Seküler milliyetçilik okur-yazar kesimin gündemine ismi, somut hakikatleri ve soyut meseleleriyle iyiden iyiye girdi. “Milliyetçilerin bir kısmında ilginç emareler var” nevinden ilk tespitler, artık bu emarelerin neye işaret ettiğinin adını daha net koyuyor: Seküler milliyetçilik. Bu ifadenin kalıplaşmasında pay sahibiyim; en yakınlarımdan dahi eleştiri alsam da, bu işin böyle ifade edilmesi gerektiğini hep savundum ve aslında haklılığımı biraz da mevcut gündem ispatlıyor: İnsanlar beni tanıyarak, okuyarak seküler milliyetçilikten bahseder hale gelmiyorlar. Aksine, evvela gördükleri ilginç ve “değişik” manzarayı adlandırmak için uğraşıyorlar, akabinde bu yeni manzaranın en ayırt edici özelliğinin sekülarist meyil olduğunu görüyor ve bu adı benimsiyorlar. Bu adın üzerinden bana ulaşıyorlar – tersi değil. Ben bir peygamber gibi seküler milliyetçiliği vazetmiyorum, olduğuna şahit olup, olacağını iddia ettiğim “şeyler” seküler milliyetçiliği kendiliğinden somutlaştırıyor ve onun savunucularından biri olduğumdan hiç değilse bir dereceye kadar sözcülüğünü üstleniyorum. Bu aydın olmak iddiasındaki biri için sevindirici bir durum: demek fikri sistemim benden ibaret değil ve doğruluğuna inandığım pozisyon benden başkalarının da katkısıyla gelişiyor, büyüyor; dolayısıyla bana da rehberlik edecek mertebeye erişiyor.
Bir süredir TamgaTürk’te seküler milliyetçilik dosyası kapsamında farklı isimlerin görüşlerine yer veriyoruz. Dosya devam ederken müdahale etmek niyetim yoktu; tatil arası vermiştik, yazılar devam edecekti. Yine edecek, fakat araya girmem icap etti. Serbestiyet’te Hasan Ayer seküler milliyetçiliği konu etmiş, daha evvel Birikim’e verdiğim söyleşi ve yazıp çizdiklerimle ilgili sol yahut liberal cenahtan gelen eleştirilerin derli toplu bir nüvesini gördüğüm için bu yazıyı kaleme almaya karar verdim. Bu eleştirilerin başında, şüphesiz, Kürt “meselesi”ne bakışım(ız) geliyor ve biz seküler zaviyeden cici görünsek de, bu meselede “diğer milliyetçiler”den farklı olmamakla suçlanıyoruz.
Bu pozisyonda evvela bir tuhaflık var; bizler sözgelimi medeni olmayı Türk olmaya eşitlesek ve böyle bir argüman üzerinden ideoloji kurgulasak, eleştiriliriz. (Halbuki mücavir coğrafya söz konusu ise felsefi açıdan yanlış olsa da pratik açıdan epey doğru bir tespit olurdu.) Bizi Kürt meselesinde arzu ettikleri pozisyonda görmeyenler, bu pozisyonda olmadığımız için eşitlikçi, özgürlükçü, demokrat özelliklerimizde bir kusur olduğunu buna bağlı olarak “tespit” ediyorlar. Yani eşitlikçi, özgürlükçü, demokrat olmak için Kürt meselesine “onlar” gibi bakmak lazım. (Mezkur yazıda, mesela, milliyetçi geleneğin çizgisiyle bu anlamda örtüştüğümüz ifade edilmiş. Kürtçü geleneğin çizgisiyle epey örtüşen “tuhaf liberal” çizgi özgürlükçülüğün, çok sesliliğin şampiyonluğunu acaba Öcalan’ın Serxwebun’daki orman yakma, ev kundaklama, pusu kurup sivil öldürme öğütleriyle dolu makalelerinden mi öğrenip kazandılar?)
