Türklüğümüz tesadüf mü, yoksa bu kan gerçekten o kan mı?
Kendisinden Türk diye bahseden Kırgız ozan Toktogul Irçı, 14. asırda “Kümüş kadırın zerger biler” diyordu, yani gümüşün kıymetini kuyumcu bilir. Ondan tam altı asır sonra Azerbaycanlı şair Aliağa Vahid “Çün zerrin kadrini kıymette biler zerger özü” diyordu. Bu tesadüf müdür? Bir atasözü pekala milletler arasında paylaşılabilir. Birinden diğerine geçebilir. İlginç bir örnek olarak “it ürür kervan yürür” lafımızı verebiliriz; “the dogs bark but the caravan moves on” yahut “Der Hund bellt und die Karawane geht vorüber” şeklinde İngilizce ve Almancaya girmiş.
Peki ya iki edip birbirinden hiç haberdar olmadan aynı metaforu buluyorlarsa? Bu metafor, üstelik, öyle rastgele bir ifade değilse, oldukça spesifik bir anlatım barındırıyorsa? Asırlar evvel söylenegelmiş bir Karaçay metninde, mesela, “cavları bla uruşta kim ölse da ol teyrini cuvugu bolgandı” diyor; yani “düşmanları ile savaşta kim ölse o tanrının akrabası olurdu.” Arif Nihat Asya’nın bu metni okuduğunu zannetmiyorum – kendisi epey okuryazar biri idiyse de mezkur Karaçay metninin derlenmesi, Rusya dışına tanıtılması çok yeni. Rusça da bilmiyordu. Ama en güzel şiirlerinden birinde tutup “tanrıyla akrabalıkları yakındanmış” deyince, asırlar önce Karaçay efsanelerini türeten zihinle çağımız Türkiye’sinde eskinin güzel Türklerinden bahseden zihin arasında bir akrabalık arıyorsun.
8. asırda ölen Elik Börte’nin ardından dikilen Altın Köl yazıtında, Elik Böke’nin ağzından şöyle deniyordu: “On ay eltidi ögüm kelirti elimke”, yani “annem beni on ay taşıdı elime (yurduma) getirdi.” Alay marşı düşmez mi insanın aklına? “Annem beni yetiştirdi bu ellere yolladı…”
Seküler Milliyetçilik’in Teori cildinde değinmiştim. Türk Dünyası’nın birçok bölgesinde diyalog şeklinde ve “dedi yok yok” redifini içeren birçok türkü vardır. Güney Azerbaycan’da “Dedim kaşın Zülfikar mı?”, Iğdır yöresinde “Mene gelsin gadan - O dedi yok yok”, Erzurum’da “Dedim Emrah nendir - dedi kulumdur” ve Heyit’in Doğu Türkistan’ın halini anlatan “O dedi yaq yaq” eserleri, mesela, hiçbir eğitimi olmayıp yalnız yöresinin türkülerini bilen “Türk milliyeti” mensupları bir araya geldiğinde, bir ortaklık hissi yaratacaktır. Diyelim ki bu benzerlik difüzyondan kaynaklı, yani bir ozan meşhur oldu yahut çok gezdi, onun yarattığı motif diğerlerince de benimsendi; nasıl başka köklerden başka milletler birbirlerinin motiflerini alıyorlarsa…
Peki Pir Sultan ile Karaçay halk şarkıları arasındaki benzerliği ne yapacağız? Pir Sultan’a atfedilen deyişte, “sen bir yavru şahin olsan / kapıp kaldırmaya gelsen / ben bir sulu sepken olsam /kanadın kırsam ne dersin” formu var, şiir boyunca “Ben X olsam, sen Y olsan, ne dersin?” örüntüsü tekrar ediyor.
Kara agaçda kiyikni
Sen terk barsan ceterse
Emen terek men bolub
Cerge barsam ne eterse?
Emen terek sen bolub
Cerge bathan sen bolsan
Çiti balta men bolub
Kesib alsam ne eterse?
