Kasım 1934 gecesi evinde oturmakta olan Delia Budd’ın eline bir mektup geçmişti. Neredeyse altı yıldır kayıp olan kızıyla ilgili olduğunu düşünmüş, heyecanla sayfayı açmıştı. Satırlarda yazılanlar öylesine korkunçtu ki. Katil ona kızını nasıl öldürdüğünü, öldürürken kızın nasıl direndiğini, cesedi nasıl parçaladığını, dokuz gün boyunca nasıl pişirip yediğini tüm detaylarıyla anlatmıştı. Şimdi geriye yapılacak tek şey kalıyordu. Mektuptan yola çıkarak bu sapığı bulmak ve adalet önünde cezasını infaz ederek kızın ruhunu adeta serbest bırakmak. Aklından geçen kişi uzun boylu, yapılı, belki biraz esmer ve belalı bir tipti. Fakat ulaştıkları evde yakaladıkları kişi tüm bunların uzağındaydı. Beyaz tenli, ak saçlı, nispeten aciz görünen hatta cinayet işlemeyi asla yakıştıramayacağınız yaşlı bir adamdı. Koluna giren adamla birlikte ağır adımlarla sorgu odasına doğru yürüyordu.
Budd ailesi New York’ta yaşayan, kimselere zararı dokunmayan kişilerden oluşuyordu. Delia ve Albert 1913 yılında Manhattan’da evlenmişler ve dört çocukları olmuştu. 1928 yılında Albert’in bir başka kadından olan oğlu Edward iş bulmak için gazeteye ilan verdi. Bu ilanı hiç umulmadık biri de okumuştu. Albert Hamilton Fish isminde, 58 yaşında, temiz yüzlü ve yaşlı bir adamdı. New York’a geldi, genç adamı işe alacağını söyledi. Adının Frank Howard olduğunu ve çiftçilik yaptığını, Edward’ı da orada çalıştıracağını vaat etmesine karşın bir türlü gelmedi. Özür telgrafı çeken Fish birkaç gün sonra tekrar geldi. O esnada dışarı çıkan henüz 10 yaşındaki Grace Budd’ı gördü. Gözüne kestirdiği kızı uzun süre takip etti ve çevresiyle yakın ilişki kurmaya başladı. Budd ailesi bu yaşlı adamın zararsız olduğunu düşünmüşlerdi. Zamanla yedikleri içtikleri ayrı gitmez olmuştu. Ailenin iyice güvenini kazanan Fish, yeğeninin doğum günü partisine Grace’i götürmeyi teklif etti. Aslında ne öyle bir yeğeni vardı ne de doğum günü partisi. Aile izin verdi, Grace güzelce giyindi ve Fish’in yanına düşüp evden ayrıldı. O günden sonra Grace’den haber alınamadı. Albert Fish ise bir müddet daha orada ikamet edip şüpheler dağılınca taşındı.
Aslında bu Albert Fish’in karıştığı ilk olay değildi. Yıllar boyunca çok sayıda çocuğu istismar etmiş, bazılarına çeşitli işkenceler uygulamış, kimilerini öldürmüş, öldürdüklerini de yemişti. Polise haber veren aile yıllarca kızlarını aradı lakin en küçük bir işarete dahi rastlamadı. O esnada bir ihbar geldi. Polisin katili özellikle yakalamadığı çünkü katilin teşkilat içinde biri olduğu söylentisi dolaştı. Cinayetten iki yıl sonra başkomiser Charles Pope tutuklandı. Ancak hiçbir delil onunla uyuşmuyordu. Sonunda adamın suçsuz olduğu ve eski eşinin intikam almak için yalan söylediği anlaşıldı. Soruşturmanın kapsamı genişlemiş ama kimse cinayetten sorumlu tutulamamıştı. Kasım 1934’e gelindiğinde o gece gelen mektup her şeyi değiştirmişti. Katil sonunda dayanamamış ve kendisini ele vermişti. Üzerine kan bulaşmaması için tamamen soyunduğunu, kendisine uzun süre direnen çocuğu boğarak öldürdüğünü ve fırında pişirecek kadar küçük parçalara böldüğünü uzun uzun anlattı. Hatta mektupta neden et yediğinin hikâyesine bile değinmişti. Fakat bu detaylar hiçbir zaman doğrulanamadı.
