“Bir devr-i şe’âmet: Yine çiğnendi yeminler;
Çiğnendi, yazık, milletin ümmîd-i bülendi.
Kânun diye, topraklara sürtüldü cebinler;
Kânun diye, kânun diye, kânun tepelendi...
Bîhûde figanlar yine, bihûde enînler!”
Ruhu şad olsun, Fikret’in Doksanbeşe Doğru şiirinden alıntı yaptığım bu dörtlük, meselemize tam 12’den isabet ediyor.
Yıllardır eğitim ve iş meseleleriyle alakalı didinip duran muhalif politikacılar ile aydınlarımız artık tahtlarını bize devrettiğinden olsa gerektir ki (yahut ihtilal yaparak biz gençler aldık o tahtı) bugün bu konuyu konuşmak bana nasip oldu. Fakültede okumaya başladığım yıldan beri içinde bulunduğum hukuk camiası beni büyük hayal kırıklığına uğrattı ve buna devam da ediyor. Velilerin hayret makamındayım. Derslerde yeteri kadar muhakeme, felsefe ve mantık derslerinin olmaması başka bir bahis ama bari iş ve staj kolaylığı sağlayaydınız ya hu!
Geçen senelerde “Sigortalı bir başka işte çalışabilme” izni verdiniz eksik olmayın. Nihayetinde günde 9 saat mesai yapıp üstüne bir de kanunlara riayet eden bir iş yeri bulursam 7,5 saat de orada mesai yapar ve günü 16,5 saat mesaiyle kapatırım. Allah daha ne versin değil mi ağabey?
Sayın politik dehalar! İşte bizimle böyle alay eder gibi konuşuyorsunuz. Meselelerimiz var. Hem de çok büyük.
Ekonomik kriz almış başını gitmiş, alım gücümüz gayya çukuruna inmiş (bilmeyenler için cehennemin en ücra en dip köşesinde bir çukurdur), işsizlik belası başımızda bir zalim kudüm gibi vuruyor...
Ya hu 4 yıl fakültede geceli gündüzlü onlarca hocanın ağız kokusunu çekerek (evet çekerek, yetersiz kişilik ve dolu kibir sahibi kimseler çünkü), Türkiye’nin en prestijli mesleklerinden birine diploma hakkı kazanıyoruz fakat netice ne: Hüsran. “Bihude figanlar yine...”
Eczacılık veya tıp öğrencileri intörn oldukları dönemde KYK yurtlarında kalabiliyor. Hatta çalıştıkları yerde (eczacılar hariç, çünkü onlar da bizim bir diğer çarımız) para da alıyorlar. Biz hukukçular ne yiyelim? Okul bitti, kalacak yerin yurdun yok, belki kariyer yapacaksın okuduğun şehirde kalarak, ama yallah yurttan tekmeleyin! Bu ne abes bu ne iştigal, biz Yunan tohumu muyuz? Bu ne mezalim?
İş bulduk diyelim, yeteri denetim yapılmadığından üç kuruşa hatta karın tokluğuna çalışıyoruz. Ofis açmak desen haşa ve kella, tükür pis kâfir. Bu zamanda ofis mi açılır?
Anlaşılan şu ki vaziyet “Kanun diye kanun diye kanun tepelendi.”...
Adliyelerde rüşvet almış başını gitmiş. İcra daireleri 5 yıldızlı otel gibi aynı, yan gel yat avukata ahkam kes: “Avukat mısın? Evet. Gelmişken şu camları da siliver.”
Mahkeme kalemi sanki farklı:
“Avukat mısın?” (Bu arada dikkat edin “mısınız?” değil “mısın”. “Yani sen kimsin g...n kenarı?”)
“Niye geldin?”
Bir meslek, bir bölüm bu kadar aşağılık bir gömlek olamaz değil mi? İşte bu vaziyetin sebebi sizsiniz.
Anam babam beni millete g... kenarı olayım diye mi canla başla okutuyor?
Hukuk Mesleklerine Giriş Sınavı gelmiş, Adalet Bakanı çıkıp “evet sınav olacak” diyor. Nutuk çekiyor. Sınava dair ne bir simülasyon ne bir kitapçık, hiçbir şey yok ortada. Bekleyin, sınav bitsin öyle bilgilendirirsiniz. Neticede keyfinize göre yaşamak zorundayız.
Zorunda mıyız? Bunu düşünmek elzem kanımca. Neticede g...ü sıkışan, avukata başvuruyor. Para lafı edince kaçanlar da cabası.
Bu meselelere el mi atarsınız yoksa hepten cübbe mi bırakalım? Öğrenciler fakültede direnip joplansın ve biraz daha mı itibar kaybedin? Bizim daha değersiz hissedecek kadar bir kıymet-i harbiyemiz kalmadı nihayetinde.
Eh, bir canımız var, vatana yeterince feda oldu bir kere de bize feda olsun.
Sevgili meslektaşlarım ve öğrenci arkadaşlarım. Başlangıçtaki şiir onlara armağandı. Yine Fikret’ten bir şiir ile (Promete) sizi de unutmayayım:
Kalbinde her dakika şu ulvî tahassürün
Minkar-ı âteşini duy, daimâ düşün:
Onlar niçin semâda, niçin ben çukurdayım?
Gülsün neden cihan bana, ben yalnız ağlayım?..
Yükselmek âsmâna ve gülmek ne tatlı şey!
Bir gün şu hastalıklı vatan canlanırsa... Ey
Müştâk-ı feyz ü nûr olan âtî-i milletin
Meçhul elektrikçisi, aktâr-ı fikretin
Yüklen, getir -ne varsa- biraz meskenet-fiken,
Bir parça rûhu, benliği, idrâki besleyen
Esmâr-ı bünye-hîzini, boş durmasın elin
Gör dâima önünde esâtir-i evvelin
Gökten dehâ-yı nârı çalan kahramânını...
Varsın bulunmasın bilecek nâm ü şânını.
Mehmet Can KUYUCU