Yenilikler yeni fikirleri, yeni fikirler yeni akımları, yeni akımlar ise yeni ideolojileri doğurarak değişim dalgası yaratırlar. Bazen akımlar sadece yeniliklerden değil, oluşan sorunları çözme gerekliliğinden de doğabiliyor. Medeniyetlerin oluşumundan bugüne kadar yukarıda bahsedilen şekilde değişim sürmüştür. Değişim hızı ise ülkeler ve toplumlar arasındaki etkileşimin gelişmesiyle artmıştır. İnsanlar artık kendi düşüncelerini Dünya’nın her tarafına çok daha hızlı bir şekilde aktarabiliyor. Yeni şartlar, fikirlerin de hızlı bir şekilde yayılmasına ve kolayca taraftar kazanmasına olanak sağlıyor.
Bu durum diğer bir çok ülke gibi Türkiye’yi de etkilemektedir. Son yüzyılda ortaya çıkan pek çok fikir ve ideoloji bu toprakları da ziyaret etmiş ve hatta etkili olmuştur. Aslında bu durumu engellemek oldukça zordur ve dahası gereksizdir. Fikirlere karşı yasaklar uygulamak etkili bir çare değildir. Lakin aynı zamanda düşüncelerin yönlendirmeye ve istismara açık olduklarını da unutmamamız gerekir. Söz konusu istismar toplumun kimliğini zayıflatmayı hedefler. Bu tür yönlendirmeler istihbarat teşkilatları tarafından, farklı araçlarla (medya, dernekler, vakıflar ve örgütlere yardımlar gibi) yapılabilir. Yukarıda belirttiğimiz gibi, istismarla yasaklar koyarak baş edemeyiz. Peki çıkmazdan nasıl kurtulacağız? Çözüm, uzun bir süreçten geçmeyi gerektiriyor. Eğer bir fikirle mücadele etmek istiyorsak, ona birer alternatif koymamız gerekir. Etkili alternatif, karşı tarafı herhangi bir yasak uygulamadan saf dışı bırakabilir. Yazının geri kalan kısmında Türkiye’yi etkileyen 3 temel sorun etrafında ideolojiyi ve bu ideolojilerdeki (daha ziyade akımlardaki) eksiği inceleyeceğiz. Bu eksik, bahsedeceğimiz ideolojilerin istismarlı hallerinin daha etkili olmasını sağlıyor ve toplumun her yönden tehdit edilmesine sebep oluyor.
Bu durum diğer bir çok ülke gibi Türkiye’yi de etkilemektedir. Son yüzyılda ortaya çıkan pek çok fikir ve ideoloji bu toprakları da ziyaret etmiş ve hatta etkili olmuştur. Aslında bu durumu engellemek oldukça zordur ve dahası gereksizdir. Fikirlere karşı yasaklar uygulamak etkili bir çare değildir. Lakin aynı zamanda düşüncelerin yönlendirmeye ve istismara açık olduklarını da unutmamamız gerekir. Söz konusu istismar toplumun kimliğini zayıflatmayı hedefler. Bu tür yönlendirmeler istihbarat teşkilatları tarafından, farklı araçlarla (medya, dernekler, vakıflar ve örgütlere yardımlar gibi) yapılabilir. Yukarıda belirttiğimiz gibi, istismarla yasaklar koyarak baş edemeyiz. Peki çıkmazdan nasıl kurtulacağız? Çözüm, uzun bir süreçten geçmeyi gerektiriyor. Eğer bir fikirle mücadele etmek istiyorsak, ona birer alternatif koymamız gerekir. Etkili alternatif, karşı tarafı herhangi bir yasak uygulamadan saf dışı bırakabilir. Yazının geri kalan kısmında Türkiye’yi etkileyen 3 temel sorun etrafında ideolojiyi ve bu ideolojilerdeki (daha ziyade akımlardaki) eksiği inceleyeceğiz. Bu eksik, bahsedeceğimiz ideolojilerin istismarlı hallerinin daha etkili olmasını sağlıyor ve toplumun her yönden tehdit edilmesine sebep oluyor.
Toplum Çıkarlarından Vakıf Ajandalarına: Türkiye’de Liberalizm, Feminizm ve Çevrecilik
Türkiye günümüzde birçok siyasi, sosyal ve ekonomik sorunlarla boğuşmaktadır. Türk gencinin geleceği, kendi gözlerinin önünde bu sorunlar ve müellifleri tarafından harap edilmektedir. Sürece dışarıdan bakıldığında, her adımın planlı olduğu, Türk milletinin yaşam kalitesini ve dahası varlığını hedef aldığı izlenimi oluşuyor. Yazımızda bu problemlerden üçü üzerine yoğunlaşacağız. Bunlar sırasıyla ekonomik kriz, şiddet olayları ve çevre krizi olacaktır.
