Attila İlhan... Kaptan... İzmir’de dünyaya gözünü açtığında takvimler 1925 yılının 15 Haziran’ını gösteriyordu. 10 Ekim 2005’te ölümüyle tam 80 yıl yaşadı. İnsanlar ölse de fikirlerin ölmeyeceğini bildiğimizden onu hiç unutmuyoruz. Attila İlhan hayranlığım beni yakından tanıyanlar tarafından iyi bilinir. Hem bizzat yazdığı hem kendisiyle yapılan röportajların kitaplaşmasıyla birlikte 30'a yakın eseri kütüphanemdedir. Sistem, Attila İlhan’ı hep ‘’romantik bir şair’’ diye bizlere sundu. Medya işine geldiği gibi anlattı. Fikirleri, toplumcu ve devrimci yanı arka plana atıldı. Ben biraz da ustanın sistem tarafından bilerek es geçilen düşüncelerini ele almak istedim. Çok uzatmayacağım, hadi başlayalım…
Attila İlhan bu ülkede ne sağ ne sol entelektüeller tarafından yeterince anlaşıldı. Hangi Sağ kitabında ''vatan-millet-sakarya'' edebiyatı yapanları kıyasıya eleştirdi. 1947’deki Marshall Yardımı ile ‘’Sistem’’in içine girdiğimizi tahlil etti. ‘’Sağ var sağcık var!’’ derken liberal vatansız sağ ile antiemperyalist sağ’dan bahsetti. Mustafa Kemal’in kamucu/devletçi ekonomisine dikkat çekip ‘’Yozlaştırılmak istenen Mustafa Kemal’in stratejisidir.’’ dedi. Sağcılar ‘’nasıl olsa komünist’’ diye yaklaşınca onu çok anlamadı, solcular da ‘’ulusalcı’’lığını hazmedemeyip ondan yüz çevirdi, islamcılar zaten pek oralı değildi. Ne İsa’ya yaranabildi, ne Musa’ya. Ne olursa olsun bildiğini yazmaktan ve söylemekten hiç çekinmedi. Birilerine yaranmayı, herhangi bir edebi veya siyasi çevreye kapak atmayı aklının ucundan bile geçirmedi. Kendinden taviz vermedi, ülkesine asla ihanet etmedi, uzun bir süre yurtdışında yaşadığında bile aklı ve gönlü ülkesindeydi. Paris’te yıllarca yaşamanın avantajını çok iyi gözlemledi ve şu satırları yazdı: ‘’İnsan sonra sonra, batılının: Olayları, insanları ve sorunları iki ayrı gözle gördüğünü, iki ayrı ölçekle değerlendirdiğini fark ediyor. Birisi dünyayı ‘’yöneten’’ ülkelerden biri olmaktan gelen yukarı bir ölçü, kendine toz kondurmayan, komşusuna karşı hoşgörülü; ötekisi, ‘’yönettiği’’ ya da o hizada saydığı ülkelere ve halklara uyguladığı hafif alaycı, epeyce küçümser, adamakıllı merhametsiz ve toptan haksız bir ölçü.’’ (Hangi Batı)
Atatürk’ü en iyi anlayanlardandı. Ne gardrop, rozet, heykel Atatürkçülerinden ne 12 Eylül’ün cuntacı Atatürkçülerinden oldu. Bunların hepsini kıyasıya eleştirdi. Hep ayakları yere sağlam basan ‘’ulusal bir sentez’’ peşindeydi. Anadolu ihtilalcisiydi, kalpaksız ve katıksız bir Kemalistti. ‘’Türkiye’de şimdi Kemalist olmak yeterli. Başka şey olmaya gerek yok. Yalnız Kemalist ol sen, çok solda, çok sağlam bir yerde iyi bir devrimcisin!’ diyerek Kemalist devrimciliğini ortaya koydu. Hangi Atatürk kitabında ‘’Ben Mustafa Kemal’i önemserim. Önemsememde haklı olduğuma inanırım. Bence Kemal Paşa, iktidarın yapısal niteliğini değiştirdiği için önemli bir devrimcidir, ‘mazlum milletler’e karşı azgın saldırganlığını sürdüren emperyalizmle boğuştuğu için de yaman bir üçüncü dünya lideridir.’’ diyerek Mustafa Kemal’e olan ilgisini, sevgisini ve ona verdiği değeri gösterdi. Sosyalistliğinden asla sual olunmazdı! Sosyalizm Asıl Şimdi kitabında “Sosyalizm iflas etmişmiş! Boş laf! ‘Kıro’ bir şoför, kullandığı otobüsü şarampole devirdi diye artık otobüse binmekten vaz mı geçeceğiz? Vazgeçilecek olan o şoför, onun otobüsü kullanma biçimi! Sosyalizm, asıl şimdi gündemdedir; testiyi dolduranla kıran, nihayet birbirinden ayrılabiliyor.’’ ve ‘’Kim ne derse desin, ‘Sistem’in dayattığı en olumsuz koşullarda bile, sosyalizm, yeni ve geçerli çözümler üretecek güçtedir, sosyalizm tükenmez; Marksizm/Leninizm, Sosyalizmin ‘ilk sözü’ değildi, son sözü de olmayacaktır.’’ cümleleriyle insanlığın kurtuluşu olarak, kendisinin de samimiyetle ve gönülden inandığı sosyalizme işaret etti.