Albert Fish’in nasıl yakalandığına gelirsek aslında katilin bu kadar cinayeti işlemesine karşın ne denli dikkatsiz olduğunu gösteren detaylar var. Fish, New York eyaletinde bulunan özel şoförlerin kurduğu bir hayırseverler derneğinin (NYPCBA) üyesiydi. Grace’in annesine göndereceği mektubun zarfını da oradan temin etmişti. Bu nedenle mektubun üzerinde bu derneğin amblemi vardı. Böylece polis için de çember önemli ölçüde daralmıştı. Ekipler o derneğe üye olan herkesten el yazısı örneği istedi. Mektuptaki yazıyla kimsenin yazısı uyuşmadı. Kâğıt ve zarflarla ilgilenen personel sorguya alındı. Adam kağıtları Manhattan’daki 52. sokağa götürdüğünü söyledi. Adrese gidip komşulara sorduklarında orada Albert Hamilton Fish isminde birinin oturduğunu ama birkaç gün önce ayrıldığını öğrendiler. Polis ekipleri eve gizlendi ve Fish’in gelmesini bekledi. Yaşlıca bir adam biraz sonra kapıdan içeri girdi. Birilerinin olduğunu anlamış olacak ki eline aldığı jileti etrafa savurmaya başladı. Müdahale eden polislerden birisi yaralandı ama diğerleri onun üzerine çullanmayı başardı. Polisler adamı karga tulumba tutukladılar ve dışarı çıkardılar. Tabii burada Albert Fish’in peşinde uzun yıllardır koşan ve onu yakalamayı kafasına koymuş polis memuru William King’in katkılarını da unutmamak gerekir.
Bu kadar talihsizliğin içinde belki de kalpleri karartacak ve akıllara durgunluk verecek olan detay Grace’in annesi etrafında yaşandı. Fish, mektubu gönderdiğinde Grace’in annesinin okumasını amaçlamıştı. Ama ne yazık ki kadının okuma yazması yoktu. Bu nedenle mektubu oğlu okumuştu. Fish, kıza tecavüz etmediğini yazmış hatta polise de böyle ifade vermişti. Fakat avukatıyla konuşurken tam tersi yönde sözler söyledi. Kızı boğduğu esnada iki kez boşaldığını itiraf etmişti. Ancak cesedin neredeyse tamamını yediği ve olayın üzerinden altı yıl geçtiği için ortada delil yoktu. Bu nedenle Grace’e tecavüz edip etmediği konusu hep gölgede kaldı. Yaşlı adamın sürekli yalan söylediği ve parafili hastası olduğu bilindiğinden tecavüz etmeme ihtimali daha kuvvetli görülüyor.
Albert Fish yargılanırken tecavüz, öldürme, parçalama ya da yeme esnasında bilinçli olup olmadığı konusu tartışıldı. Birçok bilim insanı sürece bilirkişi olarak dâhil oldu ve Fish ciddi tarama testlerinden geçti. Kanunlarda özellikle tecavüz suçunun işlenmesi için fiilin bilinçli olarak işlenmesi şarttır. Bu nedenle bazı davalarda beraat dahi görülmüştür. 31 Aralık 2000 gecesi işlenen bir suç bu durum için adeta simge oldu. Bir öğretmen gece vakti uyuduğu esnada bir başka erkek öğretmeni yatağında yakalamış ve zorla tecavüz etmişti. Şikâyet sonucu mahkemeye çıkan adam bunu asla bilinçli olarak yapmadığını söylüyordu. Yapılan inceleme ve bilirkişi raporları sonucunda Allan Kellman’ın suçsuz olduğuna kanaat getirildi. Çünkü Körfez Savaşı sırasında büyük travmalar yaşayan Kellman’ın uyurgezerliği tetiklenmiş ve bambaşka bir hastalığa tutulmuştu. Seksomnia (Sexsomnia) da denilen bir rahatsızlığa sahipti ve uyurken seks yaptığının farkında değildi. Uyurgezerlerin kolay uyanamadığı ve uyandırma çabasının ne kadar kötü sonuç verdiği bilinir. Seri bittikten sonraki ilk yazımız olan Ölümcül Tehlike: Uyurgezerlik’te bu konuya çok detaylı bir şekilde değineceğiz.
Albert Fish karşısına geçen doktorlara çocukluğundan başlayarak hayatını anlattı. Aile öyküsü pek de parlak değildi. Kardeşlerinin önemli bir bölümü zaten akıl hastasıydı. Doğduğunda babası 75 yaşındaydı ve uzun yaşamadı. Annesi ise mali durumu kötü olduğu için onu yetimhaneye terk etmişti. Orada hem bakıcılar hem de yaşıtları tarafından dövülmüş, hakarete uğramış ve istismar edilmişti. Zamanla bu işkencelerden zevk aldığını fark etmişti. Annesi sonraki yıllarda kendine göre bir iş bulmuş ve küçük Hamilton’ı yetimhaneden almıştı fakat onun tuhaf davranışlarından habersizdi. Albert fırsat buldukça idrarını içiyor ve dışkısını yiyordu. Aslında fazla görülmeyen koprofili (dışkı yemekten zevk alma) çoğunlukla cinsel sapkınlıkla birlikte gelir. Kişiler kendisinin ya da başkalarının dışkılarını tatmak isteyebilir. Hatta ilerleyen durumlarda özellikle sadizm, mazoşizm ve buna bağlı olarak gelen BDSM bağımlılığıyla birlikte cinsel haz da duyabilir. Ailesinin durumu müsait olsaydı belki de küçük çocuk tedavi edilebilir ve bu durumun önüne geçilebilirdi.