Baştan başlayalım: Milli değerleri korumak, kimliği korumak, dili korumak zatında “iyi” bir şey midir? Cevabınız evetse zaten milliyetçisiniz. En azından milliyetçiliğin gerekliliğini teyit etmiş oluyorsunuz – doğası gereği “kendi çıkarları”nı önceleyen bir anlayışın, ötekinin çıkarıyla ilgilenmiyor oluşunu tuhaf etiketlerle itham etmek abes. Buna döneceğiz – fakat anladığım kadarıyla muarızlarımız bu soruya evvela “iyi bir şey değildir” diyorlar. Değilse, neden pek de matah olmayan bir husus için bu kadar tantana çıkarıyorlar? Halihazırda anadili Kürtçe olan çok az insan var – Kürtlerin çoğunluğunun anadili Türkçe. Kürtçe Kürtlerin kısm-ı küllisi için bir hatıra ve kültür dili ve bu trend etkisini artırarak sürecek gibi görünüyor. Halihazırda kurulmuş altyapı, herkesin çok iyi Türkçe öğrenmesini daha kolay kılıyor, bu kadar kolay bir çözüm varken neden Kürt kimliğinin korunması, Kürtçenin serpilmesi, gelişmesi, öğretilmesi ve hatta resmi dillerden biri olması için ısrar var? Liberal nazar, neden kolay ve masrafsız olanı tercih etmiyor da, liberal kimlikli birtakım yazar-çizerler pragmatik Occam usturasını gözardı ederek yokuş yukarı bir yolu işaret ediyor? Demek, ifade yahut itiraf etmeseler de, milli kimliğin, kültürün, dilin korunması iyi ve faydalı bir şeydir, bu yüzden önemlidir. Bu yalnızca, Türkler için geçerli değildir.
Milli kimliğin korunması faydalı bir şeyse, bu faydaların nerede olduğuna bakmak lazım. Kendimce milliyetçi literatüre yaptığım en önemli katkının bu zaviyeden olduğunu düşünüyorum: Bu faydaların peşine düştüm. Zira ben serbest piyasayı savunan, bireysel özgürlükleri önemseyen, biraz “eski kafalı” bir liberalim. Felsefi ve bilimsel temelleri başka makalelerimin konusu oldu ve olmaya devam ediyor, burada ispatına girmeden yalnızca özetlersek, millet olma hali toplumun organize olmasını sağlar. Uyum yaratır, stabil toplum yaratır, bu toplum bu “sosyal sermaye” sayesinde gelişir, serpilir, diğer alanlarda (ekonomi, bilim, teknoloji, siyaset vb.) gelişir, ilerler. Türk kimliğinin “inşa” ürünü olduğunu iddia eden, ileri gidip Türkleri “cumhuriyetin Türk yaptığı”nı söyleyen, yığınla tarihi karşı delili görmezden gelerek beylik laflarla Türklüğü Kemalizmin icadından ibaret gören bu “liberal” kafa, karşısına çözüm olarak ne koyuyor? Türkiyelilik. Yani gerçekten suni, gerçekten inşa ürünü olması gereken, var olmayan ve hiç var olmamış bir kimlik olduğu için oturup laboratuvarda üretilmesi gereken bir hayali kimliği öneriyorlar. Üstelik etnik asabiye ve milli şuur buz gibi bir hakikat olduğu halde; hatta dili yitirenler dahi bu buz gibi hakikat uğrunda tarihin gördüğü en büyük imparatorluğa gücünün zirvesindeyken İrlanda kırlarında pusu kurup, şehirlerinde mitralyöz ateşi açtığı halde, zannediyorlar ki binlerce yıllık evrimin mahsulü olan milli ve etnik kimlikler, aidiyetler, kültürel motifler, yani etno-semboller bir gecede yok olacak, kısıtlı akıllarıyla (bunu akılsızlar anlamında söylemiyorum – tek yahut bir grup insanın aklı evrimin devasa aklına nazaran elbette kısıtlıdır.) ürettikleri kimlik hakim olacak, bütün tansiyonları yatıştıracak. İlginç.