Türk solunu en iyi bilenlerdendi, ‘’tatlı su solculuğuna’’ yüz vermedi. Hangi Sol kitabında Türk ve dünya solunu inceledi. ‘’Cuntacılık Atatürkçülük değildir!’’ diyerek 27 Mayıs 1960 İhtilali’ni ve 12 Mart 1971 Muhtırası’nı eleştirdi. Mustafa Kemal ‘’Sağcı mıdır, Solcu mudur?’’ tartışmasında topa girip ‘’Mustafa Kemal Paşa, o dönemde, Türkiye’de gerçekleştirilmesi mümkün toplumsal aşamayı gerçekleştirdiği için ileri, ama Türk toplumunun özel koşullarını çabucak görüp o koşullara uygun bir siyasal örgüt geliştirmek istediği için de solcu bir devrimcidir. Mustafa Kemal’in solculuğu antiemperyalistliğindendir, bir; padişahçılığa karşı irade-i milliyetçiliğindendir, iki. Fakat bu solculuk sosyalistlik değildir, demokratik solculuktur, demokratik devrim sürecinin olağan gelişmesindeyse burjuvazinin ön plana geçmesi, milyonerlerin yetişmesi doğal bir sonuç, ekonomik ve toplumsal bir zorunluluktur.’’ dedi. Sol’dan bahsetmişken ‘’Yıldız, Hilal ve Kalpak/Gazi’nin Ulusal Solculuğu’’ kitabında ‘’Cumhuriyet, iktidarı milletin seçmesine imkan tanıyor: 50’li yıllardan bu yana, bu prensip işlemektedir; yarım yüzyıl sonra önümüzdeki tablo nedir: Türkiye’de ‘muhalefet’, ya ‘Şeriatçı’dır, yani iktidara değil, ‘hakimiyet’e oynar; ya ‘etnik’tir, yani ‘iktidar’ı değil, ‘hakimiyet’in yarısını ister; üç çeyrek yüzyıldan sonra, ‘muhalefeti’ rejim düşmanı cumhuriyet olur mu? Gazi’nin 1938’de bıraktığını koruyamadığımız; ya da el altından, karşı/inkılapçı tavrı desteklediğimiz meydandadır; yoksa hakimiyetin halkta olduğu Türkiye Cumhuriyeti’nde, eğer burjuva partileri (merkez sağ/merkez sol) iktidar’da ise; proleterya partileri (sosyal demokrat/sosyalist ve komünist partiler) ‘muhalefet’te olmak lazımdı! Bilir misiniz: Sosyalist Sol’u topyekun vatana ihanetle itham edenler, aslında cumhuriyete ihanet ediyorlardı.’’ yazıp bir hakikate dikkat çekti.