Ergenliğe giren Fish için artık deniz bitmişti. Gizlice hamamlara gidiyor ve soyunan insanları özellikle de çocukları seyrediyordu. Sahip olduğu pedofili bu dönemde iyice ilerlemiş, dışkı ve idrar tüketme alışkanlığının yanı sıra işkenceden daha fazla zevk alır olmuştu. Bu nedenle annesinden ayrılarak New York’a gitti ve fahişeliğe başladı. Kazandığı paralarla bir yerlere gidiyor, boş kalan zamanlarda küçük çocukları gözüne kestirip onları taciz ediyordu. Bu durum sekiz yıl sürdü. Bu dönemde kaç çocuğa tecavüz ettiğini, kaçını öldürdüğünü ya da yediğini bilmiyoruz. Fakat Fish’in ifadesine göre her eyaletten bir çocuk istismara uğramıştı. İlk kurbanı ise ne yazık ki 19 yaşındaki Thomas Kedden isminde zihinsel engelli biriydi. Boyacılık yaptığı dönemde onunla tanıştı ve ilişkisini ilerletti. Yalnız bir gününde Thomas’ı ele geçirip çiftlik evine götürdü. İki hafta boyunca işkence yaptığı genci istismar etmişti. Dudaklarını kesmiş, cinsel organını ortadan bölmüş, üzerine peroksit dökmüş sonra pişman olup tedavi etmişti. Ardından teşekkür babında 10 dolar bırakarak olay yerinden ayrılmıştı. Polis kayıtlarına geçmeyen bu olay sonrası Kedden’a ne olduğu, yaşayıp yaşamadığı konusunda hâlen bilgi yok.
Çevre baskısı ve annesinin isteği sonucu Albert Fish tanıştığı Anna Mary Hoffman ile evlendi. Altı tane çocuğu olan adam şaşırtıcı bir şekilde istismara yeltenmedi. Beş yıl boyunca kanlı bazı oyunlar oynasa da onlara asla zarar vermedi. Fakat çocukları onun tepelere koştuğunu, boşluğa yumruklar attığını ve "Ben İsa’yım" diye bağırdığını söylüyorlardı. Durmaksızın İncil okuyan, ailesinden gizlice bir odada kendisini döven, dolunay gecelerinde çiğ et yiyen ve kalçasını açıp çocuklara tokat attıran adam tuhaf yaşamını bu şekilde sürdürüyordu. Ta ki polis kapısına dayanıp Bay Fish’i tutuklayana dek. Zimmete para geçirme suçundan içeri alındı ve uzun süre orada kaldı. Zamanla iyileştiği düşünülüp salıverildi ama o suç işlemeye devam etti. Eşi artık bu durumdan öylesine sıkılmıştı ki ilk karşılaştığı erkekle anlaştı ve evden kaçtı. Şaşırtıcı bir şekilde çocuklar babalarıyla kalmaya karar verdiler. Sonradan iki evlilik daha yapan fakat evlilikleri çok kısa süren Fish ölünceye kadar Anna Mary Hoffman ile evli kalmaya devam etti. Bu sırada çocukları kendisinden giderek uzaklaşıyor, tuhaf davranışlar sergileyen babalarından teker teker ayrılıyorlardı. Fish ise yalnız kalmanın getirdiği kolaylık sayesinde avlarını arttırıyordu. İstismar ettiği çocuk sayısı neredeyse yüze ulaşmıştı.