Pekala, ülkemizde Kürtler var ve biz seküler milliyetçi Türkler bu konuda ne düşünüyoruz? Samimiyetle ifade edeyim ki, kategorik olarak Kürt düşmanı değilim. Türklerin tarihi terekesinde farklı etnisiteleri bünyelerinde yaşatma geleneği ve yeteneği vardır; bu bağlamda Türk devletinde, Türk coğrafyasında başka etnisitelerin bulunması beni ilkesel olarak rahatsız etmez. Ancak bu etnisiteler bir “mevzi”ye dönüşürse ki dönüştü, bu tehlikeye karşı benim de mevzilenmem ve ateş etmem gayet makuldür. Zira milli kimlikler, dil, kültür; hülasa millet olma hali, yazının evvelinde değindiğim ve bütün külliyatımla ispat etmeye çalıştığım gibi, faydalı ve korunası şeylerdir, eğer bir kesim buna tehdit oluşturuyorsa, bertaraf edilmeleri bizim çıkarımızadır. Tehdit oluşturmadan, uzlaşarak çözmek ve bizim çıkarlarımızla ortaklaşarak kazan-kazan ilişkisine girmek onların vazifesidir; Kürtler adına ahkam kesmek, ne yapmaları gerektiğini söylemek bizim işimiz değil. Düşünürüz, belki söyleriz de; fakat cumhuriyetin sivil milliyetçiliğinin önerdiği “vatandaşlık bağına dayalı ulus kimliği” çözümünü Kürtler kabul etmediler. Karşısına koydukları çözüm ayrılmak da değil. (Son tahlilde, Kürt meselesi git gide kangrene dönüşürse, denize çıkışı olmayan bir Kürdistan’ın Türkler eliyle kurulması ve çevrelenmesinin nihai çözüm olabileceğini belirttiğim bir yazım var. Bu çözümün Türkler eliyle önerilmesinin Kürtlerin akıllarını başlarına getirip ayrılığı engelleyeceğini söylediğim için de “keyfi” bir şekilde meseleye bakan adam oluyorum, hatta Kemal Can’ın deyimiyle tehditkar bir dille konuşuyorum.) Çözümleri etnik asalaklık: Kürdistan bizim, Türkiye hepimizin. Böyle bir senaryonun gerçekleşmesi durumunda “uzlaşmaz azınlığın tahakkümü” gereği Kürtlerin epey karlı çıkacağı, oluşacak hipotetik meclisi ve “federal” siyaseti her zaman kendi lehlerine etkileyebilecekleri, Türkiye’nin geri kalanının sağladığı bütün avantajlardan faydalanıp Irak ve İran’daki akrabalarıyla sınır ticaretini kolaylaştırmak dışında Türklere hiçbir fayda sağlamayacakları aşikar. Niyetleri bu; bu niyete ulaşmak için “Türkiyelilik” zırvasını da sol ve liberal kalemler eliyle bir koçbaşı olarak kullanıyorlar. Türkiyeliliğin neden çıkmaz olduğunu anlattık, pekala etnik asalaklığa karşı kendimizi korumaya almamız neden yanlış olsun?
John Maynard Smith’in oyun teorisini mülkiyetin evrimi meselesine uyarladığı bir nazariyesi vardır: Şahin-güvercin teorisi. Buna göre, bölgeci bir hayvan türünün iki üyesi aynı bölge için karşı karşıya geldiklerinde, iki temel strateji var: Şahinlik yahut güvercinlik etmek. Şahinlik etmek savaşa sonuna kadar kararlı olmak – güvercinlik etmekse sahte bir agresyon gösterip, direniş görünce kaçmak. İki güvercin karşılaşınca bölgeyi hangisinin kazanacağı olasılığın belirsizliğinin elinde. İki şahin karşılaşınca daha iyi savaşan kazanıyor, ancak yaralanma hatta ölme ihtimali daha fazla. Bir şahin, bir güvercin karşılaşınca şahin her zaman kazanıyor. Bu durumda, en faydalı “taktik” şöyle belirleniyor: Bir yere ilk gidensen şahinlik yap, yoksa her zaman güvercin ol. Elizabeth Stevens bunu sınıyor, “Contests between bands of feral horses for access to freshwater: the resident wins” makalesinde ortaya koyuyor ki, yabani at sürüleri su birikintilerine sahip çıktıklarında, küçük bir sürü bir birikintiye daha önce ulaştı ve sahiplendiyse, büyük bir sürü gelse dahi hemen her zaman onlara baskın çıkıp kovuyorlar. Çünkü büyük sürü ne kadar büyük olursa olsun, evrimsel olarak “sonra geldiği” için güvercinlik yapmaya, küçük sürü ise küçük bile olsa “önce geldiği” için şahinlik yapmaya meyyal. Bunun nedenlerinden birisi, alana yapılan yatırım olabilir. Zira şahinlik yaptığınızda kazanç/kayıp ilişkisini değerlendirince, ödül o kadar büyük değil çünkü kayıp verme ihtimaliniz artıyor. Fakat bölgeye yaptığınız “yatırım”, o kayıp ihtimalini gözünüzde küçültüyor, zira yalnız gelecek kazançtan kaybetmeyecek, şimdiye kadar yaptığınız geçmiş yatırımı da kaybedecek oluyorsunuz, bu yüzden ödülün “kârlılığı” artıyor.
