Aşağıdaki metin, Dana Gioia’nın 1991 yılında The Atlantic’te yayımlanan bir makalesidir. TamgaTürk sanat dosyası kapsamında daha önce yayımladığımız üç bölüm ardından, Amerikan şiirinin geniş kitlelere ulaştığı dönemi irdeleyen dördüncü bölümünü okurlarımızın ilgisine sunuyoruz.
Amerikan şairinin vaziyetinin ne kadar kökten değiştiğini anlamak için, elli yıl öncesiyle karşılaştırmak gerekiyor. 1940’ta, Robert Frost haricinde, Mark van Doren e Yvor Winters gibi geleneksel akademik konularda ders vermiyorlarsa, şairlerin pek azı üniversitelerde çalışıyorlardı. Mevcut tek yaratıcı yazarlık programı, Iowa Universitesi’nde bir deney olarak birkaç yıl önce başlamıştı. Modernist şairler, şairlerin geçinmek için hangi seçeneklere sahip olduklarının güzel bir örneğini teşkil ediyorlardı. Orta sınıf mesleklerini seçebilirlerdi – T. S. Eliot gibi (bankacılıktan yayıncılığa dönmüştü), Wallace Stevens gibi (ticari sigorta avukatıydı) ve William Carlos Williams (çocuk doktoruydu) gibi. Yahut bohemyanın içinde diğer sanatçılarla birlikte birbirlerini destekleyerek yaşayabilirlerdi – Ezra Pound, E. E. Cummings ve Marianne Moore gibi. Eğer şehir ilgilerini cezbetmiyorsa, Robinson Jeffers gibi California’daki Carmel’e benzer bir kırsal sanat kolonisinde kıt kanaat geçinmeye çalışabilirlerdi. Yahut da, çiftçilik yapabilirlerdi – genç Robert Frost’un yaptığı gibi.
Şairler çoğunlukla editör ya da tashihçilik yaparak hayatlarını kazanıyorlardı, dönemlerinin entelektüel ve sanat hayatına etkin olarak katılıyorlardı. Archibald MacLeish Fortune dergisinde editör ve yazardı. James Agee, Time ve The Nation için film eleştirileri yazıyor ve nihayet Holywood senaristi oluyordu. Randall Jarrell kitap eleştirmeniydi. Weldon Kees jazz ve modern sanata dair yazılar yazıyordu. Delmore Schwartz her şeye dair eleştiriler yazmasıyla ünlüydü. Sonraları akademik kariyer yapan şairler bile vaktiyle edebi gazetecilik alanında entelektüel ufuklarını genişleten çıraklık süreçlerinden geçmişlerdi. Genç Robert Hayden Michigan’ın siyahi medyası için müzik ve tiyatro yazıları yazıyordu. Lise mezunu bile olmayan R. P. Blackmur, Princeton’da ders vermeye başlamadan önce Hound & Horn için kitap değerlendirmeleri yapıyordu. Arada sıra bir şair ders vererek bütçesine katkı yapabilirdi fakat bu nadiren gerçekleşirdi. Robinson Jeffers, mesela, ilk konferansını verdiğinde elli dört yaşındaydı. Birçok şair için geçim kaynağı sınıfta ya da sahnede değil, yazdığı kelimelerdeydi.
Şairler geçinmek için yazdıklarında, genelde nesir yazarlardı. Şiir için para ödeyen yerler sınırlıydı. Genelde hiciv yahut müstehzi şiirleri tercih eden birkaç ulusal derginin ötesinde dikkate değer sayıda şiir yayımlayan ancak birkaç düzine yayın vardı. Partisan Review ya da Furioso gibi ciddi üç aylıklardan yeni bir adedinin ortaya çıkması gerçekten önemli bir olaydı ve küçük ama sıkı bir takipçi kitlesi her sayıyı hevesle takip ederdi. Sayıyı satın almaya gücü yetmeyenler ödünç alırlar ya da kütüphanelerde okurlardı. Parasıyla basılanları saymazsanız her yıl yüzden biraz az sayıda şiir kitabı çıkardı. Fakat çıkan kitaplar dergilerde olduğu gibi günlük gazetelerde de değerlendirilirdi. Poetry gibi bu alana odaklanmış bir aylık dergi bütün şiir sahasını tarayabilirdi.