Şeklinde türkü yazan Karaçayların Pir Sultan’la tanışmış olma ihtimalleri yoktur. İçerikler de bambaşkadır. Ancak aynı formda yazıyor olmaları, birbirlerini hiç tanımasalar bile zihinlerinin akraba olduğunu gösterir. Gordlevski müslüman olan Oğuzların bir Arapça bir Türkçe çift ad koymasının yaygın olduğunu söylüyor. İslamcılarla müslümanlık yarışına giren bizim ülkücülerin çocuklarına Ahmet Kutalmış, İbrahim Baybars, Mehmet Gökalp gibi isimler koymaları yeni bir icat mıdır yoksa eski ve uyuyan bir meylin nüksetmesi mi?
Türkçe böyle bir şey dostlar. Türkçenin her katmanını ve her lehçesini öğreneceğiz ki, ne kadar büyük bir dünyanın mensubu olduğumuzu fark edelim. Ne kadar başka görünüşlerde olsak da, ne çeşitli yemekler yesek, ne uzak coğrafyalarda yaşasak da aynı konuştuğumuzu hissedelim. Birbirinden çok uzakta iki Türk’ün aynı hisler ve olaylar karşısında aşağı yukarı aynı lafları ettiğini görelim. İhtiyaç duyduğumuz maya buralarda bir yerdedir – bizi de kimse eline bir kağıt kalem alıp tasarlayarak Türk etmiş değildir.
Sevgili oğlum Elçibey’in birçok laftan önce “Ay Dede”yi öğrenmesi yalnız telaffuz kolaylığından değil, uzak atalarının Ay Ata’ya tapmasındandır belki de.
Bahadırhan Dinçaslan
Divan şiirine olan sempatiniz, müthiş bir "dil gustosuna" sahip olmanızdan kaynaklı gibi geliyor bana. Ama şuradaki yazı, benim gözlerimi doldurdu, var olun, "Türklük bu yaa" dedirtti. Sırf hatrınız için divan şiiri videonuzu seyrettim, siz isteyin, istediğiniz her defa seyrederim ama "divan şiiri" benim kılımı bile kıpırdatmıyor, sizinle "dil" konusunda aşık atmaktan "teeddüb" ederim ancak hiçbir güç bana divan şiiri, Türk şiiridir, Türkçe şiirdir dedirtemez. İyi ki varsınız.
Geçen yıl bulunan ve İlteriş Kutluk Kağan'a ait olduğu düşünülen kurganın Anıt Kabir'le benzerliği çok dikkat çekicidir. Anıt Kabir yapıldığı zaman bu kurgan bulunmamıştı. Tanrım KUT vermeden İlteriş Kutluk Kağan olunmaz. Atatürk ikinci İlteriş Kutluk Kağan'dır
Buraya Türk oluşun verdiği cûş ile nemlenmiş bir çift göz, sıkılmış bir çene, kabarmış bir sîne bırakıyorum. Çok yaşa ağam. Bizim dimağımızı bizim kılan kalıtsal materyaller olabilir mi? Bilmiyorum. Ama bunları okuyunca, “olmalı” diyorum.
Bilim henüz insan beyninin ve genetik kodlarının tamamına vakıf değil. Ancak şunu artık söylüyorlar. İnsan bütün vücudu ile birlikte bir bilgisayar gibi kayıt yapıyor. Beyni, kalbi, kemikleri, hücreleri her şey kayıt alıyor. Bu kayıtlar bir sonraki nesle biyolojik olarak aktarılıyor ve yine zaman zaman kendiliğinden ortaya çıkıveriyor. Söylediklerine tamamen katılıyorum. Bu şuna benziyor. Seyahate çıkmıştık, evimize döndük. Hepimiz evimizi özlüyoruz aslında. Zaman zaman bilinçsizce ona geri dönüyoruz. Bu bilinçsiz dönüşlerimizi, bilinçli hale getirmek dileği ile...
Ne yazık ki din etkisiyle yapılan arap kültür emperyalizmi isimlerimizi öyle arablaştırmışki bunu düzeltmek epeyi zaman alacak