Ekonomi sorunları ve Türkiye, uzun yıllardır birbiriyle çalkantılı ilişkiye sahiptir. Lakin bu ilişki, son yıllarda çözülemez noktaya ulaşmıştır. Yazıda krizin iktisadi taraflarını incelemeyeceğiz. Zira Türk insanı hem evinde, hem medyada hem de sokakta bu kalıptan analizlere yeteri kadar maruz kalmaktadır. Burada daha ziyade sorunun çözüm vaatlerine yoğunlaşacağız. Ekonomik krizin Türkiye’nin ana sorunlarından biri olması sebebiyle halk, bu alanda acil ve gerçek çözüm beklemektedir. Ekonomik sorun, direkt olarak toplumu etkilediği için milli düşünce eksikliği daha çok hissedilmektedir. Bugün ekonomiyle ilgili teklifler yapan gruplara baktığımızda, 2000’li yılların başlarında gerçekleşen özelleştirme dalgasından faydalanmış ve bu dalgayı yanlış yere yönlendirerek bugünki enkazın müsebbiplerine dönüşmüş kişilerin karşımızda bulunduklarını görüyoruz. Bu gruplar ve kişiler, somut ve dahası toplumun faydasına yönelik çözümler sunmak yerine, bugünkü krizin nedeni olan özelleştirmeye (1) gururla atıfta bulunmaktadırlar. Toplumun değil, Türk milletinden kopuk zengin kesimin çıkarlarını temsil eden muhafazakar siyasiler, kendilerini ‘liberal’ olarak tanımlamaktan da çekinmemektedirler. Söz konusu ‘liberal grupların’ psikolojik avantajı, kendilerinin TINA (2) öforisi içerisinde bulunmalarından kaynaklanmaktadır. İktidarın ‘Yoksullaştıran Büyüme’ düşüncesi esasında ilerleyen ekonomi politikası ve ana muhalefetin toplumun refah seviyesinin yükseltilmesiyle (daha ziyade normlarına geri döndürülmesiyle) ilgili somut çözüm vaatleri sunamayan yapısı, ekonomik krizi Türk toplumu için çaresizliğe dönüştürmektedir. Mevcut şartlarda toplumun refahını öncelik olarak belirlemesi gereken düşüncenin bu derecede tahrip edilmesi, ‘Türk toplumu odaklı’ bir alternatif düşüncenin bulunmamasının bir sonucudur. Milli boşluğun tanımını verirken ekonomiyle ilgili oluşturulabilecek alternatif düşünceye yeniden değineceğiz.
Bugün Türk toplumunu derinden sarsan olaylardan biri, kadın cinayetleri sorunu. Türkiye’de kadınlara karşı ayrımcılık, şiddet ve cinayetleri üç temel sorun üzerinden inceleyebiliriz. Bunlardan biri, zaman zaman gündeme gelen ‘aile içi’ şiddet; Bir diğeri, artan mülteci ve kaçak grupların Türk kadınlarına karşı işlediği sistematik taciz ve cinayetler; Üçüncü ise mürteci örgütlerin farklı öğretilerle kadınları toplumdan dışlamaya çalışmasıdır. Bugün Türkiye’de kadın hakları, kadının Türk toplumundaki yeri gibi meselelerde gündeme getirilmesi gereken üç temel sorun bunlardır. Peki ülkede bulunan mevcut feminist gruplar bu üç sorunu gündeme getiriyor mu? Bu soruya cevabımız basit olarak hayır olacaktır. Türkiye’de etkin olan feminist örgütler yabancı uyruklu kaçakların Türk kadınlarını taciz etmesine, kaçakların tecavüz etmek amacıyla kadınlara saldırmasına ve onları öldürmelerine göz yummaktadırlar. Hatta bu durumu daha da ileriye götürerek, kaçakların tacizlerini ‘Türk erkeklerinin tacizleriyle’ karşılaştırarak normalleştirmeye çalışan ‘feminist’ kişiler de bulunuyor. Bu gruplar ve kişiler, mürteci örgütlerin milyonlarca Türk kızını eğitimden yoksun bıraktığını ve toplumdan izole ettiğini de görmezden geliyorlar. Söz konusu gruplar, kişiler ve örgütlere daha detaylı baktığımız zaman onların birçok yabancı dernek, kuruluş ve gruplarla iltisaklı olduğunu görmekteyiz. Farklı vakıflardan fonlar alan gözde feminist grupların Türk toplumunun çıkarlarına uygun talepler sunmasını beklemek beyhudedir. Lakin toplumu derinden etkileyen bu üç sorunla bir fikir ortaya koyarak baş etmemiz gerekir. Dolayısıyla milli esaslı kadın hakları düşüncesi, günümüz Türk toplumu için bir gerekliliktir.