Elli yıl öncesinin eleştirmenleri bugünün standartlarına göre sıra dışı ölçüde sertlerdi. Ne düşünüyorlarsa onu söylüyorlardı, hatta en nüfuzlu çağdaşları hakkında bile. Mesela Randall Jarrell’in ünlü antolojist Oscar Williams’ın bir kitabına yaptığı tarife kulak verin: “Bir daktilo tarafından daktiloda yazılmış izlenimi veriyor.” Bu ifade Jarrell’i bundan sonraki Williams antolojilerinin dışında tuttu, ama bu ifadeyi yayımlamaktan çekinmemişti. Yine Jarrel’in Archibald MacLeish’in yazdığı America Was Promises hakkındaki değerlendirmesine bakın: “Genç Hıristiyanlar Derneği’nin bir sekreteri bunu evinde, zihinsel engelliler için kaleme almış olabilir.” Weldon Kees’in Muriel Rukeyser’in Wake Island’ına dair tek cümlelik değerlendirmesine bakalım: “Muriel’le ilgili diyebileceğiniz tek bir şey var: Hiç de tembel birisi değil.” Fakat bu eleştirmenler hayranlık duydukları şairlere de epey cömert değerlendirmeler yazardı, Jarrell’in Elizabeth Bishop’a, Kees’in Wallace Stevens’a yaptığı gibi. Övgüleri anlam ifade ediyordu, zira okuyucular kolayına övmediklerini biliyorlardı.
Elli yıl önceki eleştirmenler şair ya da yayıncı dostlarına değil, okuyucularına sadık kalmaları gerektiğini biliyorlardı. Bunun neticesinde tepkilerini titiz bir dürüstlükle kaleme aldılar, yazdıkları edebi müttefiklerini ya da yazma haklarını kaybettirecek olsa bile. Yeni şiirleri değerlendirirken geniş ve eğitimli bir kitleyi göz önünde bulundurarak yazdılar. Okurlarını aşağılamadan bir kamusal dil yarattılar. Netlik ve ulaşılabilirliğe önem vererek, uzman jargonu ve bilmiş akademisyen şovlarından uzak durdular. Ciddi entelektüellerin yapması gerektiği ve uzmanların genelde yapmadığı bir şeyi denediler – şiirdeki gelişmeleri sosyal, siyasi ve sanatsal cereyanlarla ilişkilendirdiler. Modern şiire kültürel bir ehemmiyet yüklediler ve ona entelektüel tartışmaların merkezine yerleştirdiler.
Düşük maaşlı, uzun mesaili ve kadri bilinmemiş, hepsi şairlerden oluşan bu fiili eleştirmenler epey göz alıcı işlere imza attılar. Modern şiirin temellerini tanımladılar, sıra dışı zorluktaki şiirleri analiz etmek için yöntemleri yarattılar ve hala edebi zihnimize egemen olan asrın ortasındaki Amerikan şair neslini (Lowell, Roethke, Bishop, Berryman ve diğerleri) tanımladılar. Edebi kriterlerine ya da eleştiri prensiplerine dair ne düşünürseniz düşünün, bu eleştirmenlerin entelektüel enerjisine ve devasa azmine hayranlık duymalısınız – ki onlar bağış yahut kalıcı fakülte görevlendirmeleri olmadan, ekseriyetle istikrarsız işlerde çalışarak yazar olmayı başarmışlardı. İşte bu yüzden Amerikan entelektüel hayatında bir zirveyi teşkil ediyorlar. Elli yıl sonra bile isimleri mevcut eleştirmenlerin çoğundan daha fazla otorite belirtiyor. Küçük bir liste yapsak, John Berryman, R. P. Blackmur, Louise Bogan, John Ciardi, Horace Gregory, Langston Hughes, Randall Jarrell, Weldon Kees, Kenneth Rexroth, Delmore Schwartz, Karl Shapiro, Allen Tate ve Yvor Winters’in adlarını anabiliriz. Günümüzdeki şiirin şakşakçıları ve reklamcıları varsa da, bunlara benzer bir adanmışlık ve yetenekle edebi topluluğa hitap etmeyi başarabilen bir ekibi yok.
Bütün hakiki entelektüeller gibi, bu eleştirmenler vizyonerlerdi. Modern şairlerin okuru yoksa, bu okuru yaratabileceklerine inanıyorlardı. Bir süre sonra bunu başardılar da. Öyle devasa bir kitle değildi bu, herhangi bir devirde çok az Amerikan şairi geniş kitlelerin ilgisine mazhar olabilmiştir zaten. Fakat kitleleri sanatçılar ve entelektüellerin tam bir kesitiydi; bilim adamlarını, din adamlarını, hukukçuları ve tabii ki yazarları içeriyordu. Bu grup bir edebi entelijans teşkil ediyordu, meslek icabı yapmayan kişilerden oluşuyor ve şiiri nesir yahut tiyatro kadar ciddi ele alıyorlardı. Yakın zamanda Donald Hall ve diğer eleştirmenler mezkur dönemdeki bilindik bir şairin kitaplarının düşük satış rakamları (genelde binden az) sebebiyle bu kitlenin büyüklüğünü sorguladılar, fakat anlamadıkları, o dönemde şiirin nasıl okunduğudur.
