Aşağıdaki metin, Dana Gioia’nın 1991 yılında The Atlantic’te yayımlanan bir makalesidir. TamgaTürk sanat teması kapsamında, üçüncü bölümü okurlarımızla paylaşıyoruz.
Türkiye’de elbette şiirin birinci derdi meslekleşmesi değil – ancak şairin şairlik vasfından başka vasıflarla tanımlanmasının şiiri nasıl katlettiğine dair bir vaka analizi olarak önemsiyoruz.
Bohemya’dan Bürokrasiye
Etkinliklerini muhafaza etmek için, alt-kültürler ekseriyetle kurumlara ihtiyaç duyarlar, zira cemiyetin geneli onların ilgi alanlarını paylaşmaz. Nudistler pervasız yaşam tarzlarını yaşamak için “doğa kampları”na doluşurlar. Keşişler kalender yaşam tarzlarını korumak için manastırlarda kalırlar. Şairler, sanatçılar ve entelektüellerden oluşan daha geniş bir sınıfın parçası olmaya devam ettikçe, hayatlarını şehir Bohemyaları [Entelektüel gettosu – Ç.N.] merkezli yaşadılar, burada kurumlar karşısında şüpheci bir bağımsızlığı muhafaza ettiler. Fakat bir defa şairler üniversiteye göç etmeye başladıklarında, Greenwich Köyü’nün ya da North Beach’in işçi sınıfı heterojenliğine akademinin profesyonel homojenliğini tercih ettiler.
İngiliz Edebiyatı bölümlerinin kıyısına yerleşirken bu durum başta sağlıklıydı. Daha üst rütbeleri ve resmi kariyer yolları yokken, şairler özel yaratıklar gibi görülüyorlardı. Antropologun kampını ziyaret eden bir yerli kabile şefi gibi, kendi kurallarına göre yaşamalarına izin veriliyordu. Fakat yaratıcı yazarlık için talep arttıkça, şairin görevi de edebi içerikten idari içeriğe kaydı. Üniversitenin teşvikiyle, bu kendi kendini yetiştirmiş yazarlar, genç şairler için tarihte ilk defa kurumsal bir müfredat hazırladılar. Yaratıcı yazarlık, arada bir İngilizce bölümlerinde verilen bir kurstan, başlı başına bir lisans ve yüksek lisans programına dönüştü. Yazarlar akademik uzmanlıklarını diğer üniversite programlarına benzer bir şekilde biçimlendirdiler. Yeni yazarlık bölümleri çoğaldıkça, bu yeni profesyoneller de alt-yapılarının ana hatlarını Bohemya’ya göre değil eğitim kurumlarının standartlarına göre belirlediler – mesleki unvanlar, dergiler, yıllık buluşmalar ve organizasyonlarını. Bu eğitim açılımının yarattığı profesyonel ağların içinden, şiir alt-kültürü doğdu.
Başlarda, yaratıcı yazarlık programlarının çoğalması baş döndürücü şekilde neşeli bir iş olmuş olmalı. Bohemya’da güç bela geçinen ya da ilk yetişkinlik çağlarını İkinci Dünya Savaşı’nda savaşarak geçiren şairler bir anda düzenli, iyi kazandıran birer meslek sahibi oldular. Kamuoyunun yoğun ilgisine hiç mazhar olmamış yazarlar kendilerini hevesli öğrencilerle çevrili buldular. Daha evvel seyahat etmek için bile çok fakir olan şairler kampüsten kampüse, konferanstan konferansa uçmaya, meslektaşlarının oluşturduğu kitlelere nutuk atmaya başladılar. Wilfrid Sheed’in John Berryman’ın kariyerindeki bir anı vaktiyle tasvir ettiği gibi: “Yeni filizlenen üniversite ağında, bir anda insanın kendisini milli şair olarak görmesi mümkün olmuştu – bu millet yalnızca İngiliz Edebiyatı Bölümlerinden ibaret olsa da.” Savaş sonrasının parlak dünyası Amerikan şiirine bir Rönesans vaat ediyordu.