İnsanlar için bu daha da belirgin: İnsanlar gerçekten topraklarına yatırım yaparlar. Tarıma elverişli hale getirdiği, koruduğu, geliştirdiği bölgeyi bu yüzden “başkasının çocuğuna” değil, kendi çocuğuna bırakmak isterler. Türklerle Kürtlerin “karşılaşması” eğer bu iptidai ve indirgemeci senaryodaki gibi bir bölge kavgası ise, Türklerin şahin davranmak için çok fazla sebepleri var. Zira kaybedecekleri şey daha fazla – en basitinden olası bir savunmada ciddi askeri önem arz eden bir alanı terk edecekler, bu yüzden olası bir işgal senaryosunda daha fazla zorlanacaklar. Kürtlere şahinliği (Sırrı Süreyya’yı hatırlayın: İstanbul’da da hakkımız var!) ve Türklere güvercinliği (Türkiyelilik!) öneren zihin hastalıklı değil de nedir? Bu öneriyi liberal bir zeminde somut felsefi gerekçelerle açıklayamazsınız – tam olarak bu yüzden birtakım solcu ve liberallerde dosdoğru bir “Türk düşmanlığı” olduğunu iddia ediyoruz.
Şahsen terminolojiyi çok önemsiyorum, o yüzden etnisite – ulus - uruk – millet dörtlüsünü birer terim olarak ortaya atıyorum: Kürt bir etnisitedir. Türkmen bir etnisitedir. Ulus, vatandaşlık bağıyla tanımlanan kimliktir; Türkiye Türkleri ile Azerbaycan Türkleri iki ayrı ulustur, aynı millet olsalar da. Uruk, millet-altı geniş akraba gruplarını işaretler: Azerbaycanlılar, Türkmenistanlılar, Türkiye Türkleri ve Kırım Tatarları bir uruktandır (Kırım Tatarları aslında farklı bir Türk koluna mensup olsalar da), diğer Türklere nazaran daha yakınlardır. Nihayet millet, yerel ağız, motif, hatta din farklılıklarının ötesinde, bir etno-semboller çerçevesini paylaşan topluluğun adıdır, o yüzden biz Turancıların aklına Türk deyince epey geniş bir tanım geliyor. Bizim hem ulus adımız Türk (eskiden Osmanlı idi), hem millet adımız – kafa karışıklığına sebebiyet veren hususlardan biri bu. Kürtler bir etnisite olarak Türk ulusu bünyesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin “dışarıya karşı” çıkarlarında ittifak eden bir unsur olarak kalmayı tercih ediyorlarsa, bir Türkçü ve Turancı olarak bunda bir mahzur görmüyorum. Bu çözüm oldukça insani bir çözüm aynı zamanda –post-modern zırvalar multi-kulti ve çok-hukukluluk gibi garabetleri sempatik göstermeden evvelki dünyanın en medeni, en doğru çözümü buydu. Etnisiteye, dine, mezhebe “kör” bir hukuk, ancak böyle bir vatandaşlık tanımıyla inşa edilebilirdi.
Demokrasi için ne gereklidir? (Bkz: Türk milliyetçisi nasıl bir demokrasi ister?) Sekülarizm gereklidir. Ekonomide ve siyasette birbirlerine denge-rekabet işlevi üstlenecek “aktör fazlalığı” gereklidir ki, rakip sözcüğünün etimolojik kökeni enfes işaretler taşır. Stabil toplum gereklidir; yani etnik tansiyonu olmayan, dini-mezhepsel çatışmaları olmayan; bu çatışmalar üzerine irrasyonel kararları “ortak grubun çıkarı” öyle gerektirdiği için makulleştiremeyen bir toplum. Türkiye’de İslamcılar bunu yaptı: İrrasyonel kararları “biraz da bizim hödük çocuklarımız yüksek makam işgal etsin” diyerek makulleştirdiler. Kürtler bunu yapıyor ve Kürt meselesi devam ettiği sürece yapacaklar. “Bütün dünya buna inansa / Hayat bayram olsa” temennileri güzel, fakat hayatın nasıl bayram olacağına dair düşünmek daha doğru. Seküler milliyetçiler bunu yapıyorlar; Hasan Ayer gibilerse kendi dogmalarına uygun görmedikleri her hamleyi tekfir ederek Türkiye’nin medenileşmesi ve demokratikleşmesi için gerekli “toplumsal dönüşüm”ü sağlamaya muktedir tek harekete engel olmaya çalışıyorlar – bunu yaparak kendi geleceklerini de kararttıklarını görmeden.
Pekala biz ne yapıyoruz? Seküler milliyetçilik mevcut milliyetçiliği eleştiriyor. Kendisine ayrı bir ad arayışı bu yüzden. Demokrasiyi, hukuku, insan haklarını, ifade özgürlüğünü – bunların hepsini önemsiyoruz. Hepsi için kavga veriyoruz. Üstelik bizim kavgamız daha zor: Adaşlarımızla, arkadaşlarımızla, akrabalarımızla da kavga ediyoruz. Zira bu değerlere inanıyoruz – fakat bu değerlerin inşa edilebileceği bir toplumun ancak “millet olma hali” özelliğini haiz bir toplum olacağını düşünüyoruz. Eleştiri gelecekse buradan gelmeli, bunun aksi ispat edilmeli. Aksi takdirde bir Marksiste neden holdingleri sevmiyorsun demek gibi absürt bir çıkış yapmış olursunuz.