Amerika 1940’da daha küçük, daha az müreffeh bir ülkeydi, mevcut nüfusunun yarısı ve mevcut GSMH’sının altıda birine sahipti. İnce kapak kitaplar döneminin öncesinde bu geç Bunalım yıllarında ne okurlar, ne kütüphaneler bugün aldıkları kadar kitap alabiliyorlardı. Mecburiyetten çıkan bütün kitapları alan esir yaratıcı yazarlık öğrencileri de yoktu. Okuyucular şiir kitaplarını genellikle iki türlü satın alırlardı – arada bir çıkan, önde gelen bir şairin “Toplama Şiirleri” kitabıyla yahut antolojilerle. Frost, Eliot, Auden, Jeffers, Wylie ve Millay gibi şairlerin külliyatı iyi satardı ve sürekli olarak baskıda kalırıd. (Bugün toplama şiirlerin çoğu ilk baskıdan sonra ortadan kayboluyor.) Arada bir yeni şiirlerden oluşan bir kitap kitlenin dikkatini çekerdi. Edwin Arlington Robinson’un Tristram (1927) kitabı Edebiyat Cemiyeti’nin tavsiye ettiği bir kitap olmuştu. Forst’un A Further Range kitabı 1936’da Ayın Kitabı seçkisine girip 50.000 adet satmıştı. Yine de insanlar şiiri ekseriyetle antolojilerden tanıyorlardı, bu antolojileri yalnızca satın alıp rafa koymazlar, dikkat ve merakla okurlardı.
Louis Untermeyer’in ilk defa 1919’da yayımlanan Modern American Poetry antolojisi sık sık yeniden düzenlenerek güncellenirdi ve daimi bir best-sellerdı. Bendeki 1942 baskısı, mesela, 1945’e gelindiğinde beş defa yeniden basılmıştı. Oscar Williams’ın Modern Şiirin Cep Kitabı eseri on dört yılda on dokuz baskı yapmıştı. Untermeyer ve Williams antolojilerinin geniş ve güncel olmasıyla gururlanırlardı. Yayımlananlar arasından en iyileri seçmek için ellerinden geleni yaptılar. Her edisyon yeni şiir ve şairler eklerken eskilerini çıkardı. Kitle de onların bu çabalarını beğeniyle takip etti. Zira şiir antolojileri ciddi bir okurun kütüphanesinin vazgeçilmez bir parçasıydı. Random House’ın poüler Modern Library serisi, mesela, bir değil iki antoloji içeriyordu: Selden Rodman’ın A New Anthology of Modern Poetry ve Conrad Aiken’in Twentieth Century American Poetry antolojileri. Bütün bu derlemeler geniş bir kitle tarafından okunuyor ve tekrar okunuyordu. En beğenilen şiirler ezberleniyordu. Eliot ve Thomas gibi zorlu şairler tartışılıyor, konuşuluyordu. Şiir sınıfın dışında da anlam ifade ediyordu.
Bugün şiirin kitlesini teşkil eden bu genel okuyucu kitlesini yitirdik. Yalnızca zeka ve merakla sınırlandırılmış bu kitle ırk, sınıf, yaş ve mesleğin ötesinde bir heterojenliğe sahipti. Bunlar sanatı destekleyen, kültürel entelijansımızı temsil eden insanlardı; klasik ve caz albümlerini satın alanlar, yabancı filmleri izleyenler, ciddi tiyatro eserlerini, operayı, senfoniyi ve dans gösterilerini takip edenler, nitelikli kurgu eserleri ve biyografileri okuyanlar, radyoyu takip edip en iyi dergilere abone olanlar. (Aynı zamanda çocuklarına şiir okuyan ve üniversitede, lisede ya da anaokulunda kendilerinin de vaktiyle bundan hoşlandıklarını hatırlayan ebeveynler.) Kimse bu topluluğun büyüklüğünü tam olarak bilmiyor, ama Amerikan nüfusunun yalnızca yüzde ikisini kapsadığını söyleyen temkinli görüşü kabul etsek bile, beş milyon kişiye yaklaşan bir potansiyel kitleye tekabül ediyor. Profesyonel alt-kültür içinde düzgün şiirler çıksa da, şiirin kültürün geneline köprüsünü inşa eden asıl ve geniş kitlesini kaybetmiş durumda.
Çev: M. Bahadırhan Dinçaslan
Yazının ilk bölümü için tıklayınız: Nazım Dişe Dokunur mu I: Şiir Nasıl Gözden Düştü?
Yazının ikinci bölümü için tıklayınız: Nazım Dişe Dokunur mu II: Alt-Kültürün İçyüzü
Yazının üçüncü bölümü için tıklayınız: Nazım Dişe Dokunur mu III: Bohemya’dan Bürokrasiye
Yazının beşinci bölümü için tıklayınız: Nazım Dişe Dokunur mu V: Şiir İhtiyacı