Askeri Rüştiye'yi (ortaokul) dördüncü, idadiyi (liseyi) ikinci, 1902'de Harp Okulu'nu 459 kişi arasından sekizinci, 1905'te Harp Akademisi'ni 37 kurmay içinde beşinci sırada bitirmişti. Sanatkâr bir asker olacağını o günlerde göstermişti. En yakın arkadaşlarından Salih Bozok'a 1912'nin Nisan ayında yazdığı mektupta "Bilirsin, ben askerliğin her şeyden ziyade sanatkârlığını severim." demişti.
1905 yılında sürgün olarak gönderildiği Şam'da Vatan ve Hürriyet Cemiyeti'ni arkadaşı Dr. Mustafa Cantekin ve Müfit Özdeş ile kurarken arkadaşlarına "Mesele ölmekte değil, ölmeden idealimizi yaratmak, yapmak ve yerleştirmektedir." demişti. Bunu söylerken 24 yaşındaydı. 57 yaşında ölene kadar sözünü tuttu ve ideallerini yaptı. Yine Şam'da bulunduğu dönemlerde bir para meselesi için arkadaşı Müfit'e "Müfit sen bugünün adamı mı olmak istiyorsun, yoksa yarının adamı mı?” diyerek hep büyük düşünmüş ve "yarının adamı" olmayı tercih etmiştir.
Erzurum Kongresi'nde "Bugün doğan güneşi nasıl görüyorsam, yarın Asya ve Afrika'daki bütün esir ve mazlum milletlerin hürriyet ve istiklallerine kavuşacaklarını da öyle görüyorum." dedi. Söyledikleri doğru çıktı. 20. yüzyılda emperyalizmi yenen ilk millet Türkler olmuştu. Hemen ardından gelen on yıllarda bizim İstiklal Savaşımızı ve Mustafa Kemal'i örnek alan “mazlum milletler” bağımsızlığını kazandı.
Sivas Kongresi günlerinde askeri tıbbiye öğrencisi Hikmet onun yüzüne karşı "Paşam, delegesi bulunduğum tıbbiyeliler, beni buraya istiklal davamızı kazanma mücadelesine katılmak için gönderdiler. Mandayı kabul edemem. Eğer kabul edecek olanlar varsa, bunları, her kim olurlarsa olsunlar reddederiz, yabancı sayarız. Manda düşüncesini siz kabul ederseniz, sizi de reddeder, Mustafa Kemal'i "vatan kurtarıcısı" değil "vatan batırıcısı" olarak adlandırır ve lanetleriz." der. Mustafa Kemal şu cevabı verir: "Arkadaşlar gençliğe bakın, Türk milli yapısındaki soylu kanın ifadesine dikkat edin. Evlat, için rahat olsun. Gençlikle övünüyorum ve gençliğe güveniyorum. Biz azınlıkta kalsak da mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamız tektir ve değişmez: Ya istiklal, ya ölüm!" Evet, yüzüne karşı böyle söyleyen genci kongreden kovmadı. Tam aksine bağrına bastı. Milletin sesine kulak verdi, Türk gençliğini önemsedi.
16 Mart 1920'de İstanbul işgal edilince davet ettiği Mebusan Meclisi üyelerine "Millet bir koyun sürüsü. Ona bir çoban lazım. O da benim." diyen bir padişah vardı bu ülkenin başında. O hiçbir zaman halkını koyun sürüsü, kendisini de çoban olarak görmedi. Hep halkının huzur ve mutluluğu için çabaladı. Kurtuluş Savaşını yönetirken bile halkın sesi olan TBMM'yi esas aldı. Ülkeyi kurtardıktan sonra halkı için devrimler yaptı.
Kitap okumayı çok severdi. "Ben çocukken yoksuldum. İki kuruş elime geçince bunun bir kuruşunu kitaba verirdim. Eğer böyle olmasaydım, bu yaptıklarımın hiçbirini yapamazdım." demişti. 4 bin civarı kitap okumuştu. Öyle ki, Kurtuluş Savaşının en zor günlerinde bile onlarca kitap okudu. Büyük Taarruz sıralarında Başkumandanlık karargahında görevli binbaşı Mahmut bey (Soydan) o günlere ait notlarında paşanın, Reşat Nuri Güntekin'in Çalıkuşu romanını okuduğunu yazar. Kitaplar onun hayatının önemli bir parçasıydı. 1937 yılında sosyoloji kitapları okuduğunu ve aynı konuları okuyanlara sorular sorduğunu, toplum psikolojisini anlamaya çalıştığını Afet İnan'ın "Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler" kitabından öğreniriz. 1930 yılında "Muvaffakiyetlerde (başarılarda) gururu yenmek, felaketlerde ümitsizliğe mukavemet etmek (karşı koymak) lazımdır." dediğini yine Afet İnan’dan okuruz. Türk Ocakları salonunda Afet İnan "kadın hakları" ile ilgili konferansta konuşurken onun üzerindeki giysi Atatürk'ün çizdiği özel bir modeldi. Atamız modadan da çok iyi anlardı.