Gerçek bir laiklik savunucusuydu, ‘’sahte laikçilerle’’ işi yoktu. Hangi Laiklik kitabında ‘'Milli ve manevi değerleri muhafaza etmek’ klişesi, gerçekten ulusallığı perde ederek ümmetçiliği savunmaya yarıyor; ulusal, demokratik ve laik, yeni bir ulusal kültür sentezinin yaratılmasını istemiyorlar; istedikleri feodal/ümmet kültür sentezinin aynen sürdürülmesidir. Oysa Anadolu İhtilali, tam da, bu sentezi tarihteki yerine koymak için yapılmıştı.’’ yazıp sağcı muhafazakarları; ‘’Ben uslanmaz bir laikim, ama Anadolu İhtilali’nin ürettiği ve yoğurduğu laiklerden biri; tavrım da, tutumum da ona göre. Oysa sözünü ettiğim ‘laikler’ gerçekte laik değil, kozmopolit; Tanzimat sonrasının Osmanlı ‘alafrangalığı’nın ‘işbirlikçi’ aydınları; utanmadan da, ‘Atatürkçü’ geçinirler, oysa ne alakası var: Gazi’nin, Anadolu’da pıtrak gibi bitmiş ecnebi tarikat okullarını kapattırmak için, Lozan’da nasıl savaştığını unutmuş olmalılar; şimdi çocuklarını ve torunlarını yazdırmak için kapılarında ezildikleri o son birkaç ‘tarikat’ okulu, o savaşın ‘kılıç artıklarıdır.’’ yazıp çocuklarını yabancı kolejlere göndermek için can atan aileleri eleştirdi.
Amansız bir küreselleşme ve sistem karşıtıydı, harbi ulusalcıydı. Hangi Küreselleşme kitabında ‘’20. yüzyılda ‘çağını anlamak’, aslında liberal kapitalist sistemin gezegeni tek başına yemek için her türlü çılgınlığa gözünü bile kırpmadan kalkışabileceğini anlamak demek! Bu tespit hakikatle ‘küreselleşme’ kavramının, siyasi iktisat açısından ifade ettiği manayı da son derece berraklaştırıyor: ‘küreselleşme’ eşittir, o ‘Sistem’in egemenliğine girmek!’’ yazarak allanıp pullanan küreselleşmeyi net biçimde özetlemişti. Emperyalizmin Türkiye üzerindeki oyunları için: ‘’Sovyet tehdidi kalkalı, Türkiye’ye kurulan tuzak aynı tuzak; kuranlar, Sistem’in aynı ülkeleri, bahaneleri de aynı; uygulamaları çok benziyor. Ermeniler’le başladılar, Kürtler’le devam ediyorlar; ‘kandırabildikleri kadarını’ eskiden olduğu gibi kışkırtıyor, örgütlüyor, silahlandırıyorlar; Türkiye meşru müdafaaya geçince, ellerinde insan hakları yaftaları ile onun karşısına dikiliyorlar. Sanki 2. Dünya Savaşı’nda 30 milyon insanın canına kıyanlar, koca koca şehirleri bir bombardımanla yok edenler, nükleer silahları icat edenler ve kullananlar, onlar değil; sanki bugün de Somali’de, Ruanda’da, Bosna Hersek’te, Karadağ’da, Afganistan’da ‘insan hakları’nın ayaklar altına alınmasına, onlar göz yummuyor!’’ deyip Batı’nın ikiyüzlülüğünü ortaya serdi.
Müthiş bir şair ve edebiyatçıydı. Hangi Edebiyat’ta ‘’Bir ülke, ulusal edebiyatının estetik ve toplumsal değer ölçütlerini yaratamadığı sürece, böyle voleybol topu gibi bir edebiyattan öbür edebiyata gider gelir. Doğrusu, Doğu edebiyatları kadar Batı edebiyatlarını da izlemek, her ikisinin iyilerini dilimize kazandırmak, kazandırdıklarımızın da hakkını vermektir. Biz bunu göremedik, belki gençler görür…’’ diyerek edebiyatta izleyeceğimiz yolu gösterdi. Kendini kısıtlamadı, ‘’toplumcu gerçekçi’’ olarak toplumun bütün meseleleriyle ilgilendi. Yanlış Kadınlar Yanlış Erkekler kitabında insan cinselliğine eğildi. Hangi Seks kitabında bu durumu ‘’Oysa cinselliğe eğilişim de, tıpkı sosyalistliğe ya da batıcılığa eğilişim kadar, insanı, özellikle çağdaş insanı anlayabilmek isteğimden doğuyor. Onun için de söylediklerimi kesin hiçbir yargıya bağlamayacağım. Olguları, olayların gelişmesini, insanları ve cinsel çelişkileri elimden geldiğince nesnel olarak belirtmeye uğraştım. Bundan bir genellemeye varmak, bir yargı çıkarmak okuyan herkesin hoşgörü yeteneğine, bilgisine ve imgelem gücüne kalıyor.’’ diye açıklayıp insanın varoluşsal sorunlarından birine el atmış, düşüncelerini çekinmeden açıklamıştı.