M. Bahadırhan Dinçaslan
Bir süredir TamgaTürk’te seküler milliyetçilik dosyası kapsamında farklı isimlerin görüşlerine yer veriyoruz. Dosya devam ederken müdahale etmek niyetim yoktu; tatil arası vermiştik, yazılar devam edecekti. Yine edecek, fakat araya girmem icap etti. Serbestiyet’te Hasan Ayer seküler milliyetçiliği konu etmiş, daha evvel Birikim’e verdiğim söyleşi ve yazıp çizdiklerimle ilgili sol yahut liberal cenahtan gelen eleştirilerin derli toplu bir nüvesini gördüğüm için bu yazıyı kaleme almaya karar verdim. Bu eleştirilerin başında, şüphesiz, Kürt “meselesi”ne bakışım(ız) geliyor ve biz seküler zaviyeden cici görünsek de, bu meselede “diğer milliyetçiler”den farklı olmamakla suçlanıyoruz.
Bu pozisyonda evvela bir tuhaflık var; bizler sözgelimi medeni olmayı Türk olmaya eşitlesek ve böyle bir argüman üzerinden ideoloji kurgulasak, eleştiriliriz. (Halbuki mücavir coğrafya söz konusu ise felsefi açıdan yanlış olsa da pratik açıdan epey doğru bir tespit olurdu.) Bizi Kürt meselesinde arzu ettikleri pozisyonda görmeyenler, bu pozisyonda olmadığımız için eşitlikçi, özgürlükçü, demokrat özelliklerimizde bir kusur olduğunu buna bağlı olarak “tespit” ediyorlar. Yani eşitlikçi, özgürlükçü, demokrat olmak için Kürt meselesine “onlar” gibi bakmak lazım. (Mezkur yazıda, mesela, milliyetçi geleneğin çizgisiyle bu anlamda örtüştüğümüz ifade edilmiş. Kürtçü geleneğin çizgisiyle epey örtüşen “tuhaf liberal” çizgi özgürlükçülüğün, çok sesliliğin şampiyonluğunu acaba Öcalan’ın Serxwebun’daki orman yakma, ev kundaklama, pusu kurup sivil öldürme öğütleriyle dolu makalelerinden mi öğrenip kazandılar?)
Baştan başlayalım: Milli değerleri korumak, kimliği korumak, dili korumak zatında “iyi” bir şey midir? Cevabınız evetse zaten milliyetçisiniz. En azından milliyetçiliğin gerekliliğini teyit etmiş oluyorsunuz – doğası gereği “kendi çıkarları”nı önceleyen bir anlayışın, ötekinin çıkarıyla ilgilenmiyor oluşunu tuhaf etiketlerle itham etmek abes. Buna döneceğiz – fakat anladığım kadarıyla muarızlarımız bu soruya evvela “iyi bir şey değildir” diyorlar. Değilse, neden pek de matah olmayan bir husus için bu kadar tantana çıkarıyorlar? Halihazırda anadili Kürtçe olan çok az insan var – Kürtlerin çoğunluğunun anadili Türkçe. Kürtçe Kürtlerin kısm-ı küllisi için bir hatıra ve kültür dili ve bu trend etkisini artırarak sürecek gibi görünüyor. Halihazırda kurulmuş altyapı, herkesin çok iyi Türkçe öğrenmesini daha kolay kılıyor, bu kadar kolay bir çözüm varken neden Kürt kimliğinin korunması, Kürtçenin serpilmesi, gelişmesi, öğretilmesi ve hatta resmi dillerden biri olması için ısrar var? Liberal nazar, neden kolay ve masrafsız olanı tercih etmiyor da, liberal kimlikli birtakım yazar-çizerler pragmatik Occam usturasını gözardı ederek yokuş yukarı bir yolu işaret ediyor? Demek, ifade yahut itiraf etmeseler de, milli kimliğin, kültürün, dilin korunması iyi ve faydalı bir şeydir, bu yüzden önemlidir. Bu yalnızca, Türkler için geçerli değildir.