1920'ler ve 1930'larda çağdaşları Mussolini ve Hitler gibi demokrasi ve halk düşmanı faşist diktatörler ülkelerinin ve dünyanın başına bela olurken o her zaman demokrat olmayı başarmıştı. Büyük bir Türk milliyetçisiydi ama asla faşist değildi. Demokrasiye, halkına ve insanlığa her zaman saygılıydı.
Lozan kahramanı İsmet İnönü “Atatürk bir işte yüzde on başarı şansı görse o işe girişirdi; ben bir işte, yüzde on başarısızlık şansı görsem, o işe girmem.” demişti. İnönü haklıydı. Savarona gemisinde hasta haldeyken Hatay’ı almak için elinden geleni yaptı. Müthiş bir diplomasi uyguladı. Milletler Cemiyeti’nin üye ülkeleriyle temas kurdu. Büyükelçilere telgraf çekti, Fransa’ya karşı üstünlük sağladı. 2 aya yakın kaldığı Savarona gemisinde Hatay’ı kurtarmak için seferber oldu. 15 yıl geri adım atmayan Fransa’ya bir gecede nota verdirtti ve 24 saat süre tanıdı. Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras buna karşı çıkıp istifa etti. Genel Sekreter Hasan Rıza Soyak “Tevfik bey bunu nasıl yaparsınız? Bugün son defa tarttık, 44 kiloya düştü. Eriyor adeta. Atatürk’ün Hatay’a verdiği önemi biliyorsunuz. Nasıl bırakıp gidersiniz? Sen onun 30 yıllık arkadaşısın.” deyince Tevfik Rüştü “Hasan bey biliyorum. Ben onun 30 senedir emrindeyim, ne emrettiyse yaptım. Şimdi öyle bir emir veriyor ki yüzde 1 şansım olsa denerim. 15 yıldır hayır diyen Fransa’ya 1 gecede nasıl evet dedirteceğiz? Kim yapabilir bunu?” diye karşılık verir. Soyak, “Seni anlıyorum ama ne diyorsa yap. Belki bizim göremediğimiz bir şey vardır. O bir Atatürk. Mutlaka bir şeyleri gördüğü için bizi zorluyor.” diye konuşur. Fransa ile temas kurulur. Fransızlar sabaha kadar toplantı yapar ve Atatürk’ün emrine boyun eğmek zorunda kalırlar. Hemen ardından 5 Temmuz 1938’de Türk Ordusu İskenderun’a girdi ve 40 asırlık Türk yurdu Hatay kurtuldu.
Tarih 27 Temmuz 1923... İzmir’de Cemil Filmer, Ankara Sinemasını işletiyordu. O gün Charlie Chaplin'in “Şarlo İdama Mahkum” filmi izlenecektir. Charlie Chaplin hayranı Mustafa Kemal filme davet edilir. Eşi Latife hanımla salona girer. Salonda niçin hiç kadın olmadığını sorar. Yaveri Muzaffer’e “Aşağı inip kadın seyircileri içeri alın.” der. Böylece ülkemizde ilk kez kadınlı ve erkekli bir film izlenir. O, Türk kadınlarına hep çok değer vermiştir. Kadınlara verdiği hakları saymakla bitmez.
Milli Mücadele sürerken Türk çocuklarını korumak için meclisin bahçesinde “Himaye-i Etfal” yani Çocuk Esirgeme Kurumu kurulmuştu. Bu ülkenin kimsesiz ve yetim çocuklarını her zaman ve her şartta korudu. Hem çocukların hem bütün ulusun babasıydı. Cenevre Çocuk Hakları Evrensel Bildirgesi’ne imza atan 5 ülkenin liderinden birisi de Atatürk’tü.