Vatan ve Namus cephesinin en önde giden aydınlarından biriydi. Ufkun Arkasını Görebilmek kitabında Gazi Paşa'nın 1930 yılındaki ‘’Yolunda yürüyen bir yolcunun yalnız ufku görmesi kafi değildir; muhakkak ufkun ötesini de görmesi ve bilmesi lazımdır.’’ sözünden hareketle hepimize meselelere daha geniş açılardan bakmayı öğretti. “Hep söylemez miyim? ‘Eski Tüfekleri', Gazi aleyhine konuşturamazsınız; onlar, hem yurt hem millet bilinciyle mücehhezdirler, yani tarih bilinciyle!” diyerek eski kuşakların Gazi Paşa'ya olan vefasını gösterdi.
Sahte ayrımlara takılmadan, bu ülkenin gerçek sağcı ve solcularını ideoloji ayırt etmeden bir araya getirip ‘’Bir Millet Uyanıyor!’’ serilerinin çıkmasına öncülük etti. Bu durum elbette birilerini rahatsız etti. Vatanseverler eski kavgalarını ve fikir ayrılıklarını bırakıp cumhuriyet için birleşince sistemin borazanları tedirgin oldu, ona bir nevi ambargo uyduladı. Trt 2’de çok büyük keyifle ve çok şey öğrenerek izlediğimiz ‘’Attila İlhan’la Zaman İçinde Yolculuk’’ programı apar topar yayından kaldırıldı. Ancak o yılmadı, sesini her platformda duyurdu. O gerçekten de Türk Milleti’nin asil bir evladı, gerçek bir aydınıydı. Kendisini 2007 yılından beri yakından tanıma fırsatım olan ve aynı zamanda Attila İlhan’ın öğrencisi Banu Avar bir sohbetimizde ustayı şöyle anlatmıştı: ‘’Önemli bir düşünürdü. Çok alçakgönüllü, kibirsiz ve herkese vakit ayıran bir aydındı. Belli bir aileden, terbiyeden ve estetik donanımdan geliyordu. Kendini milletine ve değerlerine adamıştı. Namuslu ve ahlaklıydı. Ben çok az böyle bir aydınla tanıştım Salih. Şanslıydım. Yoksa umutsuzlaşırdım.’’ Evet, Attila İlhan bu toprakların insanına umut aşılamıştı. Ömrü boyunca halk ile aydın arasındaki uçurumu kapatmaya çalıştı. İdeolojik farklılıkları bir kenara bırakıp halkımıza tarihi bir çağrı yaparak ‘’Kendini yurttaş sayan ve bu memlekette bağımsız yaşamak isteyen herkesin aynı safta olması şarttır. Burada ideolojilerin farklılıkları önemini kaybediyor. Çünkü bu aynen Kurtuluş Savaşı’ndaki gibi bir durumdur. Aklın yolu bir. Memleketin çocuğuysan, memleketini düşünüyorsan başka türlü düşünmen mümkün değil.’’ demişti. Attila İlhan’ı anlatmaya kelimeler kifayetsiz kalır. Sistemin Attila İlhan’ı her türlü karalamasına, iftirasına, alçakça yalanlarına karşı uyanık olmalıyız. Öncelikle kendimiz onu çok iyi okumalı ve sonra insanımıza çok iyi tanıtmalıyız. Ustayı sadece ‘’aşk şairi’’ diye pazarlayanların elinden onu almalı, içinden çıktığı halkı ile buluşturmalıyız. İşimiz zor ama imkansız değil. Yollar uzun, engeller çok! Umutsuzluğa yer yok! Attila İlhan’ın: ‘’Parola: Vatan! İşareti: Namus!’’ şiarı hepimize örnek olmalı. Parolamız ve işaretimiz asla şaşmamalı.
Çok güzel bir hizmet Tarihî bir panorama cizdiniz Özetle her şey bütün çıplaklığıyla Gözler önüne serildi Teşekkürler selamlar sevgiler
Yazınız için teşekkür ederim.
Attila İlhan hakkında yazılmış çok güzel bir yazı. Kaleminize sağlık. Tebrik ederim.
Kendisine hayran olduğum büyük usta Attila İlhan için yazdım. Onu anlatmaya kelimeler kifayetsiz kalır ama kalemim yettiğince yazdım. Duygu ve düşüncelerinizi yazar, okuyup paylaşırsanız çok sevinirim