Milli kimliğin korunması faydalı bir şeyse, bu faydaların nerede olduğuna bakmak lazım. Kendimce milliyetçi literatüre yaptığım en önemli katkının bu zaviyeden olduğunu düşünüyorum: Bu faydaların peşine düştüm. Zira ben serbest piyasayı savunan, bireysel özgürlükleri önemseyen, biraz “eski kafalı” bir liberalim. Felsefi ve bilimsel temelleri başka makalelerimin konusu oldu ve olmaya devam ediyor, burada ispatına girmeden yalnızca özetlersek, millet olma hali toplumun organize olmasını sağlar. Uyum yaratır, stabil toplum yaratır, bu toplum bu “sosyal sermaye” sayesinde gelişir, serpilir, diğer alanlarda (ekonomi, bilim, teknoloji, siyaset vb.) gelişir, ilerler. Türk kimliğinin “inşa” ürünü olduğunu iddia eden, ileri gidip Türkleri “cumhuriyetin Türk yaptığı”nı söyleyen, yığınla tarihi karşı delili görmezden gelerek beylik laflarla Türklüğü Kemalizmin icadından ibaret gören bu “liberal” kafa, karşısına çözüm olarak ne koyuyor? Türkiyelilik. Yani gerçekten suni, gerçekten inşa ürünü olması gereken, var olmayan ve hiç var olmamış bir kimlik olduğu için oturup laboratuvarda üretilmesi gereken bir hayali kimliği öneriyorlar. Üstelik etnik asabiye ve milli şuur buz gibi bir hakikat olduğu halde; hatta dili yitirenler dahi bu buz gibi hakikat uğrunda tarihin gördüğü en büyük imparatorluğa gücünün zirvesindeyken İrlanda kırlarında pusu kurup, şehirlerinde mitralyöz ateşi açtığı halde, zannediyorlar ki binlerce yıllık evrimin mahsulü olan milli ve etnik kimlikler, aidiyetler, kültürel motifler, yani etno-semboller bir gecede yok olacak, kısıtlı akıllarıyla (bunu akılsızlar anlamında söylemiyorum – tek yahut bir grup insanın aklı evrimin devasa aklına nazaran elbette kısıtlıdır.) ürettikleri kimlik hakim olacak, bütün tansiyonları yatıştıracak. İlginç.
Pekala, ülkemizde Kürtler var ve biz seküler milliyetçi Türkler bu konuda ne düşünüyoruz? Samimiyetle ifade edeyim ki, kategorik olarak Kürt düşmanı değilim. Türklerin tarihi terekesinde farklı etnisiteleri bünyelerinde yaşatma geleneği ve yeteneği vardır; bu bağlamda Türk devletinde, Türk coğrafyasında başka etnisitelerin bulunması beni ilkesel olarak rahatsız etmez. Ancak bu etnisiteler bir “mevzi”ye dönüşürse ki dönüştü, bu tehlikeye karşı benim de mevzilenmem ve ateş etmem gayet makuldür. Zira milli kimlikler, dil, kültür; hülasa millet olma hali, yazının evvelinde değindiğim ve bütün külliyatımla ispat etmeye çalıştığım gibi, faydalı ve korunası şeylerdir, eğer bir kesim buna tehdit oluşturuyorsa, bertaraf edilmeleri bizim çıkarımızadır. Tehdit oluşturmadan, uzlaşarak çözmek ve bizim çıkarlarımızla ortaklaşarak kazan-kazan ilişkisine girmek onların vazifesidir; Kürtler adına ahkam kesmek, ne yapmaları gerektiğini söylemek bizim işimiz değil. Düşünürüz, belki söyleriz de; fakat cumhuriyetin sivil milliyetçiliğinin önerdiği “vatandaşlık bağına dayalı ulus kimliği” çözümünü Kürtler kabul etmediler. Karşısına koydukları çözüm ayrılmak da değil. (Son tahlilde, Kürt meselesi git gide kangrene dönüşürse, denize çıkışı olmayan bir Kürdistan’ın Türkler eliyle kurulması ve çevrelenmesinin nihai çözüm olabileceğini belirttiğim bir yazım var. Bu çözümün Türkler eliyle önerilmesinin Kürtlerin akıllarını başlarına getirip ayrılığı engelleyeceğini söylediğim için de “keyfi” bir şekilde meseleye bakan adam oluyorum, hatta Kemal Can’ın deyimiyle tehditkar bir dille konuşuyorum.) Çözümleri etnik asalaklık: Kürdistan bizim, Türkiye hepimizin. Böyle bir senaryonun gerçekleşmesi durumunda “uzlaşmaz azınlığın tahakkümü” gereği Kürtlerin epey karlı çıkacağı, oluşacak hipotetik meclisi ve “federal” siyaseti her zaman kendi lehlerine etkileyebilecekleri, Türkiye’nin geri kalanının sağladığı bütün avantajlardan faydalanıp Irak ve İran’daki akrabalarıyla sınır ticaretini kolaylaştırmak dışında Türklere hiçbir fayda sağlamayacakları aşikar. Niyetleri bu; bu niyete ulaşmak için “Türkiyelilik” zırvasını da sol ve liberal kalemler eliyle bir koçbaşı olarak kullanıyorlar. Türkiyeliliğin neden çıkmaz olduğunu anlattık, pekala etnik asalaklığa karşı kendimizi korumaya almamız neden yanlış olsun?