Atatürk öldükten sonra ona türlü iftiralar atıldı, atılmaya da devam ediyor. En basitinden ona ‘’ayyaş’’ bile denildi. Halide Edip Adıvar ‘’Türk’ün Ateşle İmtihanı’’ kitabında şöyle der: ‘’Mustafa Kemal Paşa, bu ilk aylarda, hatta daha sonraları, nazik anlarda, kendisiyle çalıştığım zaman, daima dürüst, daima içkiye karşı nefsine hakimdi. İçkiye iptilası rivayet edildiği halde ağzına bir damla alkol almamıştı. Aynı zamanda hiçbir şeye körü körüne inanmazdı. Herhangi bir ülküye tamamen bağlanmış olanları kullanmayı da iyi bilirdi.’’ Yine Falih Rıfkı Atay bu konuda ‘’Mustafa Kemal savaş yıllarında alkol kullanmamıştır. Vazife başında da daima perhizli idi.’’ demiştir. O’na atılan diğer iftiralara değinmeye bile gerek yok!
Atatürk, Türk ulusunun babasıydı. Yaşarken de babamızdı, öldükten sonra da babamız oldu ve olmaya devam edecek. O’nu kalbimizden hiçbir güç söküp atamaz. Mete Han, Bilge Kağan, Attila nasıl binlerce yıldır Türk’ün hafızasında ve gönlünde yer edindiyse Atatürk de öyle olacak. Onu unutturmaya, değersizleştirmeye çalışanlar tarihin çöplüğüne gidecek ama onun adı tarihe hep altın harflerle yazılacak. Bu topraklarda Mustafa Kemal hiç yenilmedi ve yine yenilmeyecek. Biz evlatları her daim onun yolunda olacak, onu hep yaşatacak. Aziz ruhu şad olsun.
Salih Şenöz.. Atatürk'üm ancak bu kadar samimi ve doğru anılıp anlatılırdı. Çok teşekkür ediyorum. ATATÜRK'ÜM ÇOK BÜYÜKSÜN ÇOK..
Kalemine sağlık, yüreğine kuvvet kardeşim
Ağzına diline nefesine sağlık Muhteşem bir yazı olmuş Kutluyorum
Babamız Atatürk. Hep kalbimizdesin❤️
Atatürk için söylenebilecek öyle çok şey var ki, kitaplara sığmıyor. İnsanlık tarihinde bir elin parmaklarıyla sayılacak kadar az insanda bu kadar yüksek bir ruh, zeka, ahlak ve asalet bir araya gelmiştir. Hem son derece şık, hem zarif ve hem de bir o kadar alfa bir kurttu. Ülkeyi kurtarmaya karar verdiği yaş 24. Fatih'in İstanbul'u aldığı yaş 21. (Fatih tahta 60 yaşında çıkmış olsaydı, İstanbul'u alamamış olurduk !!!) Şu an ülkeyi yönetenler ve yönetmeye talip olanlar 70 ve üzeri. En iyi olasılıkla hepsinde demans başlamıştır. Onlardan Atatürk olmalarını beklenmiyor, bu mümkün değil. Ama hiç değilse korkak olmamalarını beklemek hakkımızdır. Babamız, atamız, bizden ne ister ne beklerdi ? Onu yüceltmenin en güzel yolu, onun bizden beklediğini yerine getirmektir. Atatürk kurduğu ülkeyi gençliğe emanet etmiştir, huzur evlerine gitmesi gerekenlere değil.
Babamız Mustafa Kemal, Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun inşallah. Fikirler ölmez, unutulmaz.
Atatürkümüzün hayatını anlatan; herkesin mutlaka okuması ve paylaşması gereken çok değerli bir yazı. Kaleminize sağlık
Atatürk, Türk ulusunun babasıydı. Yaşarken de babamızdı, öldükten sonra da babamız oldu ve olmaya devam edecek. O’nu kalbimizden hiçbir güç söküp atamaz. Mete Han, Bilge Kağan, Attila nasıl binlerce yıldır Türk’ün hafızasında ve gönlünde yer edindiyse Atatürk de öyle olacak. Onu unutturmaya, değersizleştirmeye çalışanlar tarihin çöplüğüne gidecek ama onun adı tarihe hep altın harflerle yazılacak. Bu topraklarda Mustafa Kemal hiç yenilmedi ve yine yenilmeyecek. Biz evlatları her daim onun yolunda olacak, onu hep yaşatacak. Aziz ruhu şad olsun.