidiyor. Ama modern tartışmanın 1934’te Edmund Wilson’un tartışmalı makalesi “Şiir Ölen Bir Teknik Midir?”in ilk versiyonunu yayımlamasıyla başladığı söylenebilir. Edebiyat tarihini inceleyen Wilson, 18. Yüzyıldan itibaren şiirin rolünün git gide daraldığını fark etmişti. Özellikle Romantizm’in çarpıcı şiire yaptığı vurgu o kadar “anlık ve saf” görüldü ki, ahiren git gide ekseriyetle lirik bir vasıtaya dönüştü. Önceleri öyküleme, hiciv, drama hatta tarih ve bilimsel spekülasyon alanlarında epey popüler olan nazım, liriğe ricat etti; nesir nazmın kültürel mıntıkasının çoğunu ele geçirdi. Hakiki ihtirasla dolu olan yazarların nihayetinde nesir yazmaktan başka bir seçeneği kalmadı. Büyük edebiyatın geleceği, Wilson’a göre, artık hemen hemen tamamen nesir alanında olacaktı.
Wilson edebi akımları incelemekte mahir ve yetkindi. Şiirin modern edebiyattaki yerine dair şüpheci tespitleri geçen yarım yüzyılda sık sık eleştirildi ya da doğrulandı - ancak hiçbir zaman tam anlamıyla yanlışlanamadı. İddiaları, ondan sonra gelen bütün çağdaş şiir müdafileri için temel çerçeveyi belirlemiş oldu. Aynı zamanda, Delmore Schwartz’tan Christopher Clausen’e diğer ikonoklastlar için de başlangıç noktasını tayin etti. 1988’de yazdığı, ilk defa Commentary’de yayımlanan ve sonra epey hırçın bir AWP Chronicle sempozyumunda yeniden basılan iğneleyici eleştirisi “Şiiri Kim Öldürdü?” ile bu revizyonistlerin en yenisi ve en meşhuru, Joseph Epstein’dir. Epstein’in başlığının Wilson’un makalesine evvela orijinal başlığın sorgulayıcı tavrını taklit ederek, sonra ölüm metaforunu yineleyerek iki defa ithaf içermesi tesadüf değildir.
Epstein esasen Wilson’un iddiasını güncelledi – ancak önemli farklarla. Wilson şiirin kültürel konumundaki gerileyişi üç asra yayılan tedrici bir süreç olarak görürken, Epstein son birkaç on yıla odaklandı. Epstein modernistlerin başarılarını -Şiiri sekarat halindeki Romantizmden alıp 20. Yüzyıla getiren Eliot ve Stevens’in neslini- mevcut şairlerin küçük olduğunu düşündüğü başarılarıyla karşılaştırdı. Modernistler, Epstein’e göre, geniş bir kültürel vizyon dahilinde çalışan sanatçılardı, çağdaş şairlerse “şiir profesyonelleri”ydi, üniversitelerin kapalı dünyalarında çalışıyorlardı. Wilson şiirin uğradığı felaketin suçunu tarihi güçlerde bulurken, Epstein şairlerin kendilerini ve yarattıkları kurumları yargılıyordu, özellikle yaratıcı yazarlık programlarını. Parlak bir polemikçi olarak Epstein makalesinin yakıcı olmasını istiyordu ve bunu başardı, büyük bir eleştiri patlamasını ateşledi. Amerikan şiirine dair hiçbir güncel makale edebi dergilerde bu denli reaksiyon yaratamamıştı. Aynı zamanda hiçbir makale şairlerin kendilerinden bu kadar olumsuz eleştiri almamıştı. Bugüne dek en azından otuz yazar basılı yayınlarda cevap verdi. Şair Henry Taylor iki reddiye kaleme aldı.
Şairler şiirin kültürel öneminin azaldığına dair iddialara karşı haklı olarak hassaslar, zira gazeteciler ve eleştirmenler bu tür iddiaları basitçe bütün çağdaş şiirin hükümsüz olduğunu ilan etmek için kullandılar. Genellikle bir münekkit şiire dair ne kadar az bilgi sahibiyse, şiiri dışlamaya o kadar hazır oluyor. Şiirin varsayılan çöküşüne dair yazılan en ikna edici iki makalenin iki kalburüstü kurgu eleştirmeninden gelmesinin tesadüf olduğuna inanmıyorum, ikisi de çağdaş şiire dair daha önce derinlikli çalışmalar yapmamışlardı. Epstein’in makalesinin isabetliliğini tartışmak için henüz çok erken, fakat bir edebiyat tarihçisi Wilson’un zamanlamasını ironik bulurdu. Wilson ünlü makalesini bitirdiğinde, Robert Frost, Wallace Stevens, T. S. Eliot, Ezra Pound, Marianne Moore, E. E. Cummings, Robinson Jeffers, Hilda Doolittle, Robert Graves, W. H. Auden, Archibald MacLeish, Basil Bunting ve diğerleri en iyi şiirlerini yazıyorlardı ve bu şiirler dilin tarihindeki en kapsamlı örnekler olarak tarihi, politikayı, ekonomiyi, dini ve felsefeyi konu ediyorlardı. Aynı zamanda Robert Lowell, Elizabeth Bishop, Philip Larkin, Randall Jarrell, Dylan Thomas, A. D. Hope ve diğerlerini içeren yeni bir nesil yayın hayatlarına başlıyorlardı. Wilson’un kendisi de Auden gibi tutkulu ve çok yönlü bir şairin ortaya çıkışının iddialarındaki birkaç noktayla çeliştiğini itiraf etmişti. Fakat Wilson’un kehanetlerinin bir kısmı isabetsiz idiyse de, şiirin genel vaziyetine dair algısı üzücü bir şekilde ferasetliydi. Büyük şiirler yazılmaya devam etse bile, şiir edebi hayatın merkezinden ricat etmişti. Sadık bir zümre tarafından desteklense de, şiir kültürün geneline ve geneli adına konuştuğuna dair özgüvenini çoktan kaybetmişti.
Çev: M. Bahadırhan Dinçaslan
Okumalar:
Avelina Lésper’le Modern Sanat Saçmalığı Üzerine Söyleşi
Harold Bloom – Onlar Kalabalık, Biz Yükseğiz
Eşit Değiliz: Demokrasi ve Alt İnsana Dair
Yazının ikinci bölümü için tıklayınız: Nazım Dişe Dokunur mu II: Alt-Kültürün İçyüzü
Yazının üçüncü bölümü için tıklayınız: Nazım Dişe Dokunur mu III: Bohemya’dan Bürokrasiye
Yazının dördüncü bölümü için tıklayınız: Nazım Dişe Dokunur mu IV: Şiir İnsanların Umrundayken
Yazının beşinci bölümü için tıklayınız: Nazım Dişe Dokunur mu V: Şiir İhtiyacı