John Maynard Smith’in oyun teorisini mülkiyetin evrimi meselesine uyarladığı bir nazariyesi vardır: Şahin-güvercin teorisi. Buna göre, bölgeci bir hayvan türünün iki üyesi aynı bölge için karşı karşıya geldiklerinde, iki temel strateji var: Şahinlik yahut güvercinlik etmek. Şahinlik etmek savaşa sonuna kadar kararlı olmak – güvercinlik etmekse sahte bir agresyon gösterip, direniş görünce kaçmak. İki güvercin karşılaşınca bölgeyi hangisinin kazanacağı olasılığın belirsizliğinin elinde. İki şahin karşılaşınca daha iyi savaşan kazanıyor, ancak yaralanma hatta ölme ihtimali daha fazla. Bir şahin, bir güvercin karşılaşınca şahin her zaman kazanıyor. Bu durumda, en faydalı “taktik” şöyle belirleniyor: Bir yere ilk gidensen şahinlik yap, yoksa her zaman güvercin ol. Elizabeth Stevens bunu sınıyor, “Contests between bands of feral horses for access to freshwater: the resident wins” makalesinde ortaya koyuyor ki, yabani at sürüleri su birikintilerine sahip çıktıklarında, küçük bir sürü bir birikintiye daha önce ulaştı ve sahiplendiyse, büyük bir sürü gelse dahi hemen her zaman onlara baskın çıkıp kovuyorlar. Çünkü büyük sürü ne kadar büyük olursa olsun, evrimsel olarak “sonra geldiği” için güvercinlik yapmaya, küçük sürü ise küçük bile olsa “önce geldiği” için şahinlik yapmaya meyyal. Bunun nedenlerinden birisi, alana yapılan yatırım olabilir. Zira şahinlik yaptığınızda kazanç/kayıp ilişkisini değerlendirince, ödül o kadar büyük değil çünkü kayıp verme ihtimaliniz artıyor. Fakat bölgeye yaptığınız “yatırım”, o kayıp ihtimalini gözünüzde küçültüyor, zira yalnız gelecek kazançtan kaybetmeyecek, şimdiye kadar yaptığınız geçmiş yatırımı da kaybedecek oluyorsunuz, bu yüzden ödülün “kârlılığı” artıyor.
İnsanlar için bu daha da belirgin: İnsanlar gerçekten topraklarına yatırım yaparlar. Tarıma elverişli hale getirdiği, koruduğu, geliştirdiği bölgeyi bu yüzden “başkasının çocuğuna” değil, kendi çocuğuna bırakmak isterler. Türklerle Kürtlerin “karşılaşması” eğer bu iptidai ve indirgemeci senaryodaki gibi bir bölge kavgası ise, Türklerin şahin davranmak için çok fazla sebepleri var. Zira kaybedecekleri şey daha fazla – en basitinden olası bir savunmada ciddi askeri önem arz eden bir alanı terk edecekler, bu yüzden olası bir işgal senaryosunda daha fazla zorlanacaklar. Kürtlere şahinliği (Sırrı Süreyya’yı hatırlayın: İstanbul’da da hakkımız var!) ve Türklere güvercinliği (Türkiyelilik!) öneren zihin hastalıklı değil de nedir? Bu öneriyi liberal bir zeminde somut felsefi gerekçelerle açıklayamazsınız – tam olarak bu yüzden birtakım solcu ve liberallerde dosdoğru bir “Türk düşmanlığı” olduğunu iddia ediyoruz.
