İkisini de ilk kez görüyordum. Şehrin en işlek caddelerinden birinin kaldırımındaydılar. Eğitim-öğretim görecek, arkadaşlarıyla oyunlar oynayabilecek yaştaydılar. Ancak kılık kıyafetleri onların okulla uzaktan yakından alakası olmadığını açıkça gösteriyordu. Birinin diğerinden biraz daha büyük olduğu belliydi. İkisi de hem masum hem çocuktu. Zaten çocuklar hep masum olmaz mıydı? Küçücük yaşlarına rağmen sigara içmekteydiler ve ne yazık ki masumiyetlerini yavaş yavaş kaybetmekteydiler…
Onları önce hiç fark etmemiştim. İşyerimizde çalışan elemanımızın gülerek hatta neredeyse kahkaha atarak söylediği ‘’Abi şunlara bi baksana Allah aşkına.’’ sözleriyle birlikte neler olup bittiğini merak ettim. Arkamın dönük olduğu çocuklara caddenin karşı kaldırımında bulunan binasından yüzümü dönmüştüm. Dışarıya baktığımda epey şaşırdım. Sonra kendimi tutamayıp ben de gülmeye başladım. Gülmüştüm çünkü biraz daha küçük olanı, sigarasını tişörtünün içine sokuyor ve çakmağı da yine tişörtünün içinden çakmaya çalışarak komik bir görüntü oluşturuyordu. Rüzgarın kendisini engellemesinden hoşnut görünmüyordu, çok acelesi var gibiydi. İçimden, ‘’Sigarasını yakmaya çalışırken sakın ola kendisini yakmasın?’’ dedim ve endişelendim. Neyse ki korktuğum olmadı. Sigarayı yakma işlemi sonuçlanmış ve bir kahraman edasıyla sigarasını tüttürmeye başlamıştı. Aynı saniyelerde çevredekilerin şaşkın bakışları da çocukların üzerinde toplanmaktaydı. İnsanlar gözlerini çocuklardan alamıyordu. Kimileri kısa süreli bir şok yaşadıktan sonra yürümeye devam ediyor, kimileri çevrelerinde bekliyor ve gülüyor, kimileri durumu olağan karşılıyor, kimileri de yaşananlara hiçbir anlam veremiyordu. Ben ise tek tek bu farklı duyguları yaşayan insanların hepsinin duygularını taşıyordum. Önce kısa süreli bir şok yaşıyor, sonra gülüyordum. Türkiye’nin şartlarını bildiğimden ve bu toplumla birlikte yaşadığımdan ilk önce bu durumu olağan karşılıyor, sonrasında ise çoğu zaman olduğu gibi yaşananlara anlam veremiyordum. İçten içe isyan ediyordum. En başta, okul çağındaki bu çocukların sokağa terk edilmesinin sebebi olan sistemin kendisine, sonra devlete, hükümetin aciz ve beceriksiz yetkililerine, ne işe yaradıklarını anlayamadığım birtakım sivil toplum kuruluşlarına, ülkemin duyarsız insanlarına…
Aradan birkaç gün geçmişti. O çocuğu akşam saatlerinde bir kez daha görmüştüm. Tek başınaydı. Simit ve ayran aldı. Yanından geçen genç sayılabilecek bir kız elindeki balonu esas kahramanımıza uzattı. Balona baktığımda üzerinde malum cemaatin kitabevlerinden birinin markası yazmaktaydı. Balonu çocuğa veren kız cemaatten biri miydi bilmiyorum ama cemaatin şefkatli kolları bu vesileyle o çocuğa bile uzanmıştı! Minik kahramanımız balon sahibi de olmanın keyfiyle kaldırımda oturup yemeye, içmeye başladı. Kısa süreli bir tereddütten sonra kararımı verdim, çocuğun yanına gittim. Kaldırıma oturup onunla sohbet etmeye başladım. İlk olarak ismini sordum. ‘’Ferhat’’ dedi. Biliyordum ama yine de ‘’Geçen gün karşı kaldırımda sigara içen sen miydin?’’ diye sordum. Önce inkar etti. Benden, ‘’Yalan söyleme. Çok iyi hatırlıyorum, yanında da birisi vardı. Onunla birlikte içiyordun. Hatta sigarayı tişörtünün içinden yakmaya çalışıyordun.’’ sözlerini duyunca gerçeği söyledi. Ne zamandır sigara içtiğini sorunca net bir cevap vermedi ama konuşmasından en az birkaç yıldan beri içtiğini anladım. ‘’Bu yaşta niye sigara içiyorsun?’’ dedim. ‘’Bilmiyorum.’’ dedi. ‘’Nasıl bilmiyorsun, insan niye içtiğini bilmez mi?’’ dedim. Sustu. Geçen gün birlikte sigara içtiği kişinin abisi olduğunu öğrendim. Onun da ismi Yusuf’muş. 7 kardeşlermiş. Kendisinden küçük 3, kendisinden büyük 3 kardeşi varmış. Adana’dan gelmişler İskenderun’a. Babası elektrik işleriyle uğraşıyormuş. ‘’Babanın patronu var mı? Yani yaptığı iş kendi işi mi yoksa başkasının yanında mı çalışıyor?’’ diye sorunca, ‘’Patronu var babamın. Onun yanında çalışıyor.’’ dedi. Annesi ise çalışmıyormuş. Ayağında hiçbir şey olmadığını fark ettim. ‘’Ayakkabın nerde?’’ deyince ‘’Kaybettim.’’ cevabını aldım. Çıplak ayakla gezmemesini, bir an önce ayakkabı veya terlik giymesini salık verdim. Akşam bu saatlerde tek başına dolaşmaması gerektiğini ve bir an önce evine gitmesini belirttim. ‘’Gidiyorum zaten.’’ dedi. ‘’Herhangi bir ihtiyacın olursa yanıma gel.’’dedim. ‘’Tamam.’’ diyerek bisikletine bindiği gibi çekip gitti. Yaklaşık on dakikalık sohbetimiz bitmişti. Sohbet bittiğinde aklımdan birtakım kavramlar ve anlı şanlı büyüklerimizin sözleri geçmekteydi: ‘’Sosyal Devlet Anlayışı’’; ‘’İnsanı yaşat ki devlet yaşasın!’’; ‘Kimse bize yoksulluk edebiyatı yapmasın!’’; ‘’Çocuklarımız bizim geleceğimizdir!’’ Hiçbiri bana inandırıcı gelmemekteydi. Hepsine inancım bitmekteydi. Gözlerim bu ülkenin çocukları için nem biriktirmekteydi, anladım...
Not: Yazarımızın yıllar önce kaleme aldığı bir yazıdır.
Türkiye'nin acı gerçekleri...
ülkemizin acı gerçeklerini ne de güzel yazmışsınız hocam. roman okuyormuşum gibi hissettim. emeğinize sağlık.
Çok etkileyici ve hüzün verici bir yazı...
Yazarımızın kalemine sağlık. Ülkemizin acı gerçeklerini yüzümüze vuran bir yazı olmuş.
Yıllar önce yaşadığım bir olayı kaleme aldım. Bir insan hikayesi, bu ülkenin çocuklarının acı hikayesi... Okuyup duygularınızı yazarsanız ve sosyal medya hesaplarınızda paylaşırsanız sevinirim.