(2021 Senesinde İstanbul’da düzenlenen ‘Feminist’ eylemde sergilenen pankart)
Türkiye son yıllarda ağır çevresel sorunlarla yüzleşmektedir. Türk toplumundan kopuk sahte oligarşinin otelcilik ve madencilik hırsı, Türkiye’nin doğasını katletmektedir. Doğanın maddi çıkarlar uğruna tahrip edilmesi, bu toprakları yaşanılmaz kılmakta ve Türk toplumunun hayat standartlarını düşürmektedir. Çevreyle ilgili bir diğer sorun ise başıboş köpeklerdir. Türkiye’de sokakları, çocuk oyun alanlarını zapteden ve topluma direkt tehdit oluşturan milyonlarca köpek bulunmaktadır. Bu köpeklerin ciddi bir kısmı gruplar halinde dolaşarak insanlarımız için tehlike arzediyor. Başıboş köpeklerin saldırıları sonucu travma yaşayan, yaralanan ve hatta hayatını kaybeden Türk çocukların sayısı katlanarak artıyor. Bundan başka başıboş hayvanların pislikleri sokakların hastalık kaynağı olmasına sebep oluyor. Peki çevreci gruplar tüm bu sorunlarla mücadele edebiliyorlar mı? Türkiye’de bulunan çevreci grup ve derneklerin önemli bir kısmının ajandası, feminist grupların destek aldıkları vakıflar tarafından belirleniyor. Bu gruplar çevrenin ve toplumun iyiliği adına talepler ortaya koymuyor ve dahası sahte gündem yaratıyorlar. Başıboş köpekler konusunda ise sözkonusu çevreci gruplar, toplumun değil kendi çıkarlarını ön plana koyuyorlar. Sokak hayvanları çeşitli sözde hayvansever dernekler için önemli bir rant kapısı haline gelmiş durumda. Mama ve hayvan tedavisi gibi meseleleri istismar eden bu dernekler, dolayısıyla ‘gelir kaynaklarının’ ellerinden alınmasını istemiyorlar. Doğamız gaspedilip sokaklarımız tehlike altına atılırken, fon veren vakıfların ve kendilerinin çıkarlarını düşünen bu gruplardan daha fazla medet umulamaz. Doğayı ve insanlarımızı hiç te doğal olmayan tehlikelerden korumak için Türk toplumunun çıkarlarını, hayat kalitesini, kimliğini, refahını ve bu toprakların doğal yapısını esas alan çevreci düşünce ortaya koymak durumundayız.
(Greenpeace'in 2015 yılında Mersin'de düzenlediği nükleer santral karşıtı eylem. Fotoğraf: Sezgin Pancar)
Ekonomi sorunları ve Türkiye, uzun yıllardır birbiriyle çalkantılı ilişkiye sahiptir. Lakin bu ilişki, son yıllarda çözülemez noktaya ulaşmıştır. Yazıda krizin iktisadi taraflarını incelemeyeceğiz. Zira Türk insanı hem evinde, hem medyada hem de sokakta bu kalıptan analizlere yeteri kadar maruz kalmaktadır. Burada daha ziyade sorunun çözüm vaatlerine yoğunlaşacağız. Ekonomik krizin Türkiye’nin ana sorunlarından biri olması sebebiyle halk, bu alanda acil ve gerçek çözüm beklemektedir. Ekonomik sorun, direkt olarak toplumu etkilediği için milli düşünce eksikliği daha çok hissedilmektedir. Bugün ekonomiyle ilgili teklifler yapan gruplara baktığımızda, 2000’li yılların başlarında gerçekleşen özelleştirme dalgasından faydalanmış ve bu dalgayı yanlış yere yönlendirerek bugünki enkazın müsebbiplerine dönüşmüş kişilerin karşımızda bulunduklarını görüyoruz. Bu gruplar ve kişiler, somut ve dahası toplumun faydasına yönelik çözümler sunmak yerine, bugünkü krizin nedeni olan özelleştirmeye (1) gururla atıfta bulunmaktadırlar. Toplumun değil, Türk milletinden kopuk zengin kesimin çıkarlarını temsil eden muhafazakar siyasiler, kendilerini ‘liberal’ olarak tanımlamaktan da çekinmemektedirler. Söz konusu ‘liberal grupların’ psikolojik avantajı, kendilerinin TINA (2) öforisi içerisinde bulunmalarından kaynaklanmaktadır. İktidarın ‘Yoksullaştıran Büyüme’ düşüncesi esasında ilerleyen ekonomi politikası ve ana muhalefetin toplumun refah seviyesinin yükseltilmesiyle (daha ziyade normlarına geri döndürülmesiyle) ilgili somut çözüm vaatleri sunamayan yapısı, ekonomik krizi Türk toplumu için çaresizliğe dönüştürmektedir. Mevcut şartlarda toplumun refahını öncelik olarak belirlemesi gereken düşüncenin bu derecede tahrip edilmesi, ‘Türk toplumu odaklı’ bir alternatif düşüncenin bulunmamasının bir sonucudur. Milli boşluğun tanımını verirken ekonomiyle ilgili oluşturulabilecek alternatif düşünceye yeniden değineceğiz.