Şahsen terminolojiyi çok önemsiyorum, o yüzden etnisite – ulus - uruk – millet dörtlüsünü birer terim olarak ortaya atıyorum: Kürt bir etnisitedir. Türkmen bir etnisitedir. Ulus, vatandaşlık bağıyla tanımlanan kimliktir; Türkiye Türkleri ile Azerbaycan Türkleri iki ayrı ulustur, aynı millet olsalar da. Uruk, millet-altı geniş akraba gruplarını işaretler: Azerbaycanlılar, Türkmenistanlılar, Türkiye Türkleri ve Kırım Tatarları bir uruktandır (Kırım Tatarları aslında farklı bir Türk koluna mensup olsalar da), diğer Türklere nazaran daha yakınlardır. Nihayet millet, yerel ağız, motif, hatta din farklılıklarının ötesinde, bir etno-semboller çerçevesini paylaşan topluluğun adıdır, o yüzden biz Turancıların aklına Türk deyince epey geniş bir tanım geliyor. Bizim hem ulus adımız Türk (eskiden Osmanlı idi), hem millet adımız – kafa karışıklığına sebebiyet veren hususlardan biri bu. Kürtler bir etnisite olarak Türk ulusu bünyesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin “dışarıya karşı” çıkarlarında ittifak eden bir unsur olarak kalmayı tercih ediyorlarsa, bir Türkçü ve Turancı olarak bunda bir mahzur görmüyorum. Bu çözüm oldukça insani bir çözüm aynı zamanda –post-modern zırvalar multi-kulti ve çok-hukukluluk gibi garabetleri sempatik göstermeden evvelki dünyanın en medeni, en doğru çözümü buydu. Etnisiteye, dine, mezhebe “kör” bir hukuk, ancak böyle bir vatandaşlık tanımıyla inşa edilebilirdi.
Demokrasi için ne gereklidir? (Bkz: Türk milliyetçisi nasıl bir demokrasi ister?) Sekülarizm gereklidir. Ekonomide ve siyasette birbirlerine denge-rekabet işlevi üstlenecek “aktör fazlalığı” gereklidir ki, rakip sözcüğünün etimolojik kökeni enfes işaretler taşır. Stabil toplum gereklidir; yani etnik tansiyonu olmayan, dini-mezhepsel çatışmaları olmayan; bu çatışmalar üzerine irrasyonel kararları “ortak grubun çıkarı” öyle gerektirdiği için makulleştiremeyen bir toplum. Türkiye’de İslamcılar bunu yaptı: İrrasyonel kararları “biraz da bizim hödük çocuklarımız yüksek makam işgal etsin” diyerek makulleştirdiler. Kürtler bunu yapıyor ve Kürt meselesi devam ettiği sürece yapacaklar. “Bütün dünya buna inansa / Hayat bayram olsa” temennileri güzel, fakat hayatın nasıl bayram olacağına dair düşünmek daha doğru. Seküler milliyetçiler bunu yapıyorlar; Hasan Ayer gibilerse kendi dogmalarına uygun görmedikleri her hamleyi tekfir ederek Türkiye’nin medenileşmesi ve demokratikleşmesi için gerekli “toplumsal dönüşüm”ü sağlamaya muktedir tek harekete engel olmaya çalışıyorlar – bunu yaparak kendi geleceklerini de kararttıklarını görmeden.
Pekala biz ne yapıyoruz? Seküler milliyetçilik mevcut milliyetçiliği eleştiriyor. Kendisine ayrı bir ad arayışı bu yüzden. Demokrasiyi, hukuku, insan haklarını, ifade özgürlüğünü – bunların hepsini önemsiyoruz. Hepsi için kavga veriyoruz. Üstelik bizim kavgamız daha zor: Adaşlarımızla, arkadaşlarımızla, akrabalarımızla da kavga ediyoruz. Zira bu değerlere inanıyoruz – fakat bu değerlerin inşa edilebileceği bir toplumun ancak “millet olma hali” özelliğini haiz bir toplum olacağını düşünüyoruz. Eleştiri gelecekse buradan gelmeli, bunun aksi ispat edilmeli. Aksi takdirde bir Marksiste neden holdingleri sevmiyorsun demek gibi absürt bir çıkış yapmış olursunuz.
M. Bahadırhan Dinçaslan
Kürtlerin otokton olduğu coğrafya yani 1071 öncesi iskânları mervani devleti sınırlarıdır. Türklerin menfaatleri icin ulkenin %5 inden vazgecip ayrılacak ulkeye batıda yasayip Türklerle kanlı bıçaklı olanların gönderilmesi hem faydalı hem adil olur.Rusya vatandaşlık vermemek için boşuna orta asyadan vazgeçmedi.
Hiçbir kemalist/ulusalcı/seküler Türk milliyetçisinin (ismine ne dersen de.) onlara makul(!) olması gerekmiyor.
Kürtçülerin savunduğu taleplere sahip çıkan kitle yok, bu yüzden Kürtçülük, vitrinde kalmak adına ancak milliyetçilere saldırarak var olabiliyor. Sebep bu olunca sonuç, ancak Ayer seviyesinde vücut bulabiliyor; benim açımdan durum bu kadar basittir.