Türkiye’nin en büyük kırılma noktası; AKP’nin devletin bütün organlarına nüfuz ederek, bunları kendi lehinde, gücünü en azami düzeye çıkarma gayesinde bir araç olarak kullanma safhasına ulaşmasıydı. Türkiye’deki en vahim düşünce yapısı “kutsanmış devlet” olduğu, devlet politikası ve iktidar politikasının, ayırt edilemeyecek düzeyde düşünebilme yetisinin kitlelerin büyük kısmında noksan olduğu (yani iktidarın geliştirdiği her politikayı 2000 yıldır süre gelen bir “devlet politikası” sanma hezeyanları) bugünün olay örgüsünde karşımıza çıkan reaksiyonlar ile pekişmiş durumdadır.
İktidar / Muhalefet Geçişkenliği Etkisi
Bu duruma gelme sürecinin en büyük mimarı ise MHP’dir. Şöyle ki; iktidar, muhalefet ilişkisinde artık muhalefetin meşruluğunu da AKP safına geçerek, AKP’nin tabanında tamamen yok etmeyi sağlamıştır. Bu durum AKP’nin her radikal söylemine karşı çıkacak muhalefeti “hain, terörist” ilan etmek için çok iyi bir zemin hazırlamış, seçmenine “gerçek muhalefet, vatanperver muhalefet bizimle beraber” algısını çok iyi pompalamasını sağlamıştır. Kabaca artık muhalefet ortadan kalkmış ve meşru muhalefetin devletin yararına iktidar ile işbirliği yaptığı algısıyla kitleleri tamamen ayrıştırabileceği sahayı bulmuştur.
Devlet / İktidar Politikasının Basit Ayrımı
Türk insanının hassasiyetlerini derinlemesine analiz etmiş, bunun üzerine politika stratejisi geliştirmiş iktidarın artık daha da aşabileceği, işgal edeceği, yağmalayacağı bir çizgi, mevcut genç muhalif kitlede bitmiş durumdadır. Devletin bütün organları ve imkanlarıyla, medyanın kaynakları, kalemini kiralamış arsız, riyakar gazetecileri ile tamamen saldırı altındadır. İnsanların sindirilmesi, ötekileştirilmesi artık AKP’nin parti politikasıdır. Devletin bekası değil bizzat AKP’nin var olma mücadelesinde kırmızı çizgisidir.
Bunu uzun süredir insanlara Bilal’e anlatır gibi anlatmış insanlar olarak tekrarlamakta fayda var. Devlet politikası dediğimiz şey; o devletin bireyler, partiler, kurumlar üstü olmak suretiyle süreklilik halinde değişkenliği ve geçişkenliği daha asgari belirlenmiş politikalara verilen addır. Örneğin, ABD’nin komünizmin yayılmaması adına geliştirdiği doktrinler dönemler farklı olsa da aynı amaca hizmet etmiştir. Çin’in bugün Afrika’da yaptığı yatırım ve hibe yoluyla stratejik sektörleri (ulaşım, iletişim) gibi kendi himayesine alması bir devlet politikasıdır. Türkiye’nin Misak-ı Milli dışında kalan Türklere sırtını dönmemesi, onların yanında olması bir devlet politikasıdır. Ancak AKP’nin açılım süreci, sistemi değiştirmesi, Suriye politikası bir devlet politikası değil, bizzat AKP’nin kendi geliştirdiği (!) politikalardır. Bunların başarısızlığı devlete, başarısı kendilerine yazar, ki bu onların ne kadar ahlak dışı bir politikayı da benimsediğinin somut kanıtıdır. Anlayacağımız üzere bugün de haksız atamalar ile kurumların içini boşaltması bir devlet değil bizzat AKP’nin parti politikasıdır.
Parti Devleti Olmanın Sinyalleri Olarak;
Burada şu konuya dönelim. Bugün devletin bütün kurumları, liyakatı temel alan, siyasetten bağımsız şekilde gerçekleşecek rektör seçiminin gerçekleşmesi için hakkını arayan gençleri şeytanlaştırıp, onların bu direnişini terörize hale getirmek adına büyük bir uğraş içerisinde. AKP’nin savaşı o gençler ile değil; liyakatın geliştiği aydın bir ülke, tepeden inmecilikle değil demokrasi esas alınan kurumlarla, kutuplaşmış, kaotik, bağımlı bir toplumla değil farklılıkların kaynaştığı barışçıl toplumla. Buna ek olarak;
Melih Bulu’nun istifa etmemesinin altında yatan en temel sebepte buradan kaynaklanıyor. “AKP hiçbir şeyi yanlış yapamaz, AKP mutlaka faydalı bir iş yapmıştır, onlar bilmez biz biliriz” zihniyeti içerisinde istifa etmek, sadece kendini değil bizzat o sistemi yaratan canavarı da sorgulamak demektir. Rektör insanlık namına belki bu istifayı istiyorsa bile, o canavar böyle bir şeye asla ama asla izin vermeyecektir. Bu gerçekler de bize göstermektedir ki, Türkiye’nin mevcut konumunu bir parti devleti haline getirmenin artık tamamen bir hedef olarak belirlendiği gerçeğidir.
Son olarak; bu ortam içerisinde mutlaka bir gün, bir sebepten ötürü sırf isteklerinden, kimliğinden, temel hakkını kullanma arzusundan dolayı terörist ilan edilmiş bireyler olarak daima mücadeleye devam edeceğimizi, hesap soracağımızı ve onlara dünya tarihinin gelmiş geçmiş en rasyonel, en pragmatik ve en vatanperver teröristleri (!) olup onların yaptıklarından utanıp, hesap verene dek susmayacağımızı, korkuyla beslenenleri aç bırakacağımızı söylemekle gurur duyuyorum!
Yusuf Ayberk Enişte