Bugün Türk toplumunu derinden sarsan olaylardan biri, kadın cinayetleri sorunu. Türkiye’de kadınlara karşı ayrımcılık, şiddet ve cinayetleri üç temel sorun üzerinden inceleyebiliriz. Bunlardan biri, zaman zaman gündeme gelen ‘aile içi’ şiddet; Bir diğeri, artan mülteci ve kaçak grupların Türk kadınlarına karşı işlediği sistematik taciz ve cinayetler; Üçüncü ise mürteci örgütlerin farklı öğretilerle kadınları toplumdan dışlamaya çalışmasıdır. Bugün Türkiye’de kadın hakları, kadının Türk toplumundaki yeri gibi meselelerde gündeme getirilmesi gereken üç temel sorun bunlardır. Peki ülkede bulunan mevcut feminist gruplar bu üç sorunu gündeme getiriyor mu? Bu soruya cevabımız basit olarak hayır olacaktır. Türkiye’de etkin olan feminist örgütler yabancı uyruklu kaçakların Türk kadınlarını taciz etmesine, kaçakların tecavüz etmek amacıyla kadınlara saldırmasına ve onları öldürmelerine göz yummaktadırlar. Hatta bu durumu daha da ileriye götürerek, kaçakların tacizlerini ‘Türk erkeklerinin tacizleriyle’ karşılaştırarak normalleştirmeye çalışan ‘feminist’ kişiler de bulunuyor. Bu gruplar ve kişiler, mürteci örgütlerin milyonlarca Türk kızını eğitimden yoksun bıraktığını ve toplumdan izole ettiğini de görmezden geliyorlar. Söz konusu gruplar, kişiler ve örgütlere daha detaylı baktığımız zaman onların birçok yabancı dernek, kuruluş ve gruplarla iltisaklı olduğunu görmekteyiz. Farklı vakıflardan fonlar alan gözde feminist grupların Türk toplumunun çıkarlarına uygun talepler sunmasını beklemek beyhudedir. Lakin toplumu derinden etkileyen bu üç sorunla bir fikir ortaya koyarak baş etmemiz gerekir. Dolayısıyla milli esaslı kadın hakları düşüncesi, günümüz Türk toplumu için bir gerekliliktir.
(2021 Senesinde İstanbul’da düzenlenen ‘Feminist’ eylemde sergilenen pankart)
Türkiye son yıllarda ağır çevresel sorunlarla yüzleşmektedir. Türk toplumundan kopuk sahte oligarşinin otelcilik ve madencilik hırsı, Türkiye’nin doğasını katletmektedir. Doğanın maddi çıkarlar uğruna tahrip edilmesi, bu toprakları yaşanılmaz kılmakta ve Türk toplumunun hayat standartlarını düşürmektedir. Çevreyle ilgili bir diğer sorun ise başıboş köpeklerdir. Türkiye’de sokakları, çocuk oyun alanlarını zapteden ve topluma direkt tehdit oluşturan milyonlarca köpek bulunmaktadır. Bu köpeklerin ciddi bir kısmı gruplar halinde dolaşarak insanlarımız için tehlike arzediyor. Başıboş köpeklerin saldırıları sonucu travma yaşayan, yaralanan ve hatta hayatını kaybeden Türk çocukların sayısı katlanarak artıyor. Bundan başka başıboş hayvanların pislikleri sokakların hastalık kaynağı olmasına sebep oluyor. Peki çevreci gruplar tüm bu sorunlarla mücadele edebiliyorlar mı? Türkiye’de bulunan çevreci grup ve derneklerin önemli bir kısmının ajandası, feminist grupların destek aldıkları vakıflar tarafından belirleniyor. Bu gruplar çevrenin ve toplumun iyiliği adına talepler ortaya koymuyor ve dahası sahte gündem yaratıyorlar. Başıboş köpekler konusunda ise sözkonusu çevreci gruplar, toplumun değil kendi çıkarlarını ön plana koyuyorlar. Sokak hayvanları çeşitli sözde hayvansever dernekler için önemli bir rant kapısı haline gelmiş durumda. Mama ve hayvan tedavisi gibi meseleleri istismar eden bu dernekler, dolayısıyla ‘gelir kaynaklarının’ ellerinden alınmasını istemiyorlar. Doğamız gaspedilip sokaklarımız tehlike altına atılırken, fon veren vakıfların ve kendilerinin çıkarlarını düşünen bu gruplardan daha fazla medet umulamaz. Doğayı ve insanlarımızı hiç te doğal olmayan tehlikelerden korumak için Türk toplumunun çıkarlarını, hayat kalitesini, kimliğini, refahını ve bu toprakların doğal yapısını esas alan çevreci düşünce ortaya koymak durumundayız.