Yaşlı adam tarama esnasında tahminlerin ötesinde şeyler söyledi. Acı çekmekten zevk aldığını, eskiden çocuklarla oynadığı oyunlarda bilerek kaybedip sopa yediğini hatta son zamanlarda acıya bağımlılığı nedeniyle vücuduna toplu iğneler sapladığını söyledi. Hekimler muayene ettiğinde gerçekten anüs ile testis arası bölgeye saplanmış otuza yakın toplu iğne buldular. Bunlardan bir kısmını vücudundan çıkardılar. Lakin bazıları öylesine derinlere ulaşmıştı ki cerrahi olarak almak çok zordu. Neden suç işlediğini sorduklarında verdiği cevaplarla tüyleri diken diken etmişti. Bir zamanlar arkadaşının gittiği yerde insan eti yemek zorunda kaldığını ve zamanla bu etten hoşlandığını, en güzel yerin kalça eti olduğunu söylediğinde bunu denemek istediğini söyledi. Bunu yaparken dini olarak da kendisine dayanak kıldığı bir ayeti tekrar edip durdu. İbranice İncil’in kırılan çömlek hikâyesinin anlatıldığı Jeremiah (Yeremya) kısmında 19. bölümün 9. ayetinde geçen "Onlara oğullarının, kızlarının etini yedireceğim. Canlarına susamış düşmanları onları kuşattığında sıkıntıdan birbirlerini yiyecekler" cümlesini hatırlattı. Başka bir psikiyatriste ise aynı kitabın bir başka bölümü olan Yaratılış’taki Hz. İbrahim’in Hz. İsmail’i kurban etmesini anlatıp öldürdüğü çocukların günahlarına kefaret olduğunu söyledi. Elbette bu sözlerin daha önceki yazılarımızda değindiğimiz suçluluk psikolojisi ile söylenmiş olma ihtimali yüksek. Çünkü her suç işleyen yaptıklarına bir kılıf bulmak ve bu yolla cezadan kurtulmak ister. Her ne kadar deli olduğu konusunda kuvvetli deliller olsa da Fish bunları hesaplayabilecek kadar akıllıydı.
Fish mahkeme önüne çıktığında neredeyse herkes jürinin ve hâkimin bu adamın deli olduğuna kanaat getireceğini ardından da akıl hastanesine sevkine karar vereceklerini düşündüler. Çünkü Fish ciddi bir parafili (cinsel sapkınlık) hastasıydı ve akla gelebilecek her türlü tuhaf cinsel fanteziyi yaşamıştı. Mahkeme heyeti tüm bu beklentileri boşa çıkardı. 65 yaşındaki adamın her şeyi bile isteye yaptığını belirtip idamına hükmettiler. Üç kişinin ölümünden kesin olarak sorumlu tutulmakla birlikte itiraf ettiği ve öldüğü kesinleşen beş cinayetin de birincil şüphelisi olduğu belirlendi. Fish elektrikli sandalyeyle idam edilecekti. İddialara göre kararı duyduktan sonra tatmadığı tek şeyin elektrik akımına kapılmak olduğunu söyleyen katil "Hayatımın en büyük heyecanı" demişti. Bu bilgi çoğunlukla popüler kültürde yer bulmakla birlikte doğruluğu konusunda ciddi şüpheler barındırmakta.
Albert Fish’in idam anları kayıt altına alınmasına karşın bir söylenti hep yayıldı durdu. Son sözleri "Neden buradayım bilmiyorum. Bu bir hayal kırıklığı, değil mi?" oldu. Celladın elektrotları vücuduna yerleştirmesine yardım etti. 23.06’da başlayan ölüm süreci 3 dakika içinde son buldu. Bu kadar çabuk ölmesi dışarıdaki insanlar tarafından şüpheyle karşılandı. Fish’in kasığına sapladığı iğneler yüzünden elektrikli sandalyenin kısa devre yaptığı ve patladığı söylendi. Duruma ilişkin söylemlerin yalan olduğuna dair açıklama yapılmasına karşın kamuoyu pek de ikna edilemedi. Dönemin medyasının kapalı hâli ve sadece yazılı beyan üzerinden ilerlemesi sebebiyle hep şüpheli bilgi olarak kaldı. Ölmeden önce kaleme aldığı mektup avukatı tarafından gizlendi. İçeriğinin müstehcen ve iğrenç olduğunu söyleyen Avukat James Dempsey medyanın baskısına direnmeyi başarmıştı.
Zamanla Ay Manyağı (Moon Maniac), Gri Adam, Wysteria Kurtadamı, Brooklyn Vampiri ya da Öcü Adam gibi isimler aldı. Aileler dışarı çıkan çocuklarını onunla korkuttu ya da terbiye etti. Fish’in hayatı herkes için adeta bir ibret, birçok çalışma için de çıkış noktası oldu. The Grey Man ismiyle biyografisi yayınlandı, birçok şarkıda özellikle de death metal türü müziklerin sözlerinde yer buldu. Ünlü ABD’li yazar Stephen King’in Kara Ev romanına konu oldu.
Bu noktada belki de merak ettiğiniz tek şeyi açıklayarak yazıyı sonlandıralım. Grace Budd’ın bedeni bulunabildi mi? Cevap ne yazık ki, hayır. Küçük kızın kemikleri dahi bulunamadı ve ailesi hatırasını sadece zihinlerinde yaşatmaya devam etti.