Maddi açıdan bu vaat, Berryman’ın Buhran yıllarının izlerini taşıyan neslinin hayallerinin ötesine geçecek kadar yerine getirildi. Altı haneli maaş alan epey şatafatlı birkaç kürsüden, Burger King’in çalışanlarına ödediği kadar kazandıran epey part-time işe kadar, şairler şu sırada akademinin her seviyesinde nişler işgal ediyorlar. Asgari ücret dahi alsalar, şiir öğretmek onu yazmanın şimdiye dek kazandırabildiğinden çok daha fazlasını kazandırıyor artık. Yaratıcı yazarlık patlamasından önce şair olmak genellikle soylu bir fakirlik içinde, hatta daha kötü şartlarda yaşamak demekti. Şiirin istediği fedakarlıklar çile getirirken, Milton’un “nankör ilham perisi”ne hizmet etmek aynı zamanda yalnızca adanmış sanatçılardan başka herkesi şiirden uzak tutmayı da bir kolektif kültürel kazanım olarak getiriyordu.
Bugün şairlik yukarı doğru hareket imkanı sağlayan bir orta sınıf mesleği – atık yönetimi ya da dermatoloji kadar para kazandırmıyorsa da Bohemya’nın sefaletinden birkaç büyük basamak yukarıda. Ancak bir cahil geçen yılların -kurtulduğumuza şükrettiğimiz- sanatçı fakirliğini romantize edecektir. Fakat iyi gören bir göz aynı zamanda şairlerin işini herkese açıp yazarları yazmaktan başka işlerle meşgul ederek, kurumların şairin kimliğini sanatçıdan eğitimciye dönüştürdüğünü de görecektir. Sosyal açıdan şairin öğretmen olarak tanımlanması süreci artık tamamlandı. Birbirine takdim edilen iki şairden biri diğerine artık ilk olarak “nerede ders veriyorsun” diye soruyor. Sorun şairlerin ders vermesi değil. Kampüs bir şairin çalışması için kötü bir yer de değil. Yalnızca bütün şairlerin burada çalışması kötü. Cemiyet, şairlerin sağladığı hayal gücü ve ruh zindeliğinden mahrum kalarak zarar görüyor. Şiir, edebi standartlar kurumsal standartlara uymaya zorlanınca zarar görüyor.
Üniversitenin içinde bile, çağdaş şiir yalnızca bir alt-kültür olarak var. Ders veren şair, akademik meslektaşlarıyla pek az ortak noktası olduğunu görüyor. Edebiyatın akademik olarak incelenmesi son yirmi beş yılda hayal gücü yüksek yazarların pek az sempati gösterip hakkında bilgi sahibi olduğu teorik bir yöne doğru kaydı. Otuz yıl önce yaratıcı yazarlık programlarının muarızları, üniversitelerdeki şairlerin edebi eleştiriyle uğraşıp duracaklarını öngörmüşlerdi. Bu tahmin epey yanlış çıktı. Şairler akademide eleştirel meslektaşlarından neredeyse tamamen ayrılmış kurtarılmış bölgeler oluşturdular. Akademiye girmelerinden önce yazdıklarına nazaran çok daha az eleştiri yazıyorlar. Sayısız yeni şiirden, dergiden, antolojiden haberdar olma baskısıyla, eski edebiyatı da artık çok daha az okuyorlar. Birçok bölümde, yazarlar ve edebi kuramcılar neredeyse bir savaş halindeler. İki grubu aynı çatı altında buluşturmak, paradoksal bir şekilde iki grubun da bölgesine daha korumacı yaklaşmasıyla sonuçlandı. Üniversitede bile tecrit edilmiş olmasıyla, hakiki meselesi bütünüyle insanın varoluşu olması gereken şair, zoraki bir şekilde bir eğitim uzmanına dönüştü.
Çeviren: M. Bahadırhan Dinçaslan
Yazının ilk bölümü için tıklayınız: Nazım Dişe Dokunur mu I: Şiir Nasıl Gözden Düştü
Yazının ikinci bölümü için tıklayınız: Nazım Dişe Dokunur mu II: Alt-Kültürün İçyüzü
Yazının dördüncü bölümü için tıklayınız: Nazım Dişe Dokunur mu IV: Şiir İnsanları
Umrundayken
Yazının beşinci bölümü için tıklayınız: Nazım Dişe Dokunur mu V: Şiir İhtiyacı