(Greenpeace'in 2015 yılında Mersin'de düzenlediği nükleer santral karşıtı eylem. Fotoğraf: Sezgin Pancar)
Milli Alternatif Düşüncesi
Yukarıda bahsedilen sorunların çözümü, Türk toplumunun refahı açısından oldukça önemli ve gereklidir. Toplumun hayat kalitesinin düşük olduğu bir ilerlemenin değeri yoktur. Günümüzde Türk milleti farklı düşünceler geliştirmek yerine farklı düşüncelere maruz kalıyor. Bundan dolayı Türk toplumunun geleceği, refahı ve çıkarına esaslanan bir fikir bulmak oldukça zorlaşıyor. Bugün adına milliyetçilik denen düşünce bile kendi yapısını yitirmiş ve Türk toplumunu yadırgayan ümmetçiliğe dönüşmüştür. Dolayısıyla milli esaslara dayalı düşünce sadece ekonomi, kadın hakları ve çevre konularında değil, aynı zamanda milliyetçilik üzerine de geliştirilmelidir. Yukarıda örneklendirilen düşüncelere baktığımız zaman, hepsinin ön plana çıkan önemli bir özelliğinin bulunduğunu görüyoruz. Bu özellik, düşüncelerin Türk toplumunun menfaatine ve isteklerine uygunlaştırılmamış olmalarıdır. Dolayısıyla ne ekonomik çözümler Türk halkının refahını, ne feminist çözümler Türk kadınının eşitlik ve güvenliğini ne de çevresel çözümler doğanın ve Türk toplumunun korunmasını gözetiyor. Bu sorunlarla etkili bir şekilde mücadele etmemiz için ortak nokta üzerinden fikirler geliştirmemiz gerekiyor. Türk toplumunun yaşam kalitesinin ve alım gücünün nasıl eskiye (ve hatta eskiden daha iyiye) yükseltilebileceği sorusunu esas alan bir ekonomi düşüncesi, Türk kızlarının mürteci örgütler tarafından istismar edilmesini ve kaçakların Türk kadınlarını taciz edişini sorunsallaştıran bir feminist düşüncesi ve planlı çevre katliamıyla sokak hayvanları terörünün önlenmesi, dahası Türk toplumunun doğal gıdalara erişimi üzerine projeler sunan çevreci düşünce geliştirilmelidir. Bu tür alternatiflerin geliştirilmemesi durumunda Türk toplumu, kendi çıkarları haricinde her türlü çıkara hizmet eden düşüncelerin sahte kavgasını izlemek ve dayatmalarını kabul etmek zorunda kalacaktır.
1—Mevcut ekonomik buhranın birçok nedenleri bulunmaktadır. Lakin özelleştirmeden elde edilen paranın üretime değil ‘çılgın projelere’ yatırılması, bu anlamda önemli etkenlerden sayılmaktadır. Dolayısıyla özelleştirmenin kendisinden ziyade, yanlış yatırımların sorun oluşturduğunu vurgulamamız gerekiyor.
2—‘There Is No Alternative’ (Başka bir alternatif yok).
1—Mevcut ekonomik buhranın birçok nedenleri bulunmaktadır. Lakin özelleştirmeden elde edilen paranın üretime değil ‘çılgın projelere’ yatırılması, bu anlamda önemli etkenlerden sayılmaktadır. Dolayısıyla özelleştirmenin kendisinden ziyade, yanlış yatırımların sorun oluşturduğunu vurgulamamız gerekiyor.
2—‘There Is No Alternative’ (Başka bir alternatif yok).